Arazi kavgalarının sebebi töre öyle mi?
Gazeteci Osman Gülebak'ın, "Arazi kavgalarının sebebi töre öyle mi?" adlı yazısı:
Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa'nın Siverek ilçesine bağlı Çeltik Köyünde aynı aşiret mensupları arasında arazi anlaşmazlığı yüzünden çocukların gözü önünde içerisinde kadınların da olduğu 4 kişi katledilirken olay yerinden kaçanların çarptığı 2 kişi ile birlikte toplam 6 insanımız hayatını kaybetti. Bu insanlarımız bölgemizde yıllardır devam eden arazi anlaşmazlığı sorununun son kurbanları...
Bu olayın ardından gözler yine bölgeye çevrildi. Sosyal medyada, TV'lerde, gazetelerde herkes bir şeyler söyledi. Bölge insanına şaşı bakmaya devam eden modernizmden beslenen aydınlar, daha önce olduğu gibi bölgenin tarihsel geçmişini ve yerel dinamiklerini göz önünde bulundurmadan olayı töre, aşiret ve feodal yapı üzerinden okuma gibi ir kolaycılığına kaçtılar.
Elbette sosyolojik olayları tek bir sebeple açıklamak mümkün değildir. Ama en büyük sorun, yaşanan bu toplumsal travmalara yanlış perpesktiften bakmaya çalışmaktır. Tarihsel ve toplumsal gerçeklerimizle örtüşmeyen Modernizminden aşırdıkları kavramları kullanarak çözüm aramak bırakın sorunu çözmeyi belki de sorunu daha da çıkmaza sokacaktır.
Peki, bölgede özellikle arazi anlaşmazlığı yüzünden yaşanan bu ve benzer olayların gerçek sebebi nedir?
Bugün İslam dünyasında yaşanan hangi sorunu araştırırsanız araştırın, bu araştırma sizi; İslam coğrafyasında devletler tarafından uygulanan yanlış Batılılaşma politikalarına götürecektir. Osmanlı'nın Batı karşısında yenilgisiyle başlayıp Türkiye'nin kurulmasıyla devam eden Batılılaşma hareketi, İslam coğrafyasına uymayan ama Batıcı yönetici ve aydınlar tarafından bu halka zorla giydirilen bir deli gömleğidir. Bölgede yaşanan bu toprak kavgalarının sebebiyle bunun ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim... Biraz sabredin...
İsterseniz biraz geriden başlayalım...
Tanzimat ve 1858 Arazi Kanunnamesi'ne kadar geçen süreçte genelde İslam dünyasında ve Osmanlı'daki toprak düzeni ve bu düzen üzerinden ortaya konulan beşeri ilişkiler, batıdaki serf-senyör ilişkilerinden farklıdır. Toprağın kontrol hakkı (rakabe ) yani miri düzende toprağı kullanma hakkı mertebeli olarak tımar sahiplerinindir ki; bunlar, toprak üzerinde yaşayanların maliki değil devletin memurudurlar. Suistimal veya başarısızlık durumunda hemen değiştirilirlerdi. İslam fıkhına uygun olan bu sistem, devletin Batılılaşmasıyla birlikte değişime uğradı. Tanzimat ile başlayan meş'um süreçte çıkarılan 1858 Arazi Kanunnamesi ilk defa toprak üzerinde özel mülkiyete kapı aralamış oldu.
Bunun yanında devlet otoritesi zayıflayan devlet, yüzyıllardır toplumu aşağıdan yukarıya doğru örgütleyen miri düzeni terk ederek tüm geleneksel-toplumsal birimlere eşit mesafede durdu. Batılılaşmanın etkisiyle de bu sefer içlerinden birini yanına alarak diğerleri üzerinde otoritesini sağlama yoluna gitti. Bu da önce toprak düzeninin bozulmasına ardından da buna paralel olarak toplumsal düzen bozulmasına; aşiret ve kabilelerin birbirilerine düşman olmalarına sebep oldu.
Bu sorunun ikinci adımı da Cumhuriyet ile birlikte geldi. Osmanlı bakiyesi olarak kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, 2. Mahmut dönemi ile başlayan Batılılaşma sürecini hızlandırarak devam ettirdi.
Bu kapsamda 1926'da çıkarılan Medeni Kanunu kapsamında birçok miri toprak özel kişilerce düşük bedellerle hazineden satın alınması, giderek fiili işgallere konu olması, büyük değer taşıyan devlet topraklarının sayılı kişilerin eline geçmesine, bunların rantiye durumunu kazanmasına sebep oldu. (1)
Yine yeni rejimin kurulduğu ilk günlerde rejime karşı ayaklanan kesimleri bastırmak isteyen devlet, yanına almak istediği büyük aşiretlere geniş topraklar dağıttı. Yine aynı dönemlerde, bölgeden tehcir yaşayan Gayri Müslimlere ait toprakların belli aşiretlere verildi. Bu da bugün bölgede oluşan ağalığın temelini oluşturan faktör oldu.
Aynı şekilde bölgede yıllardır yaşanan şiddet odaklı politikalar, ekonomik ve kültürel mahrumiyetler, yaşanan baskılar, göçe zorlanan insanlar, faili meçhul cinayetler, sağlık, eğitim,altyapının yetersizliği, bölge insanının korucu yada örgüt arasında iki tercihten birine zorlanması gibi sebepler toplumun giderek şiddette meyletmesinde etkili faktörlerdir.
Bölgede dinin etkisinin giderek azalması da başka bir faktör olarak önümüze çıkıyor. Cumhuriyetle bitlikte din yeni rejim tarafından büyük baskı altına alınmış, bölgenin alimleri, şeyhleri itibardan düşürülmüş. Bölgede İslami ilimlerde alim olan ve ihtilafları çözen manevi şahsiyetler, sosyal kontrol rolü gören zatlar ve insan yetiştiren medreseler önce Cumhuriyetin takip ettiği sindirmeci politikalar, sonrasında da PKK tarafından tasfiye edildi. Dinin sosyal hayattan bu şekilde tasfiye edilmesi, toplumda ciddi kırılmalara sebep olmuştur.
Bu olayların bir başka sebebi de devletin son dönemlerde bölgede tarım arazileriyle ilgili attığı yanlış adımlar... Geçmiş başbakanlardan Bülent Ecevit döneminde Toprak reformuyla 'Ağa' denilen zengin kişilerden alınan arazilerin usulsüz yollarla geri verilmesi, toplulaştırma ile ilgili yaşanan sorunların çözüme kavuşamaması...
Peki, bölgede iddia edildiği gibi Feodal yapı var mı? Sözü yazar Ali Bulaç'a bırakalım...
Batılılaşma politikalarının bir sonucu olan bölgedeki ağalık düzeni her ne kadar feodaliteyle benzerlik gösterse de buna feodalite demek mümkün değildir. Çünkü feodalite düzeni, Batı toplumunun bir gerçeğidir ki bunun İslam toplumunda bir karşılığı yoktur. Feodalite, kırın medeniyete, köylülüğün şehre hakimiyet kurmasıdır. Feodal ilişkinin esasını serf-senyör ilişkisi tayin eder. Feodaliteden süzeren ile vasallar arasındaki belirli münasebetin olduğu yerde söz edilebilir. İslam coğrafyasında derebeylik sistemi olmadığı gibi feodalite de yoktur. (2)
Dipnotlar:
1-www.nfku.com
2-Ortadoğu'dan İttihadul İslam'a (Ali Bulaç)
Kaynak:HÜR24 Haber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.