15 Temmuz'un yıl dönümünde FETÖ yargısı mağdurları tekrar gündemde

15 Temmuz'un yıl dönümünde FETÖ yargısı mağdurları tekrar gündemde
15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde o gece yaşanan acı tablolar yeniden hafızalarda canlanırken, ABD destekli FETÖ/PDY kumpaslarla neden olduğu mağduriyetlerde tekrar gündeme geldi.

ABD destekli 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin yıl dönümünde, FETÖ'nün polis ve yargı yapılanmasının neden olduğu mağduriyetler tekrar gündeme geldi.

Ele geçirdiği devlet imkânları ile hedefine aldığı İslami kesimlere karşı kumpaslar kuran FETÖ/PDY'nin polis, savcı ve hâkimleri, "terör örgütüne üye olmak" suçlamasıyla hukuksuz bir şekilde İslami kimlikli kişilere binlerce yıl ceza vererek mağdur etti.

Elazığ İhya-Der, Sivas, Hizbullah, AFİD (Metin Kaplan), Vasat, Hizb-ut Tahrir ve diğer İslami davalara bakıldığında, FETÖ'nün İslami oluşumların tamamına karşı bir cephe aldığı görülüyor. FETÖ, kendi İslami anlayışı dışında başka yorumlara tahammül göstermeyen, farklı İslami yapıların var olmasını isteyemeyen bir yapı olarak toplumun karşısına çıkıyor.

DGM ve daha sonra Ağır Ceza Mahkemelerinde örgütlenen FETÖ'nün yargıç ve savcıları, başta bu davaların görüldüğü Yargıtay 9. Ceza Dairesi olmak üzere yüksek yargının tüm kademelerinde yapılanmasını tamamladı. AK Parti iktidarlarının ilk yıllarından itibaren ise buraları tamamen kontrolüne almaya çalıştı. Önce 17-25 Aralık operasyonu, MİT TIR'ları meselesi ve ardından da 15 Temmuz ABD destekli darbe girişimi sonrasında ortaya çıkanlar başta Yargıtay 9. Ceza Dairesi olmak üzere birçok dairenin ve yerel mahkemelerin bu yapının kontrolünde olduğunu gösterdi. Nitekim binlerce yargı mensubu ya açığa alındı ya da tutuklandı.

Yargıdaki FETÖ tasfiyelerine rağmen mağduriyetler sürüyor

28 Şubat'tan FETÖ'ye, İslami kesimler hedef alınarak; FETÖ polis, savcı ve hâkimleri eliyle işlenen hukuk cinayetleri gündemdeki yerini korurken, gerçekleştirilen tasfiye girişimleri ve bunun neticesinde oluşan mağduriyetler giderilmeyi bekliyor.

FETÖ mensubu yargıçlar tarafından verilen cezalar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylanarak binlerce masum insan mağdur edildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlatılan FETÖ soruşturması kapsamında haklarında gözaltı kararı verilen 140 Yargıtay üyesinden 112'si tutuklandı. Soruşturma kapsamında 9. Ceza Dairesinin mevcut üyeleri Hüseyin Çolak, Mehmet Özkan, Şuayip Şen, Refik Sarıoğlu'nun yanı sıra daha önce burada görev alan hemen hemen tüm isimler hakkında soruşturma açıldı ve çoğunluğu da tutuklandı. Tutuklanan isimler arasında daha önce 9. Ceza Dairesinde görev almış ve İslami kesime yönelik davalarda birçok karara imza atmış Başkan Ekrem Ertuğrul ile üyeler Ahmet Toker, Abdurrahman Kavun, Hamza Yaman da var. Aynı dairede üye hâkim Fikriye Şentürk ise kadın olma durumu göz önünde bulundurularak serbest bırakıldı.

Terör suçlamasıyla yapılan bu tutuklamaların ardından başta 9. Daire olmak üzere Yargıtay'ın onayından geçmiş tüm dosyaları şüpheli duruma getirdi. Şimdi kumpas dosyalarından mahkûm edilmiş kişiler davalarının yeniden görülmesini istiyor.

Aynı dairenin Balyoz Davasındaki onama kararı mercek altına alınıp ağır cezalarla mahkûm edilmiş sanıklar beraat ettirilirken; İslami STK, cemaat ve kişiler hakkındaki hukuksuz kararların ise hiç gündeme getirilmemesi ise kamuoyunda tepkilere neden oluyor.

Ergenekon ve Balyoz davalarında verilen son kararla dijital veriler delil olarak kabul edilmekten çıkarılırken 17 Ocak 2000'de Beykoz'da düzenlenen baskında ele geçirildiği iddia edilen ve çözümünden adli emanete teslim edilmesine kadar birçok hukuksuzluk yaşanan 'Hizbullah Arşivi'ndeki dijital veriler delil kabul edilerek binlerce kişi cezaevlerine konuldu.

Ergenekon Davasında, Dursun Çiçek'in ıslak imzasının bulunduğu belirtilen İrtica ile Mücadele Eylem Planı Belgesi bile delil sayılmazken herhangi bir imzanın yer almadığı bilgisayar çıktısı özgeçmiş raporlarının delil kabul edilmesi hukukun nasıl kişi ve kuruluşlara özel olarak uygulandığını da gözler önüne seriyor. Ancak bu kararları alan Yargıtay üyelerinin terör suçlamasıyla açığa alınarak tutuklanması söz konusu kararların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini de ortaya koyuyor.

