'Bu ortamda rejim değişikliğini içeren anayasa yapmanın demokratik meşruluğu yok'
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Türkiye'nin içinde bulunduğu olağanüstü hâlde ‘anayasal kamuoyunun' oluşması için ortam ve koşulların bulunmadığını belirterek "Bu ortamda yapılacak anayasa değişikliği, hele de bir rejim değişikliğini kapsamına alan anayasa değişikliğinin demokratik meşruluğunun olmadığını söylemek için anayasa hukukçusu veya siyaset bilimci olmaya gerek bulunmamaktadır" dedi.
Daha önce MHP'den milletvekili adayı olan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Hasan Tunç ise Türkiye'nin şu an bir sistem arayışı içinde olduğunu, parlamenter sistemin de tam anlamıyla uygulanmadığını söyledi ve "Şu an öngörülen sistemi tüm unsurlarıyla görmeden bu sistem Türkiye'ye şu yönüyle faydalıdır, veya Türkiye'ye bu yönüyle zararlıdır demek için erken. Sistemi tam anlamıyla alırsanız, tüm kurum ve kuruluşlarıyla uygulamak yönünde sistemi mantığına uygun işletirseniz sorun olmaz. Ama mantığından uzaklaşırsanız sistem kendi içerisinde arızalar meydana getirir" diye konuştu.
GETİRİLMEK İSTENEN SİSTEM NE?
AK Parti'nin anayasa değişikliği taslağını MHP'ye sunmasının ardından Türkiye'de başkanlık sistemi tartışılıyor. Basında yer alan haberlere göre, AK Parti'nin MHP'ye ulaştırdığı anayasa değişiklik paketinde sistemin adı ‘cumhurbaşkanlığı' olarak kalıyor. Getirilmek istenen sistemde, bakanlar Cumhurbaşkanı tarafından dışarıdan atanacak, bakan atanan milletvekilleri ise istifa edecek. Cumhurbaşkanı yürütmenin alanına giren konularda kararname çıkartabilecek. Cumhurbaşkanına soruşturma açılması için 367, Yüce Divan'a sevk için de 413 milletvekilinin olumlu oy vermesi gerekecek.
‘BENİM DEMOKRASİ VE ANAYASA ANLAYIŞIMA TERS DÜŞÜYOR'
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, AK Parti'nin MHP'ye sunduğu ve başkanlık sistemini getiren anayasa değişikliği taslağını Sputnik'e değerlendirdi. Anayasa değişikliği taslağının kamuoyuyla açık bir şekilde paylaşılmamasını eleştiren Kaboğlu, "Açıkçası anayasa yapım koşullarına uygun olmayan bir sürecin meşrulaştırıcı parçası olmak istemiyorum. Çünkü burada Türkiye'nin anayasasını, rejimini yeniden inşa etmek isteyen birtakım kişiler kapalı kapılar arkasında birtakım görüşmeler yapıyorlar ve onlar metni ortaya çıkarmadan kamuoyuna bilgiler sızdırıyorlar, bize tartıştırıyorlar ve bu yolla kendi çalışmalarına bizi de ortak etmek suretiyle meşrulaştırmaya çaba gösteriyorlar. Bu, benim demokrasi ve anayasa anlayışıma ters düşüyor" dedi.
