6-8 Ekim vahşeti ABD bilgisi ve talimatı ile gerçekleştirildi!
HÜDA PAR Genel Merkezi haftalık olarak yayımladığı gündem değerlendirmesi ile gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
İç ve dış gündeme dair açıklamaların yer aldığı gündem değerlendirmesinde 6-8 Ekim Kobani bahaneli olaylarda yaşanan vahşet bir kez daha telin edilirken, yaşanan olaylar sonrası devam eden yargı sürecinde yaşanan eksikliklere dikkat çekilerek, yaşanan katliamın azmettiricileri ve buna göz yuman yetkililerin de soruşturmaya dâhil edilmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
Son günlerde derin yapıların yine işbaşında olduğu Adana da yaşanan Cami provokasyonuna da dikkat çekilen açıklamada, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve kimi hükümet yetkililerinin bu yöndeki olumlu beyanatlarına rağmen camilerde 28 Şubat döneminin keyfi uygulamalarının yeniden görülmeye başlamasını hayra alamet olmadığı ifade edildi.
28 Şubat ve FETÖ Paralel yargısının verdiği kararlar sonucu mağdur edilen insanların yaşadığı mağduriyetlere de dikkat çekilen açıklamada, verilen kararların yeniden gözden geçirilmesi ve oluşturduğu mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Açıklamada, “Geciken adalet, adalet değildir ve hiçbir gerekçe bu mağdur insanların mağduriyetinin sürmesini izah etmeye yetmeyecektir.” uyarısında bulunuldu.
Suudi Arabistan'ın başını çektiği koalisyonun Yemen'de bir taziye evini bombalaması sonucu yaşanan vahşete de dikkat çekilen açıklamada, işlenen katliam şiddetle kınanırken, İslam ülkeleri idarecilerine de ümmete her gün yeni Kerbelalar yaşatan savaşın durdurulması ve diyalog ile sağlanacak bir çözüme yoğunlaşmaları çağrısında bulunuldu.
Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan mülteciler konusuna da değinilen açıklamada, haçlı zihniyetinin temsilcisi Avrupalı devletlerin, ülkelerine sığınan insanları “yardım edilmesi ve ihtiyaçları giderilmesi gereken mazlumlar” olarak değil, “kazançlarına bedavadan ortak olmak isteyen hırsızlar” gözüyle baktığını söyledi.
Açıklamanın tam metni:
6-8 EKİM OLAYLARININ YILDÖNÜMÜ
6-8 Ekim 2014, bu coğrafyada eşine az rastlanır bir barbarlık ve vahşetin yaşandığı tarihtir.
Kürt halkına sözüm ona özgürlük vadeden PKK ve siyasi uzantısı HDP’nin çağrısı üzerine sokağa dökülen organize olmuş çeteler, üç gün boyunca Kürt halkına adeta cehennem hayatı yaşattılar. Yakılan yıkılan evler, işyerleri, dernekler, parti binaları; barbarca ve vahşice katledilen insanlar; barikat ve çukurlarla kapatılan sokaklar, caddeler… Kısaca insanlık hedef alındı ve insanlığa karşı suç işlenerek mazlum bir halk, hayâsızca saldırılarla esir alındı.
Bütün bunlar yaşanırken varlık nedeni halkın can ve mal güvenliğini sağlamak olan devletin kolluk görevlilerinin olayları seyretmekle yetinmesi ise sadece acziyetle açıklanamaz.
Senaryosu dışarıda yazılmış 15 Temmuz darbe girişimine giden yolda döşenen bir taş olan 6-8 Ekim olayları ve PKK’li çetelerce gerçekleştirilen katliamların bütün yönleri ile etkin bir şekilde soruşturulması halinde, ısrarla gizlenmeye çalışılan kirli ve karanlık ittifaklar da deşifre olacaktır.
Yaşanan bu olayları ve Kürt halkına reva görülen bu katliamları ABD’nin emperyalist planlarından bağımsız düşünmek isabetli değildir. PKK/YPG’yi Suriye’de kara gücü olarak kullanan ABD, Türkiye’deki elçilik ve özellikle Adana konsolosluğu üzerinden Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinde de sinsi faaliyetler yürütmüş, Kürtler arasındaki İslami damarı PKK/HDP’yi kullanarak 6-8 Ekim’de ezmek istemiştir. 6-8 Ekim vahşetinin ABD’nin bilgisi ve talimatı doğrultusunda gerçekleştiği, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha net görülmeye başlanmıştır.
Bütün bu gerçekleri hiçbir gizli yön kalmayacak şekilde açığa çıkarmak için 6-8 Ekim olayları ile ilgili soruşturmalar derinleştirilmeli, katliamın azmettiricileri ve buna göz yuman yetkililer de soruşturmaya dâhil edilmelidir.
Bu anlamda Sayın Başbakan’ın “6-8 Ekim olaylarının hesabı daha görülmedi” sözü bu yöndeki önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. 6-8 Ekim olaylarının hesabını adalet temelinde eksiksiz görerek ma’şeri vicdanı rahatlatma, hükümetin boynunda bir borç olarak durmaktadır.
ADANA’DA BAZI CAMİLERDE 28 ŞUBAT UYGULAMALARI
Camiler Allah’ın evleri, Beytullah olan Kabe’nin birer şubesidir. Camilerimizin tamamını halkın bizatihi kendisi ya doğrudan, ya da verdiği vergilerle dolaylı olarak yaptırmıştır. Hal böyle iken camileri bir devlet dairesi gibi görmek, giriş-çıkışlar veya ibadet için belirli süreler tayin etmek, özellikle bunlar için resmi izin şartı varmış gibi 28 Şubat döneminin keyfi uygulamalarının bazı yerlerde yeniden görülmeye başlaması hayra alamet değildir.