Yargıtay'ın baskısıyla ceza arttırıldı

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin talebi doğrultusunda cezası arttırılan isimlerden biri de Hizbullah Davasında yargılanan Hacı Bayancuk oldu. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Bayancuk'a örgüt yöneticiliğinden verilen cezayı yetersiz bulan Yargıtay 9. Ceza Dairesi müebbet hapis cezası verilmesi için yerel mahkemenin kararını bozdu. Dosyayı yeniden ele alan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyadaki delilleri müebbet ceza için yeterli görmeyerek ilk kararında ısrar edince dosya bir kez daha Yargıtay'dan döndü. Bunun üzerine 2011 yılında dosyayı üçüncü kez ele alan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin üyeleri, adeta hukuku çiğneyerek 9. Ceza Dairesinin isteği doğrultusunda idam cezası verdi. Böylece iki defa Yargıtay'dan dönen dosya, FETÖ/PDY soruşturmasıyla görevden alınan yerel mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz (35341) ile üyeler Bekir Soytürk (39983) ve Suna Yeşil Küçük (39998) tarafından müebbet hapis cezasıyla sonuçlanmış oldu.

FETÖ/PDY'den açığa alınan mahkeme heyeti tarafından Hacı Bayancuk'a verilen müebbet hapis cezası yine FETÖ/PDY soruşturmasında terörist suçlamasıyla tutuklanan Yargıtay Ceza Dairesi üyeleri tarafından onandı. Şimdi hem yerel hem de Yargıtay'da dosyaya bakan yargıçların tamamı terör suçlamasıyla yargılanacak olan dosyanın yeniden ele alınması ve mağduriyetin giderilmesi bekleniyor.

FETÖ yargıçları verilen cezaları yetersiz gördü

Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin müdahalesiyle arttırılan cezalardan biri de Mehmet Aksa ile Turgay Bilge'nin yargılandığı Hizbullah davasında yaşandı. Dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılan dava uzun süren bir yargılamanın ardından 1998 yılında verilen örgüt üyeliği cezası Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yetersiz görülüp karar bozularak dosya yerel mahkemeye iade edildi. DGM'lerin kapatılmasının ardından Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye devam edilen dava 2007 yılında yeniden karara bağlanarak sanıklara müebbet hapis cezası verildi.

Ceza veren yargıçlar terör suçlamasıyla tutuklandı

15 Temmuz'un ardından FETÖ soruşturmasıyla görevden alından savcı Mustafa Şahin'in (38527) hazırladığı iddianame ve terör suçlamasıyla görevden Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Süleyman İnce (39990) ile üye Ömer Sevgili Ocak (39509) tarafından verilen müebbet hapis cezası 2008 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Cezayı onayan Yargıtay üyeleri de daha sonra FETÖ soruşturmaları kapsamında terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandı.

Yaşanan gelişmeler üzerine harekete geçen mağdur avukatları dosyanın yeniden görülmesi için girişimlerde bulundu. Ancak Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda hiç zaman kaybetmeden harekete geçen adli merciler, söz konusu İslami kesimler ve yargılananlar dindarlar olunca çifte standardını sürdürmeye devam ediyor.

15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından yapmış oldukları komplo ve kumpaslar daha net görülen FETÖ'nün hedefine aldığı Elazığ'da faaliyet yürüten İhya Eğitim Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin (İhya-Der) yönetici, üye ve gönüllülerinden oluşan ve aralarında engelli ile yaşlıların bulunduğu 18 kişi 2009 yılında FETÖ'nün kumpası sonucu 150 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

22 sanıklı dosyayı 8 aylık kısa bir sürede karara bağlayan Malatya Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri verdikleri kararın ardından taltif edildi. Almış oldukları cezalar üzerine 12 kişi, ailesini terk edip yurtdışına göç etmek zorunda kalırken, 6 kişi ise kumpas sonucu verilen cezalarının tamamını yatmak zorunda bırakıldı.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan mahkeme üyelerinin karara bağlandığı dosya mağdurların başvurusu üzerine Yargıtay 16'ıncı Ceza Dairesi tarafından Mayıs ayında, sanıklar ve derneğin lehine karar verildi.

Soruşturma savcısının sanıkların önlerine koymuş olduğu sözde suç unsuru, Elazığ'da o dönem İsrail'in bombalamalarına karşı Gazze'ye yardım ve dayanışma anlamında yapılan mitingler ve yardım faaliyetleri konusunda oluşturulan bir komisyonda yer almalarıydı.

Aynı dosyada 21 kişi daha vardı. Bu 21 kişinin içerisinde biri 30 yaşlarında engelli, biri de 55-60 yaşlarında 2 kadın vardı. Bunlara da yöneltilen suçlamalar aynı hedef doğrultusundaydı.

İhya-Der kumpası nasıl hazırlanmıştı

İhya-Der operasyonu olduğunda polis dernekte arama yapıyor. Arama yapıldığı zaman dernek başkanı derneğe getirilmiyor, derneğin yönetim kurulunda yer alan arkadaş ise dernekten uzak tutuluyor ve dernek içerisinde halının dibinde saklanmış şekilde sözde bir kâğıt bulunuyor. Bu kâğıtta sanki bir yasadışı örgüt tarafından hazırlanmış, talimat verilmiş gibi bir hava uyandırılıyor. Dernekte elde edilen CD'ler içerisinde çok farklı CD'lerden bahsediliyor. O CD'lerden biri de 2000'li yıllarda öldürülen Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım'ın görüntüsünün bulunduğu CD. Sadece emniyetin elinde olan ve mahkemelerin isteyip de dosyaya koyamadığı bir CD, İhya-Der içerisinde bulunuyor! 