‘ANAYASA YAPIM SÜRECİ BAKIMINDAN CİDDİ BİR GERİLEME VE ÇELİŞKİLER VAR'
Kaboğlu, anayasayı değiştirmek için 2011'de 4 partinin uzlaşmasıyla Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulduğunu ve o komisyonun başkanlık sistemi önerisi nedeniyle dağıldığını kaydederken
"Şimdi AK Parti ve MHP kapalı kapılar arkasında bir pazarlık yoluyla bir metin ortaya çıkardılar ve bu metin kamuoyundan saklanan bir metin. Burada esas yöntem olarak gerileme şudur; 4 partinin olduğu bir masa vardı, 60 madde ortaya çıktı, başkanlık o masayı dağıttı. İkinci masa Anayasa Mutabakat Komisyonu çalışmaya başlamadan dağıldı başkanlık yüzünden. Mini paket üç partiye indirgendi ama ne olduğu açıklanmadı. Dördüncüsü ise Devlet Bahçeli geçen yıl ‘Cumhurbaşkanı anayasal sınırlarına çekilmeden kendisi ile aynı masaya oturmam' dediği halde bu kez ‘Cumhurbaşkanı'nın anayasal sınırlara çekilmesi koşulundansa Cumhurbaşkanı'nın durumuna uygun bir anayasal düzenleme yapalım' dedi. Burada görüldüğü gibi iki önemli nokta var; anayasa yapım süreci bakımından ciddi bir gerileme var, ikincisi, ciddi çelişkiler var. Bunları görerek ancak Bahçeli'ye yapılan önerinin ne olduğuna bakmamız gerekiyor. Bunları değerlendirmezsek o zaman belki de MHP'nin ve AK Parti'nin bizim bilmediğimiz pazarlık sürecinin bir parçası haline gelme riskimiz var."
‘REJİM DEĞİŞİKLİĞİ KURUCU MECLİS TARAFINDAN ÜSTLENİLMESİ GEREKEN BİR GÖREV'
Ortada açıklanmış bir metnin olmadığını, sadece MHP ya da AK Parti tarafından yapılan açıklamalar bulunduğunu kaydeden Kaboğlu, "Onlar daha çok kelime oyunu şeklinde başkan mı cumhurbaşkanı mı biçiminde açıklamalar yapıyorlar. Ama bu çerçevede kamuoyuna yansıyanlar bağlamında bunun bir rejim değişikliği olduğu görülüyor. Rejim değişikliği, yasama ve yürütme yetkilerinin ve yasama ile yürütme arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlendiği bir anayasal değişiklik rejim değişikliğini ifade eder. Demek ki burada bir rejim değişikliği söz konusu. Böyle bir rejim değişikliği aslında bazılarının telaffuz ettiği üzere devletin yeniden inşası biçimindeki bir anayasal çalışma esasen bir kurucu meclis tarafından üstlenilmesi gereken bir görevdir" diye konuştu.
‘SERBEST TARTIŞMA ORTAMININ BULUNMADIĞI KOŞULLARDAYIZ'
Türkiye'de şu an olağanüstü hâl koşullarının bulunduğunu kaydeden Kaboğlu, "Siz bir rejim değişikliğini kurucu meclise girmeden bu meclise yaptırmak istiyorsunuz, ama olağanüstü hal altında, serbest tartışma ortamının bulunmadığı bir ortam ve koşullarda bu açıdan bakıldığı zaman, evet anayasa metninde rejim değişikliği de olabilir, başkanlık rejimi de olabilir, başka şeyler de olabilir ama bunun acaba yapım ortam ve koşulları var mı, buna bakmamız gerekir. Ki buna baktığımız zaman da karşılaştırmalı anayasa hukuku verileri ışığında böyle bir sürecin demokratik meşruluk açısından hayli sorun yaratacağı ve sıkıntılı olacağını söylememiz mümkündür" dedi.
‘ŞU ANDA ANAYASAL KAMUOYUNUN OLUŞMASI İÇİN ORTAM VE KOŞULLAR BULUNMUYOR'
Türkiye'nin, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından olağandışı bir ortamda yaşadığını vurgulayan Kaboğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hak ve özgürlüklerin olağanüstü hal rejimi altında iyice sınırlandığı, kısıtlandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün, toplu özgürlüklerin hemen hemen askıya alındığı bir ortam, anayasal kamuoyunun oluşmasını engelleyen bir ortam. Yani anayasal bilgilenme hakkı şu anda Türkiye toplumunun, yani anayasanın muhatabı olan kişilere, geleceğin kuşaklarına yönelik ne yapılmak istendiği konusunda doğru ve gerçek bilgilenme hakkına sahip değiller. Anayasal kamuoyu diyebiliriz buna. Türkiye'de şu anda anayasal kamuoyunun oluşmasına ilişkin ortam ve koşullar bulunmamaktadır. Bu da olağanüstü hâlin daha da katmerleştirildiği bir konudur. Bu çerçevede olağanüstü hali bir fırsata çeviren düzenlemeler mevcuttur. Ortam ve koşullar, yapım koşulları böyle bir tehlikeyi, yani bir tür anayasa dışı söylem, işlem ve eylemlerde bulunan kişinin durumuna uygun bir anayasal düzenleme girişiminin olduğunu görebiliyoruz. Bunun ipuçları var. Haliyle bu açıdan olağanüstü hali bir an önce kaldırma gerekliliği ve Türkiye'nin yönetimini normalleştirme gerekliliğinin tam tersine bir tür anayasal olağanüstü rejimin ipuçlarını görebiliyoruz."