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez ve kimi hükümet yetkililerinin bu yöndeki olumlu beyanatlarına rağmen camilere resmi kurum muamelesi yapılması ve Adana ilindeki bazı camilerde, cami görevlilerinin 28 Şubat zulümlerini hatırlatan uygulamaları oldukça düşündürücü, üzücü ve endişe vericidir.
Günün herhangi bir vaktinde namaz kılmak ve Kur’an okumak gibi her türlü ibadet için camilere gelen insanların herhangi bir yolla engellenmeye çalışılması hem ibadet hürriyetini kısıtlamaya yönelik bir suç hem de camilerin varlık nedenine aykırı bir tutumdur. Allah’ın evine O’na kulluk için gelmiş bir kişiyi, Allah’ın evinden kovmak kimsenin haddi değildir.
28 ŞUBAT VE FETÖ YARGISI MAĞDURLARI
15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’nün gerçek yüzü görülmüş, ele geçirdiği yargı ve emniyet makamlarını kendisinden olmayanlara karşı bir silah gibi kullandığı anlaşılmıştır.
Bazı kumpas dosyalarında –isimsiz/sahte ihbar maili veya mektubunu gönderen polis memurundan, gönderten emniyet müdürüne; iddianameyi hazırlayan savcı ve kararı veren hâkimlerden, temyiz incelemesini yapan Yargıtay üyelerine kadar- imzası bulunan herkesin bu örgüt ile bağlantısı tespit edilmiş ve bu gerekçe ile görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Buna rağmen darbeci fesat şebekesine mensup emniyet ve yargı birimleri tarafından yürütülen soruşturmalar ve göstermelik yargılamalarla mahkûm edilen mağdurların birçoğu için henüz bir adım atılmamıştır.
Paralel yargının verdiği kararların gözden geçirilmesi ve oluşturduğu mağduriyetlerin giderilmesi gerekir. Geciken adalet, adalet değildir ve hiçbir gerekçe bu mağdur insanların mağduriyetinin sürmesini izah etmeye yetmeyecektir. Mağduriyetlerin devam ediyor olması darbe sonrası oluşan toplumsal mutabakatın ruhuna da zarar vermektedir. Bu meselenin hem dünyevi hem de uhrevi vebalinin olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, hükümeti bu konuda acilen adım atmaya davet ediyoruz.
YEMEN SALDIRISI
8 Ekim Cumartesi günü Suudi Arabistan'ın başını çektiği koalisyon güçlerinin Yemen'de bir cenaze evini bombalaması üzerine yüzlerce masum insan katledildi, yüzlercesi de yaralandı.
Sivilleri hedef alan bu insanlık dışı katliamı ki; haram aylardan olan Muharrem ayında gerçekleştirilen bu vahşeti sergileyen zalimleri şiddetle kınıyoruz. Adeta Suriye'nin rövanşına çevrilen Yemen'de Müslüman halk büyük acılar yaşıyor ve Halep’teki kardeşleri gibi açlıkla boğuşuyor.
Suriye, Yemen ve Irak başta olmak üzere İslam coğrafyasını kan gölüne çeviren iç savaşlar var olan sorunları daha da derinleştirmektedir. İslam ülkelerinin idarecileri ümmete her gün yeni Kerbelalar yaşatan savaşın durması ve diyalog ile sağlanacak bir çözüme yoğunlaşmalıdır. Kendi aramızda halletmemiz gereken ve halledebileceğimiz sorunları küresel güçlere havale etmenin sorunları çözmediğini ve kendi evimiz içindeki bu savaşın hepimizi vurduğunu artık görmeliyiz.
AVRUPA’NIN MÜLTECİ POLİTİKASI
Uygarlığının temellerini çıkar üzerine bina eden Batı, her konuya bu zaviyeden yaklaşıyor ve ürettiği politikaların merkezine de çıkarlarını yerleştiriyor. Batı’nın her konuda olduğu gibi “mülteciler” konusundaki bakışı da bu şekildedir.
Avrupalı devletlerin, ülkelerine sığınan insanları “yardım edilmesi ve ihtiyaçları giderilmesi gereken mazlumlar” olarak değil, “kazançlarına bedavadan ortak olmak isteyen hırsızlar” gözüyle baktığı ortadadır. Mültecilere bırakın yardım etmeyi, onların üzerlerinde taşıdıkları değerli eşyalarına ve zekâ düzeyi yüksek olduğunu tespit ettikleri çocuklarına dahi el koyan bir anlayışın insanlığa vereceği hiçbir şeyi yoktur.
Birkaç ülke hariç, dünyanın kayıtsız kaldığı mülteci krizi devam ederken Avrupa Birliği’nin dokuz ay önce aldığı “Avrupa Sahil Güvenlik Birimleri” oluşturma kararının yürürlüğe konması endişe vericidir. Esasen bu karar, daha önce de yapılan mülteci botlarının batırılması faaliyetlerine resmi bir hüviyet kazandırma anlamı taşımaktadır.
Bu birimlere mültecilerin bindiği ve içinde kadın ve çocukların da bulunduğu botları geri döndürme, olmasa batırma görevi verilmesi dünyaya barış, demokrasi ve insan hakları pazarlama iddiasındaki Batı’nın gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
HÜDA PAR GENEL MERKEZİ
Kaynak:HÜR24 Haber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.