İhya-Der Dosyasında karar veren yargıçlar tutuklandılar

Yargılamayı yapan başkan ve üyeler, üstten gelen talimatlar doğrultusunda karar verdikten sonra taltif edildiler. Mahkeme başkanı, hukukçular arasında 160'lar olarak bilinen kişiler arasında Yargıtay'a üye olarak gitti.

İhya-Der dosyasında karar vermiş olan Mahkeme Başkanı Eray Gürtekin ve üyelerden Hayrettin Kısa, soruşturma savcılarından Şeref Kaya 15 Temmuz darbe girişimden sonra açığa alınmış, haklarında gözaltı kararı verilmiş ve tutuklanmışlardı.

En önemli suç unsuru olarak lanse edilen CD'de parmak izi incelemesi yapılmadı

İhya-Der'de "örgütsel doküman olarak bulunan!" CD'ler en önemli suç unsuru olarak lanse ediliyor, onlara da parmak izi incelemesi yapılmıyor. Savunma avukatlarının buna benzer bir takım delil araştırmaları talepleri de mahkeme tarafından hiçbir şekilde kale alınmıyor.

Bilge Gençlik Kulübü dosyası

15 Temmuz darbe girişiminin ardından terör suçlamasıyla açığa alınan yargıçların ellerinden geçen ve adeta PKK ile işbirliği yapılarak açılan komplo davalarından biri de 2013 yılında Dicle Üniversitesi Bilge Gençlik Kulübü üyesi öğrencilerine yönelik olarak gerçekleştirildi.

Bilge Gençlik Kulübü üyesi öğrenciler 2013 Nisan ayında Dicle Üniversitesi'nde Kutlu Doğum Etkinliği düzenledikleri için dönemin bazı BDP milletvekillerinin de provokasyonuyla PKK tarafından saldırıya uğradı. Bazı üyeleri ağır yaralanan Bilge Gençlik Kulübü, PKK saldırısının ardından FETÖ/PDY komplosuna maruz kalarak mağdur edildi. Resmi izinlerle düzenlemek istedikleri Kutlu Doğum etkinliği dolayısıyla saldırıya maruz kalan öğrenciler açılan komplo ürünü davayla mahkûm edildi.

Cezalara imza atan mahkeme başkanı Ali Girgin (40141) daha sonra FETÖ/PDY'den tutuklanırken üye Abullah Karamete (150972) aynı gerekçeyle açığa alındı. Öğrencilere operasyon düzenleyen birçok polisin de daha sonra açığa alındığı davada, ceza verilen öğrencilerin mağduriyeti devam ediyor.

Mustazaf-Der’in kapatılması

Bir türlü görülmeyen veya görülmek istenmeyen, komplo ve kumpaslarla örülmüş, onlarca masumun mağduriyetine neden olmuş davalardan biri de Musatazaf-Der'in kapatılması süreci olmuştu.

Yaptığı etkinliklerle halkın teveccühünü kazanan Mustazaf-Der'in kapatılmasına da gerekçe yapılan Konya merkezli komplo davası, tamamen adli vaka olan bir sigara kaçakçılığı olayının bazı sanıklarının, dernek üyeleriyle telefon görüşmesi yapmış olmaları nedeniyle örgüt kapsamına alınmasıyla başladı. Adli vaka, bir anda tertiplenen komplo ile örgütsel suç kapsamına alınmış, sigara kaçakçılığıyla derneğe maddi destek sağlandığı iddia edilmiş ve bu kapsamda yürütülen soruşturmada onlarca kişi tutuklanmıştı. Tamamen yasal faaliyetler icra eden dernek üye ve gönüllüsü 431 kişi yargılandı.

Dava avukatı Abdulgani Orhan, derneğe yönelik saldırı ve sindirme olaylarına değinerek, Türkiye’de hukukun ayaklar altına alındığını gösteren delillerden birinin ‘Mustazaf-Der Dosyası’ olduğuna dikkat çekmişti.

Mustazaf Der ve gönüllüleri için hukukun olmadığını aktaran Orhan, "Derneğin bine aşkın faaliyeti söz konusuydu. Bu faaliyetlerden bir tanesi dahi izinsiz yapılmış değildi." ifadelerine yer vermişti.

Mustazaf Der’in kapatılmasının nedenleri

Kapatılan Mustazaf-Der'in eski başkanı Avukat Hüseyin Yılmaz, derneklerinin kapatılmasının nedenlerini şöyle sıralamıştı: "Zalime ve zulme karşı kıyam eden Hz. Hüseyn'in, Kerbela'daki mesajına sahip çıkıp zilleti reddettiğimiz için mazlumun yanında yer alıp, zulme rıza göstermediğimiz için derneğimiz kapatıldı. Kudüs'ü haçlıların işgalinden kurtarıp, Mescid-i Aksa'yı özgürlüğüne kavuşturan Selahaddin-i Eyübi'nin mirasına sahip çıktığımız için çağdaş haçlıların ve Siyonistlerin işgaline karşı direnen Filistin halkının yanında yer aldığımız için derneğimiz kapatıldı.

Halkımızı, inancından uzaklaştırmak isteyen zihniyetin ve istiklal mahkemelerinin zulmüne uğrayan Müslümanları savunduğumuz için Şehid Şeyh Said ve dava arkadaşlarını hayırla yâd edip davasına, mirasına sahip çıktığımız için derneğimiz kapatıldı. Bediuzzaman Said-i Nursi'den Medrese-i Yusufiye'lerde ders alıp iman hakikatlerini yaydığımız için derneğiniz kapatıldı.