‘MHP ANAYASA'NIN ASKIYA ALINDIĞI BİR ORTAMDA GÖRÜŞME YÜRÜTTÜĞÜNÜ KABUL ETMİŞ OLUYOR'
Olağanüstü hallerde ve ‘anayasal kamuoyu'nun mevcut olmadığı durumlarda anayasa değişikliğinin yapılmasının, karşılaştırmalı anayasa hukuku verilerine aykırı olduğunu ve ciddi bir meşruluk krizini ortaya çıkartacağını ifade eden Kaboğlu, şöyle devam etti:
"Az önce de söyledim, dört partiyle yola çıkıldı, şimdi iki parti kaldı. İktidar partisi ve Meclis'teki en küçük muhalefet partisi. O iki partinin de kapalı kapılar arkasında birtakım görüşmeleri söz konusu. Hem iki partiye indirgenmiş bir süreç, hem de saydam değil kapalı yürüyen süreç. O iki partiden MHP de kendi içerisinde kan kaybına uğrayan bir parti durumunda. Böyle bir durumda MHP lideri Bahçeli'nin kalkış noktası şu idi; ‘Bu durum anayasa dışı bir durumdur, anayasa dışı bir durumda olduğumuza göre buna bir formül bulmalıyız' diyen kişi şimdi ‘CHP nazlanma, sen de gel' diyor. İyi de, eğer anayasa dışı bir durum var ise eğer, bunu kendisi kabul ediyor, CHP'yi anayasa dışı ortamda oluşturulan bir müzakere masasına çağırma yerine iktidarı önce ‘anayasaya saygı gösterin' biçiminde bir çağrıya muhatap kılması gerekmiyor mu? Böylece muhalefet partisinin kendisi de esasen bütün bu görüşmelerin anayasa dışı bir ortamda, yani anayasanın askıya alınmış olduğu bir ortamda görüşme sürecini bir bakıma kabul etmiş, itiraf etmiş oluyor ki bu da tabii ki esasen kaygı verici bir durumdur, hele hele bir partinin milletvekillerinin bir kısmının hapishanede olduğu, anamuhalefet partisinin tamamen dışlanmış olduğu bir ortam mevcuttur. Bu ortamda yapılacak anayasa değişikliği, hele de bir rejim değişikliğini kapsamına alan anayasa değişikliğinin demokratik meşruluğunun olmadığını söylemek için anayasa hukukçusu veya siyaset bilimci olmaya gerek bulunmamaktadır."
2011 seçimlerinde MHP'den milletvekili adayı olan ve şu anda Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi olan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Hasan Tunç da AK Parti'nin MHP'ye sunduğu taslağı Sputnik'e değerlendirdi.
