"Cami Hizmetinde İz Bırakanlar" düzenlenen programla anıldı
İstanbul Müftülüğü, "Din Hizmetine Adanmış Ömürler" temasıyla başlayan "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" münasebetiyle düzenlediği "Cami Hizmetinde İz Bırakanlar" paneli sona erdi.
Oturum başkanlığını İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın yaptığı panele konuşmacı olarak Yusuf Tarık Uçar, Dr. Fatih Çolak, Dr. Emin Işık ve Kamil Büyüker katıldı.
Fatih'teki Ali Emiri Kültür Merkezinde düzenlenen ve İstanbul Valisi Vasip Şahin’in de katıldığı panel, Eyüp Silahtar Esentepe Cami İmam Hatibi Muhammed Fatih Dölen’in Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı.
Programın açılış konuşmasını yapan İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, İslami hizmetlerde iz bırakan üç önemli zatı anmak amacıyla toplandıklarını ifade ederek, onlara olan vefamızı göstermek ve onların model şahsiyetlerinde günümüz insanına ve günümüzün hocalarına aktarılması uygun olan yönlerinden bahsedeceklerini belirtti.
Diyanet İşleri Başkanlığının bu sene ‘Camiler ve Din Görevlileri’ haftasında güzel bir konsept olan ‘Din Hizmetine Adanmış Ömürler’ adıyla hazırlamış olduğunu hatırlatan Yılmaz, Kur’an-ı Kerim'in iki tür adanmışlıktan bahsettiğini hatırlattı.
Yılmaz, “Allah (Celle Celalüh) Tövbe suresinde inananların vasfı olarak adanmışlıktan ve Hazreti Meryem’in adanmışlığından söz ediyor. İnşallah bütün din hizmetinde bulunan üstatlarımızın, hocalarımızın bu adanmışlık ruhuna çıkmalarını temenni ediyoruz. Buna layık olmayı da rabbimizden niyaz ediyoruz” dedi.
“Kur’an- Kerim bildiğini kimseye söylemeyeceksin!”
Panelde konuşan Emin Işık Kur'an-ı Kerim'i gizli öğrendiklerini söyleyerek, “Çocukluk yıllarında bir taraftan Kur’an eğitimi alıyordum diğer taraftan da okula gidiyordum. Babam bana hafızlık için çalışılan cep Mushaflarından birini vererek kimseye göstermemem gerektiğini tembihledi. 'Kur’an-ı Kerim bildiğini de kimseye söylemeyeceksin! Hele ki hükümetin adamlarına hiç söyleme' diyordu." dedi.
“Müfettişler gelince Mushaflarımızı alıp köyden kaçıyorduk”
Yeni neslin eski zamanlarda yaşananlardan haberdar olmadığını ve ciddi sıkıntılar çekerek Kur’an-ı Kerim dersi ve İslami eğitim aldıklarını ifade eden Işık, “Ben küçükken babam bana ezan okuturdu. Şehirden 13 kilometre uzak olan bir köyde babamdan yasak bir şekilde ders alıyordum. 1946 yılında bu durum biraz gevşetildi ama Allah (Celle Celalüh) rızası için değildi. Demokrat Parti din eğitimi hakkında güzel vaatlerde bulunuyordu. İsmet paşa kabineyi değiştirip İslami kesimden birilerini aldı. Bununla birlikte biraz rahatlama yaşandı. Köyde nöbetçi olurdu ve hükümetten müfettiş gelince Mushaflarımızı alıp köyden kaçıyorduk.” şeklinde konuştu.
“Gayesi din ve hayattı”
Merhum Timurtaş Uçar hocanın oğlu Yusuf Tarık Uçar ise şunları dile getirdi:
“Babam bana dedi ki, 'oğlum! Eğer bir gün Vali ile aynı safta namaz kılarsan onun üzerine bir de şükür namazı kıl' Çok şükür beraber namaz kıldık. Bugün dininin görevlisi olmaya ve bu dine bir ömür adamaya aday olan insanların örnekliklerini ortaya koyalım. Merhumun bütün gayesini iki kelimeyle izah edebiliriz. Merhumun koşuşturmasının tek sebebi vardı, din ve hayat. Din toplumun gerçeği, hayatta zaten varlığın gerçeğidir. Amacı bu iki şeyi bir arada yaşatmaya gayret etmekti. Allah (Celle Celalüh) hangi meslekten olursa olsun bu yolda gayret gösterenlere kolaylık nasip etsin. Okulda, çarşıda, pazarda dinin var olması gerektiği düşüncesiyle hareket ediyordu. Çünkü öğrencilikten itibaren görmüştü ki hayatı okumayan dinin ve dindarın, dini bilmeyen hayat taraftarının ne kendisine ne bu millet ne de coğrafyaya faydası olmayacak. Bu vesileyle hem hanımlara, hem gençlere yönelik sohbetleri olurdu. Rahmetlinin elimizde bin 270 adet yasak olan kaseti var. Hukuk Fakültesinden hocam olan Sulhi Dönmezer babamın kasetleriyle ilgili polisten gelen bir raporda, ‘Konuşmacı dinin hayata müdahale etmesini istiyor. Bunu ölçülü yapmak zorundasınız. Kalabalık bir yerde insanları galeyana getirecek şekilde Allah-u Ekber demeniz, laikliğe aykırı propaganda suçu işlemiş olmanız için yeterlidir’ Laikliğe karşı propaganda suçu o yıllarda 7 ile 15 yıl arasında cezası vardı. Onun için her akşam helalleşip çıkardı ki, savcının ters tarafından kalkmış olması tutuklama talebini yinelemesi, hâkimin de insafsız biri olup bu talebi kaçma şüphesi olmakla değerlendirmesi mümkündü. Bugün hakkı ve hakikati anlatmak için sesini yükselten insanlarımızın bilmesi gereken şu ki, sahibi Allah (Celle Celalüh) olanın mahkemesini de Allah (Celle Celalüh) görür.” (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.