İslam ümmetinin yetimi mazlum ve mustazaf bırakılmış Müslüman Kürt halkına karşı girişilen asimilasyona ve inkâra karşı çıktığımız için var olan sorunu İslami temelde adalet ölçüsüyle kardeşlik esasına göre çözmek istediğimiz için derneğiniz kapatıldı. Halepçe katliamı başta olmak üzere dünya mazlumlarının ve halkımızın uğradığı katliamları kınadığımız için Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (sav) ve kitabımız Kur'an-ı Kerim'e karşı yapılan saldırılara ve hakaretlere karşı çıktığımız, Kur'an ve sünnete çağırdığımız, Peygamber sevgisini meydanlara taşıyıp yüz binleri buluşturduğumuz için derneğiniz kapatıldı."

Kararı veren yargıçlara terör soruşturması

Mustazaf-Der'in kapatılmasına da gerekçe yapılan Konya ve Ankara davalarına bakan mahkeme heyetlerinin tamamı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY soruşturması kapsamında açığa alındı bazıları ise tutuklandı.

FETÖ'cü polis ve yargı mensupları tarafından oluşturulan sahte delillerle gündeme getirilen iddialar mahkemenin tüm aşamalarında reddedilmesine ve olayın dernekle ilişkisini kanıtlayan hukuki deliller olmamasına rağmen Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2008/114 Esas nolu dava mahkûmiyetle sonuçlandı ve Mustazaf-Der'in kapatılması için gerekçe yapıldı.

Ancak davaya bakan Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin o günkü başkanı Bayram Demirci (38081) ile üyeler Ayşe Bolaç Yalçın (40913) ve İrfan Yıldız (41039) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından açılan FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında açığa alındı veya tutuklandı.

FETÖ komplosuyla Mustazaf-Der kapatıldı

Terörist suçlamasıyla haklarında soruşturma açılan bu yargıçların talebiyle açılan davayla bir komplo da yüzlerce şubesi, binlerce üyesi bulunan Mustazaf-Der'e yönelik başlatıldı. 15 Temmuz sonrası FETö/PDY ile birlikte hareket ettiği daha net ortaya çıkan  PKK tarafından şubeleri sık sık saldırılara uğrayan ve üyeleri darp edilip katledilen Mustazaf-Der açılan davayla kapatıldı.

Davanın dayanağı FETÖ tarafından kaçırılan "Beykoz belgeleri"

Hazırladığı raporla bu davadaki hukuksuzlukları ortaya koyan İnsani Hak ve Hürriyetler Derneği (HÜRDER), davanın temel dayanağının 17 Ocak 2000 yılında Beykoz'da düzenlenen baskında ele geçirildiği iddia edilen Hizbullah Arşivi olduğunu belirterek, bu delillerin muhafaza altına alınması ve çözümü konusundaki şu usulsüzlüklere dikkat çekmişti:

"Ele geçirilen 41 adet HARDDİSK içerisinde açılamayan 24 adet HARDDİSK'in ABD'ye gönderilerek kurtarıldığı ve CD ortamına aktarıldığı, Hizbullah Ana Davası tutanaklarında geçmektedir. Böylesine önemli bilgi ve belge içeren elektronik-dijital malzemelerin değiştirilme, silinme, ekleme şeklinde tahrifata açık halde adli emanet dışında tutulması CMK hükümlerinin ağır ve açık ihlalidir. Ele geçirilen bilgisayar HARDDİSK'lerinin yedeklemesinin de yapılmadığı düşünülürse bu bilgisayar, CD ve disketlerden çıktığı iddia edilen ve dava dosyalarında sadece fotokopi olarak yer bulan bilgi ve belgelerin yasal geçerliliği de kalmamaktadır. Dijital verilerin mahkemelerde delil olarak kullanılıp kullanılmayacağı bile tartışmalıyken değiştirilme, eklenme, silinme ihtimalinin kuvvetli olduğu fotokopi belgelerle binlerce kişi hakkında soruşturma, kavuşturma ve mahkûmiyet işlemlerinin tesis edilmiş olması, olsa olsa bir hukuk faciasıdır."

Hizbullah davalarının tümü şaibeli

Ayrıca Adli Emanette bulunması gereken Hizbullah Arşivi'nin bu kuruma teslim edilmediği gibi emniyette de olmadığı ve FETÖ tarafından yurtdışına kaçırıldığı ortaya çıkmıştı. Burada ele geçirildiği iddia edilen deliller, 2000 sonrası açılan tüm Hizbullah davalarını şaibeli duruma getirmesine rağmen daha sonra yasal STK'lara açılan davalarda da kullanıldı. Üçüncü şahıslar tarafından oluşturulan "bilgisayar çıktısı öz geçmiş raporları" üzerinden binlerce kişi mahkûm edildi.

Beykoz'da ele geçirildiği iddia edilen bu bilgisayar çıktısı fotokopi belgeler yaklaşık 10 yıl bekletildikten sonra Ankara'da FETÖ yargıçlarının baktığı komplo davasının temellerini oluşturdu. Komplo kapsamında tutuklanan 8 sanık uzun bir mağduriyet döneminin ardından aşamalı olarak serbest bırakılıp daha sonra beraat ederken, Mehmet Şerif Onuk 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûm edildi.