‘YÜRÜTMENİN YASAMAYA BELLİ ÖLÇÜDE MÜDAHALESİ OLACAK'
Tunç, tartışılan sistemin isminin önemli olmadığını ifade ederek "Adının cumhurbaşkanı olması, devlet başkanı olması veya kral, şef, imparator olmasından çok ortaya konulan sistemin ana özellikleri itibariyle sistemdeki temel kriterler neler, ona bakarız" dedi. Klasik başkanlık sisteminde yasama ve yürütmenin birbirinden ayrı kaynaktan seçildiğini, yasama organının yürütme organını en azından görev alanı ve görev süresi itibariyle etkileyemediğini ve başkanın yürütmenin tek temsilcisi olduğunu anlatan Tunç, şöyle devam etti:
"Bu yönüyle baktığımızda basına yansıyan şekliyle ele aldığımızda adı cumhurbaşkanlığı da olsa bu anlamda özellikle başkanlık sisteminin esas alındığı, ancak başkanlık sisteminden farklı temel birtakım özelliklerin de olduğu biraz karma sistem gibi bir görüntü var" dedi. Başkanlık sisteminde yasama ve yürütmenin birbirlerinin görevine son verebilmesinin mümkün olmadığını ancak önerilen sistemde cumhurbaşkanına kendisiyle birlikte meclisin görev süresini sona erdirme şeklinde bir yetki verildiğini kaydeden Tunç, "Yani yürütmenin yasamaya belli ölçüde müdahalesi söz konusu olacağı söyleniyor" dedi.
‘BAŞKANLIK SİSTEMİNE YAKLAŞAN KARMA SİSTEM'
AK Parti'nin teklifinde nitelikli çoğunlukla yasamanın da yürütmenin yargılanmasını sağlayacak denetim mekanizmasını işletme hakkından bahsedildiğini kaydeden Tunç, "Dolayısıyla başkanlık sistemiyle belirli ölçülerde klasik örneğini Fransa'da gördüğümüz yarı-başkanlık sisteminin ve parlamenter sistemin bazı özellikleri eklenerek bir karma hükümet sistemi tarzında bir yapı oluşturulmuş. Klasik anlamda ne başkanlık sistemi diyebiliyoruz, ne yarı başkanlık sistemi ne de parlamenter sistem diyebiliyoruz. Genel anlamda daha çok başkanlık sistemine yaklaşan karma bir sistem özelliği var gibi geliyor bana.
‘ŞU SİSTEM İYİ BU SİSTEM KÖTÜ YAKLAŞIMI DOĞRU DEĞİL'
Tunç, başkanlık veya parlamenter sistem tartışmalarında "Şu sistem mükemmeldir, bu sistem çok kötüdür" tarzı yaklaşımların doğru olmadığını ifade ederken "Her sistemin kendi mantığı ve kendi felsefi bir altyapısı vardır. Dolayısıyla sistemler kendi şartları içerisinde ancak mükemmel sonuçlar ortaya koyarlar. Mesela başkanlık sistemi ABD'de çok mükemmel sonuçlar ortaya koyarken, son dönemde kısmen Brezilya, Venezüella gibi başarılı örneklerine rastlanıyor olmakla birlikte Güney Amerika ülkelerinde çok başarılı olamadığını görüyoruz. Dolayısıyla ülkenin genel anlamda demokratikleşme düzeyi, sosyokültürel seviyesi, eğitim durumu, ülkenin toplumsal yapısının bölünmüş veya bütünlük arz eden bir konumda olup olmaması gibi çok farklı unsurlar hükümet sistemini etkiler" dedi.
Şu an Türkiye'deki uygulama açısından mevcut hükümet sisteminin tam anlamıyla parlamenter, yarı-başkanlık veya başkanlık sistemi olmadığını, ‘karma-melez' bir sistem özelliği taşıdığını söyleyen Tunç, şöyle konuştu:
"Dolayısıyla burada birtakım sorunları aşma adına böyle bir dönüşümün ne getirip ne götüreceğini şu an için çok iyidir, çok kötüdür tarzında bir yaklaşımla değerlendirmek bana doğru gelmiyor. Bunlar uygulamayla ortaya çıkabilecek ve şu anki Türkiye'nin kendi ortaya koyduğu sosyo-kültürel seviye, eğitim durumu, demokratikleşme düzeyi ve zihniyeti bunu belirleyecek en temel etkendir. Takdir edersiniz ki ben bir ilim adamıyım. O nedenle siyasi bir yaklaşımla ‘Çok mükemmel olacaktır' veya ‘Çok kötü olacaktır' tarzı bir söylem bizim açımızdan tercih edilen bir söylem olamaz. Ama şu bir gerçek, şu an Türkiye'de bu anlamda belirli bir sistem arayışı var. Bu sistem arayışının ortaya koyduğu sonuç ne olmalıdır noktasında ülkenin temel altyapıları burada önem arz ediyor. O nedenle tam anlamıyla sistemin özelliklerini göremediğimiz için böyle bir net değerlendirme yapabilmemiz oldukça zor geliyor bana. Şu an için o konuda cevap verebilmek, bu yönde bir değerlendirme yapmak için erken."