Beykoz'da kaset olarak ele geçirilen görüntüler Ankara'da CD olarak ele geçirilmişti!

Onuk'un cezalandırılmasına gerekçe gösterilen bu delil, Beykoz'da ele geçirildiği iddia edilen ve Adli Emanete bile teslim edilmeyen, hatta FETÖ tarafından yurtdışına kaçırıldığı ortaya çıkan Hizbullah Arşivi arasında bulunan bir CD idi. Emniyette veya adli emanette bulunması gereken bu CD'nin Onuk'ta ele geçirildiği iddia edilmiş ve bununla ceza verilmişti. Oysa CD'de geçen görüntüler Diyarbakır'daki başka bir davada da delil olarak kullanılmış ve Beykoz'da VHS kaset şeklinde ele geçirildiği iddia edilmişti. Nasıl olmuştu da VHS kaset şeklinde ele geçirilen ve emniyetten başka yerde de bulunmayan görüntüler CD formatında Mehmet Şerif Onuk'ta ele geçirilmişti.

Aslında bu bile FETÖ/PDY komplosunu ortaya koyan en açık durum oldu. Ancak mahkeme boyunca mağdur avukatları tarafından dile getiren bu durum, daha sonra FETÖ/PDY soruşturması kapsamında terör suçlamasıyla açığa alınan veya tutuklanan mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmadı.

Mahkûmiyet kararı veren dava yargıçları FETÖ/PDY kapsamında tutuklandı

Davaya bakan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Dündar Örsdemir (35974) FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanırken aynı kapsamında haklarında soruşturma açılan üyeler Hakan Oruç (37272) ve Kadriye Çatal (38129) şimdi terör suçlamasıyla yargılanıyor. Bu heyet tarafından alınan kararların doğurduğu mağduriyetlerin ise ortadan kaldırılması bekleniyor.

Adana Şura-Der ve Umut-Der mağdurları

Görülmeyen mağdurlardan biri de Adana'da faaliyet gösteren Şura-Der ile Umut-Der üye ve yöneticileridir. Adana'da yaptığı sosyal ve kültürlen faaliyetlerle halkın teveccühünü kazanan her iki sivil toplum kuruluşu, 2008-2009'da bir yandan PKK'nin saldırılarına uğrarken diğer yandan FETÖ’nün hedefi oldu.

Son dönemde gündeme gelen FETÖ-PKK işbirliği, Adana'da 2008-2009 yılında Şura-Der ve Umut-Der komplolarında kendini göstermeye başladı. PKK her yerde olduğu gibi en vahşi şekilde bu derneklere saldırırken, ısrarla haber verilmesine rağmen olay yerine gitmeyen FETÖ polisleri saldırı altındaki dernek üyelerini adeta PKK eliyle ölüme terk etti.

Bununla da yetinmeyen devlet içindeki FETÖ unsurları, sahte ve yapay delillere oturttuğu bir kumpas davasıyla PKK saldırıları devam ederken 2.12.2008 tarihinde Derneğe yönelik kapatma davası açtı. Açılan kumpas davasına ise FETÖ/PDY kontenjanından 2010 yılında Yargıtay üyesi olan Hüseyin Serter baktı. Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada Şura-Der Başkanı Mehmet Aktaş, Umut-Der Başkanı Salahattin Yeniay ve dernek müdavimleri İbrahim önel, Talip Pişkin ve ömer Altunbaş ayrı ayrı 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılarak adeta PKK'nin yarım bıraktığı iş tamamladı.

Sanıklara yönelik bazı suçlamalar şöyle:

- İnzar Dergisi, Çocuk ve Aile eklerini evlerinde bulundurmak

- Çeçenistan Bülteni isimli dergi

- Kutlu Doğum Etkinliğinde Mustazaf Der dağıtılan bandrollü "Muhabbetten Muhammed" adlı siyer kitabını bulundurmak

- Hz. Meryem, Hz. Hüseyin, Filistin Ağlıyor gibi İslami içerikli bandrollü film CD'leri bulundurmak

- Derneğin yapmış olduğu yasal ve izinli Kutlu Doğum Etkinliğinin görüntülerinin bulunduğu CD'yi bulundurmak

- Seyid Kutup'un yazdığı "Yoldaki İşaretler" adlı kitabı ve bandrollü İslami içerikli kitaplar bulundurmak

Söz konusu derneklerin üye ve yöneticilerinin haksız ve hukuksuz gerekçelerle mahkûm edildiği Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın mahkeme heyetinden Başkan Hüseyin Serter (31532), üye Arif Bekler (34239) ve C. Savcısı Metin Dikeç (39629) 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlatılan FETö soruşturması kapsamında tutuklandı.

Vahdet-Der kumpası

Bu mağduriyetlerin göze çarpanlarından biri de Adıyaman'da yaşandı. Devlet imkânlarını kullanan FETÖ, 2011 yılında Adıyaman'da faaliyet gösteren Vahdet-Der ve Mustazaf-Der Kahta Şubesi aleyhine oluşturduğu kumpaslarla mağduriyetler yaşattı.

Daha sonra açılan ve Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada yargılanan Mustazaf-Der Kahta Şube Başkanı Mustafa Yetiş, 10 yıl 6 ay hapis cezasına, Adıyaman Vahdet-Der yöneticisi Ahmet Yıldırım 9 yıl hapis cezasına, diğer Vahdet-Der üyeleri Ahmet Kalan, Hüseyin Demir, İsmail Alpaydın ve Kamil Demiral 7'şer yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkeme heyeti FETÖ’den tutuklandı

Mustazaf-Der Kahta Şube Başkanı Mustafa Yetiş'i 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptıran Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti; H.K. (40215-Başkan), B.C. (39918-Üye), M.M. (41026-Üye) ve Ş.G. (39953-C. Savcısı) de 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturma kapsamında birçok yargı mensubu gibi FETö/PDY üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandı.

Davadaki hukuksuzluklar

Ceza verilen dernek üyelerinin Hizbullah üyesi olarak suçlandığı davada, tüm dinleme ve izlemelere rağmen sanıkların Hizbullah'la direk veya dolaylı hiçbir bağı tespit edilmedi.

Davadaki bazı hukuksuzluklar şöyle:

- Yapılan dinleme ve izlemeler sonucu hukuken değeri olmayacak hacimli bir dosya oluşturulmuş.

- Mağdurların evlerinde yapılan aramalarda tamamen yasal olan kitap, dergi ve gazeteler ile müzik CD'leri suç unsuru olarak dosyaya yansıtılmış.

- Vahdet-Der'de bulunan iki adet sadaka kumbarası, Mustazaf-Der Kahta Şubesinde ele geçirilen fakir öğrencilere ait isim ve okul bilgilerinin yer aldığı belge.

- Kur'an-ı Kerim yakılmasını protesto amacıyla düzenlenen protesto eyleminde okunan basın açıklaması metni.

- Erzurum'da açılan bir davada yargılanan Mehmet Karayiğit isimli bir şahsın ifadeleri tanık ifadesi olarak delil olarak sunulmuş. (Ancak adı geçen kişi mahkemedeki ifadesinde kollukta kimseyi örgüt üyesi olarak suçlamadığını belirtmiştir.)

- Bunlar dışında yapılan dinlemeler sonucu insanların yaptığı doğan insani faaliyetler (hasta ziyareti, düğün vb.) dosyaya suç unsuru olarak doldurulmuş.

- Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen dinlenme, izlenme ve teknik takip kararların hiçbir delil, ihbar ve dokümana dayanmıyor.

- Mahkeme heyeti savunma delillerini dinleme ve inceleme zahmetinde dahi bulunmadığı gibi avukatların esas savunmayla ilgili sunumlarının olduğu CD'leri inceleme ile ilgili ret veya kabul ara kararı vermeden dosyayı karara bağlaması da usule aykırı ayrı bir durumdur.

Cevzet Sosyal Dosyası

Özellikle Doğu'da, PKK'nin farklı akımlardaki tüm yapılara saldırarak tek güç olmayı hedefleyen stratejisini izleyen FETÖ, başta Kürt coğrafyası olmak üzere Türkiye genelinde İslamî yapıları hedef aldı. Sivil ve askeri bürokrasiye sızdırdığı elemanları eliyle hedefe aldığı kişi ve kurumları terör/terörist gibi yaftalamalarla cezaevlerine koydu. Bazen de JİTEM tarzı illegal yöntemleri kullanarak masum insanları katletti. Bunun en önemli örneği Batman'da İslamî kimliğiyle tanınan Cevzet Soysal'ı evinin önünden kaçırıp işkencelerle katletmeleri oldu. Bu infaz, yıllar sonra eski istihbaratçı Sabri Uzun'un açıklamalarıyla deşifre oldu.

İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un "İn" isimli kitabında itirafları yayınlanan bir polis memuru da Soysal'ın polis tarafından kaçırıldığını doğrulayarak Soysal'ı sabah işe gitmek için evinden çıktığı sırada kendilerine JİTEM süsü vererek kaçırdıklarını, B. isimli polis memurunca boynu kırılarak öldürüldüğünü ve Beşiri kırsalına gömüldüğünü anlatıyor.

Kazım Uysal’ın kaçırılması

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un "İn" kitabında yer alan Paralel Yapı faaliyetleri neticesinde, birçok dindar insana kurulan komplolar neticesinde çok sayıda kişinin mağdur edildiği tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı aslında.

Bu mağdurlardan biri daha 1999 yılında aynı yapının polisleri tarafından kaçırılan öğretmen Kazım Uysal isimli dindar bir vatandaş.

Bundan tam 18 yıl önce Haziran ayının ortalarında hastane çıkışı evine giderken eski devlet hastanesi yanında gelen 3 polis tarafından Doğan marka araca zorla bindirilerek, evdekilere telefon açmasına fırsat dahi vermeden kaçırıyorlar.

Uysal daha sonra başında geçenleri şöyle dile getiriyor: "Bana yapılan işkence gün batımına kadar devam etti. Güneş batımıyla birlikte beni şehirde sığınak gibi bir yere koydular. Buradaki odaya işkence malzemelerini de getirmişlerdi. Beni kaçıran 3 kişilik bir ekibin yanında işkencede ikinci bir ekip de yer alıyordu. Burada bana her akşam yatsıdan sabaha kadar işkence yapıyorlardı. Burada ilk günden beri namaz kılmak için izin istediğimde bana, ‘hayır, böyle bir lüksümüz yok' dediler. Dolayısıyla burada 24 gün boyunca dışarıdan duyduğum ezan sesiyle teyemmüm alarak namazlarımı kılıyordum. Günlerce burada bana işkence yaptılar. Bir gün belime bir tabanca, ön tarafıma da bir el bombası koyarak, beni boydan boya koli bandıyla bağladılar. Sonra bana, ‘bu tabancayla çok faili meçhuller, suikastlar yapılmış. Bu bombayı da patlatacağız ve bu tabanca senin üzerinde olduğu için bu kadar faili meçhuller ve cinayetler senin boynuna girecek. Onun için ne biliyorsan söyle' dediler. Ben de Müslüman olduğumu, Müslümanlığımı hiçbir zaman gizlemediğimi, bunu da Allah için yaptığımı ve bu şartlarda bile dinimden taviz vermeyeceğimi hep söyledim."