‘TÜRKİYE BİR SİSTEM ARAYIŞI İÇİNDE'
"Şu an Türkiye zaten bir sistem arayışı içerisinde. Çünkü ne parlamenter sistemi uygulayabiliyoruz, ne yarı başkanlığı, ne de başkanlığı uygulayabiliyoruz" diyen Tunç, 1982 Anayasası'nda cumhurbaşkanına parlamenter sistemle ilgisi olmayan yetkilerin verildiğini ifade ederek "Bu düzenlemeler, parlamenter sistemin genel mantığından uzaklaşmasına ve sistemi işlemesinde birçok sorunun doğmasına yol açtı. Onun için diyorum ki şu an öngörülen sistemi tüm unsurlarıyla görmeden bu sistem Türkiye'ye şu yönüyle faydalıdır, veya Türkiye'ye bu yönüyle zararlıdır demek için erken. Sistemi tam anlamıyla alırsanız, tüm kurum ve kuruluşlarıyla uygulamak yönünde sistemi mantığına uygun işletirseniz sorun olmaz. Ama mantığından uzaklaşırsanız sistem kendi içerisinde arızalar meydana getirir. Sayın Cumhurbaşkanı'nın ‘Bu Anayasa bu topluma dar geliyor' söylemleri aslında bu gerçeği ortaya koyuyor. Biz tam anlamıyla bir sistemi uygulamıyoruz, sistemi adeta yamalı bohça haline getirmişiz, yamalı bohça haline getirdiğimiz sistem de kendi içinde arızalar veriyor. O nedenle gelen sistemi tüm unsurlarıyla görmeden, özellikle bazı noktalarda muhalefet partilerinin görüşlerine göre yetki, denetleme konularında birtakım değişikliklerin söz konusu olabileceği ifade ediliyor. Sistemin genel mantığındaki temel dinamikler de orada belirlenir. Yani denge-denetleme dediğimiz unsurlar itibariyle sistemi işleyişini belirleyecek en önemli noktalar orada ortaya çıkacaktır. Onları görmeden de tam anlamıyla ülke gerçekleriyle karşılaştırılan bir değerlendirme yapmak bana erken geliyor" diye konuştu.
Tunç, bir dönem MHP'de siyaset yaptığını ancak şu anda bir bilim adamı olarak MHP'nin tavrını değerlendirmesinin doğru olmayacağını ifade ederken MHP içinden başkanlık sistemine yönelik itirazlarla ilgili "Gayet normaldir, MHP'nin 40 küsur milletvekilinden bazıları mevcut yönetimin iradesi yönünde tavır sergileyecek, bir kısmı onun aksine bir tavır sergileyecektir. Bu parti içi demokrasinin bir gereğidir diye düşünürüm. Bir anayasa hukukçusu, bir ilim adamı sıfatıyla söylüyorum, bunun bir yanlışlık olduğunu söylemek doğru değil. Herkes kendi fikrini açıkça söyleyecektir. Bu noktada parti bir grup kararı alabileceği bir konu değil, dolayısıyla öyle bir durum söz konusu olmadığı sürece de herkes kendi fikirlerini açıkça ifade edebilme hak ve yetkisine sahip olabilmelidir. Bu hem demokratik toplum olmanın, hem de parti içi demokrasinin bir gereğidir" diye konuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.