Kendisini kaçıran polislerin hiç çekinmeden Fethullah Gülen Grubuna mensup olduklarını söylediklerinin altını çizen Uysal, "Bu polisler, Fethullah Gülen'e mensup olduklarını gizlemiyorlardı. Zaten ben de onların Fethullah Gülen grubuna mensup olduklarını kaçırıldığım ilk günden beri biliyordum." şeklinde belirtti.

FETÖ kumpası ile müebbet hapse mahkûm olan Faruk Afşin

İtikatlarının ilk merhalesinin kumpas tertiplemek olduğu belirtilen FETÖ’nün neden olduğu mağduriyetlerden birini de haksız ve hukuksuz bir yargılamayla müebbet hapse mahkûm edilen Faruk Afşin yaşadı/yaşıyor.
Bundan 17 yıl önce evinin önünden "paralelci polisler" tarafından kaçırılarak çeşitli işkencelerden geçirilen ve ardından kendisine ait olmayan bir imzanın altında olduğu ifade tutanağıyla tutuklanan Faruk Afşin, adaletin tecelli etmesini bekliyor.

Faruk Afşin, önce götürüldüğü bir evde çeşitli işkencelere maruz kaldı. Ardından Dülük Baba dedikleri dağlık bölgeye çıkarıldı. Orada kar ve buzun üstünde üstü başı soyularak sistematik işkencelerden geçirildi ve ardından onu dağdan aşağı attılar. Sonra bölgeye başka bir polis ekibini çağırıp, resmi gözaltı uygulamaya başladılar.

Faruk Afşin gördüğü işkenceler neticesinde 5-6 yıl felçli kaldıktan sonra tekrar toparlandı.

Afşin'e, 31 Aralık 2008 tarihinde kendisine ait olmayan ifade tutanağında geçen suçlama ve sahte imzalarla Faruk Afşin müebbet hapse mahkûm edildi. 

'Cevzet Soysal’ı kaçıran yapı Hüseyin Olam’ı da kaçırmış

Bundan tam 19 yıl önce işyerinden kardeşiyle birlikte evine giderken iki Şahin marka aracın önlerini keserek zorla arabaya bindirdiğini söyleyen Hüseyin Olam, konuşmaya fırsat dahi vermeden kendilerini araca bindirdiklerini belirtti.

Olam, kaçırıldıktan sonra polislerin kendisine işbirliği teklif ettiğini ve kabul etmediği için de günlerce kendisine çok ağır işkencelerin yapıldığını söyleyerek, işyerine gidip dükkânından borç defterini getirdiklerini ve borç defterinde ismi yazan birçok kişinin ismini polise vermiş göstererek dosyasına eklendiğine dikkat çekti.

Olam, polisin yapmacık ifadeleri sonucunda, 6 yıl cezaevinde kalıyor.

Ubeydullah Durna olayında FETÖ kuşkusu

Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde 5 Mayıs 2011 yılında PKK’liler tarafından katledilen Ubeydullah Durna olayında da şu ana kadar herhangi bir kişinin dahi yargılanmaması bu olayda da FETÖ'nün parmağı olduğu kuşkularını güçlendirmişti.

Dava avukatı M. Mehdi Oğuz da bu şüpheye dikkat çekerek, "Bu konuya ilişkin olarak o dönemde de ciddi şüphelerimiz vardı. Şehit Übeydullah Durna'nın şehadetinden önce Mustazaflar ile Dayanışma Derneği Yüksekova Şubesi tam 13 kez saldırıya uğramıştır. 13'üncü saldırıda Ubeydullah Durna şehadete kavuşmuştur. Durna'nın şehadetinden yaklaşık bir 10 gün önce dernek tekrar saldırıya uğramış ve yakılmak istenmiştir. Bu sırada dernek başkanı olan şahıs 155 ihbarı arıyor ve emniyette derneğinin göstericiler tarafından saldırıldığını, örgüt mensupları tarafından ateşe verilmek istendiğini ve şu an dumanların dernek içine girmeye başladığını söylüyor. Dernek başkanı, dernek üyeleriyle birlikte dernekte mahsur kaldıklarını bildirmelerine rağmen 155 ihbar hattında bulunan görevli şahısların adeta alay edercesine ‘kimsiniz, nerden arıyorsunuz, bir daha söyleyin, anlaşılmadı, ne dediniz' gibi tamamen polisin müdahale etmesi gerektiği çağrının akamete uğratıldığını gördük." İfadelerine yer veriyor.

Hizb-ut Tahrir’e kumpas

Hizb-ut Tahrir'e de çeşitli kumpaslar kuran FETÖ, hareketin üyelerine "terör örgütüne üye olmak" suçlamasıyla hukuksuz bir şekilde 2 bin yıla yakın hapis cezası verdi.

FETÖ mensubu polisler tarafından gözaltına alınıp, hâkim ve savcıları tarafından da 7,5 yıl hapis cezasına çarpıtılan Köklü Değişim Dergisi Yazarı Aydın Usalp, kumpasa işaret ederek, "İlk tutuklanmam 2009 yılında oldu. O tarihte 23 ilde eş zamanlı bir operasyon gerçekleştirildi. Ben de Diyarbakır'da 12 arkadaşım ile beraber gözaltına alındım. Gözaltında bize Hizb-ut Tahrir'e üye olup olmama sorusuyla birlikte, evlerimizde ele geçirdikleri dergi, kitap ve neşriyatlar suç unsuru olarak soruldu. Ayrıca arkadaşlarımızla bir araya gelip yapmış olduğumuz sohbetler, halı saha maçları ve piknikler örgütsel faaliyet olarak değerlendirildi. Çok ciddi bir hukuk faciası yaşanıyordu. İstanbul'da bir yargılamada bir savcının itirazı üzerine Yargıtay hakimi ‘Bunların her ne kadar şiddet ve cebir içeren bir eylemleri yoksa da yarın öbür gün bir İslam devleti kurduklarında Hıristiyan devletleri İslam devletlerini ilhak etmek istediğinde cihad edeceklerinden bunların terör örgütü olması gerekiyor' diye cevap veriyor. Şimdi bunlar kehanet değil de nedir? Daha gerçekleşmemiş, gerçekleşme vaadinde bulunulmamış bir eylemi olmamasına rağmen zoraki olarak temiz bir kitleye yüklenerek terörist muamelesi yaptılar. Bunun üzerinden cezalar yağdırdılar." İfadeleriyle hukuk garabetine dikkat çekmişti.

Hakimlerin yüzde 90’ı FETÖ’den tutuklandı

2001 yılından itibaren Hizb-ut Tahrir yargılamalarını yapan gerek yerel hâkim ve üyeler olsun, gerek soruşturmayı yapan savcılar olsun ve gerekse de Yargıtay da bulunan üye ve hakimler olsun bunların yüzde 90'ına yakını FETÖ kapsamında tutuklanmış veya açığa alınmıştır. 

HÜDA PAR yöneticilerine ceza veren mahkeme fesh edildi, kendilerini yakalayan emniyet müdürü kadrosu FETÖ’den içeri alındılar

FETÖ’nün kumpaslarına başka bir örnek ise 2011 yılında İslami STK'lara İstanbul'da yapılan operasyonun sonucunda gözaltına alınan 19 kişiden;  HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcıları M. Bahattin Temel ve Sait Şahin ile Rehber TV Genel Yayın Yönetmeni Fikret Gültekin’e verilen 6'şar yıl 3'er ay hapis cezası oldu.

17 Ocak 2011'de "Hizbullah üye ve yöneticisi" oldukları iddiasıyla gözaltına alınan; Mehmet Bahattin Temel, Sait Şahin ve Fikret Gültekin'e örgüt yöneticiliğinden 12’şer yıl, 6’şar ay ceza verilmiş, dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu. Dosyayı yeniden gören yerel mahkeme sanıklara "örgüt üyeliğinden" 6’şar yıl 3’er ay hapis cezası verildi.

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminin yıl dönümüne kısa süre kala, darbe girişiminin karşısında etkin bir şekilde durmuş HÜDA PAR yöneticileri hakkında böylesi bir kararın çıkması kamuoyu tarafından ise dikkat çekici bulundu.

HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı M. Bahattin Temel,  verilen kararın, FETÖ’nün amacına hizmet ettiğini ve FETÖ’nün kurduğu kumpasın hedefine ulaştığını belirterek, şu değerlendirmede bulunmuştu:

"FETÖ kumpası olduğuna dair zerre kadar şüphe olmayan bir dava olduğu herkesin malumu. Düşünün ki, bizi cezalandıran mahkeme fesh edildi. Bizi yakalayan emniyet müdürü, amirleri ve kadrosu bununla beraber bize cezayı veren hâkim cezayı isteyen savcı ve beraberindeki heyet çoğu ya içeriye alındı ya da kaçtı. Böyle bir kararın altında imzası bulunanların bu davası ne kadar adil olabilir. Bunların bize yönelik kasıtları da belliyken, bunların açtığı bir dava nasıl bir doğruluğa sahip olabilir? Bu tamamen yanlış, önyargılı kötü niyetli bir karardır. Bunu, Rabbimizin bizim için hayra çevireceğine inanıyorum,  ondan sonra halkımızın takdirine bırakıyorum."

Türkiye için yeni bir milat olan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından toplumun tüm kesimleri gerçek manada bir değişim, yenilenme, özellikle başta yargı kurumları olmak üzere adalet anlayışının tüm kamu kurumlarında yeniden tesisi için adım atılmasını bekliyor.

Vesayetçi odakların hâkimiyetinde fazlasıyla yıpranan bu kurumların ıslah edilmesi ve yeniden yapılandırılması gerektiği tüm kamuoyunun ortak talebiyken, tasfiye edilen bir 'Paralel Devlet Yapılanması'nın ardından yeni bir grubun; yargıda, orduda, emniyette kısacası askeri ve sivil bürokraside yeni bir örgütlenmeye girme olasılığı da toplumu kaygılandırıyor.

15 Temmuz gecesi yerel ve uluslararası tüm vesayet odaklarına büyük bir ders veren Türkiye halkı, geçmişte bu odaklar eliyle yaşadığı acıları ve mağduriyetleri yeniden yaşamak istemiyor.

FETÖ/PDY ve ondan önce 28 Şubat aktörlerinin neden olduğu mağduriyetlerin de artık giderilmesini bekleyen kamuoyu, geç kalınmış adımların artık atılmasını talep ediyor. (İLKHA)

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.