CORONAVİRÜS VE DÜNYANIN SİYASAL GELECEĞİ-2

CORONAVİRÜS VE DÜNYANIN SİYASAL GELECEĞİ-2
Gazeteci Osman Gülebak'ın, Corona salgını üzerine yazdığı "Coronavirüs Ve Dünyanın Siyasal Geleceği-2" adlı yazısını istifadenize sunuyoruz...

Gazeteci Osman Gülebak'ın, Corona salgını üzerine yazdığı  "Coronavirüs Ve Dünyanın Siyasal Geleceği-2" adlı yazısı:

Coronavirüs sonrası beklenen değişim ve Ulus Devletler

Ve bugün... Dünyanın en ileri teknolojisine sahip,zengin, güçlü , bilim ve tekniğin yuvası olarak insanlığa pazarlanan Batı'nın Modern Devleti, çıkış yeri olan Avrupa'da hem idealleri hem de siyasi yapısı bakımından dökülmeye başladı. Küçücük bir virüs salgını karşısında ne yapacağını şaşırmış durumda. Ne bilimi, ne teknolojisi ne parası, ne de güçlü orduları hayatını kaybeden binlerce insan ve vatandaşları için birşey yapamıyor.

Bu devlet yapısının ihraç edildiği Avrupa dışındaki diğer ülkelerde ise Modernizm'in idealleri çökmüş olsa bile siyasal yapı kendini güçlendirmeye çalışıyor. Bu da muhtemelen dünyadaki ülkeler arasındaki dengeleri değiştirerek Avrupa devletlerinin güç kaybedeceği bunun karşısında Doğudaki devletlerinin güç kazanacağı yeni bir süreci doğuracak.

Peki, Avrupa'da yetersiz kalan aynı siyasal sistem Doğu'daki ülkelerde neden başarılı profil çiziyor? Bunun farklı birçok sebebi olabilir ama bana göre en güçlü sebep; bu toplumların Batı'nın ihraç ettiği sistemin öngördüğü Batılılaşmanın halk tarafından tam olarak içselleştirilmemiş olması.

Yani devlet sistemi her kadar Modern Devlet olsa da halk, devletin tüm baskı/çabalarına rağmen dini ve geleneksel yapısını az da olsa korumaya çalışıyor. İyilik, yardımlaşma, sevgi, saygı ve merhamet... Seküler Batı'da olmayan tüm bu kavramlar dinlerin yani geleneksel toplumların ahlaki kavramları ve bugün bu kavramlar hayat kurtarıyor. Oysa aynı Batı yıllardır böyle bir toplumu ortadan kaldırmaya çalışmıştı.

Evet, Titanic'i hiç bir güç batıramaz diyenler yanıldığı gibi Batı'yı adeta ilahlaştıracak kadar yüceltenler de yanıldı. Titanic bir buz parçasıyla battığı gibi Batılı sistem de gözle görülmeyen bir virüs karşısında can çekişiyor. Aslında bu olay, yıllardır tıkanmış, can çekişen ama çeşitli ilaçlarla ayakta tutulmaya çalışılan Batılı sisteme yapılacak birşey olmadığını ortaya çıkardı.

Elbette insanlık tarihi boyunca meydana gelen bu ve benzeri birçok büyük olay, dünya üzerinde büyük değişimlerin habercisi olmuşlardır. Bu olay da ilk anda köklü bir değişime yol açmazsa bile büyük bir değişime giden yolun kapısını aralayacak; mevcut küresel sistemi tartışmaya açacaktır ki açtı bile... Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı aşikâr.

Buna karşın gerek küresel sistem, gerekse de bu sisteme entegre olmuş mevcut yerel sistemlerin boş durmayacağı, mevcut statükoyu koruma amacıyla halkları daha uzun süre istedikleri gibi yönetebilmek için yeni ayak oyunlarına başvuracağını unutmayalım... Özellikle son günlerde Çin ve Türkiye özelinde Doğu ülkelerindeki virüs karşısındaki başarı ileri sürülerek Modern Devletin sivil toplumu yok eden 'ceberrut/otoriterliğinin gerekliliğini' 'Kamuculuk/Devletçilik' kavramlarıyla pazarlayan ulusalcı kesimin açıklamaları dikkat çekiyor.

Daha önce denenmiş kan ve gözyaşından başka insanlığa birşey sunamamış Sosyalizm/Komünizm ideolojisini, tarihi gerçeğe rağmen yeniden vitrine çıkarmak aslında mevcut küresel sistemi korumanın başka bir yolu olduğunu bilmek durumundayız. Bugün insanlığın sistem içi bir değişime değil; sistem dışı bir değişime ihtiyacı unutulmamalıdır.

Yine bu anlamda gelecekte küresel ve yerel bazda iki farklı gelişmenin daha meydana gelme ihtimali olduğunu düşünüyorum.

Küresel bazda mevcut dünya düzeni, virüsün getirdiği kaotik ortamı ve ortak acıyı (işbirliği zorunluluğu) manipüle ederek 'Dünya Ulus Devleti' kurma yoluna gidebilir. Bu iddia her kadar şu an bu komplo teorisi olarak önümüzde dursa da Batı'daki bazı yayın organlarında işlenen bir konu. Bunun gerçekleşmesi demek insanlığın daha büyük acılara düçar kalması demektir.

Yerel bazda ise mevcut sistemler, birincisi halkta yaşanan çaresizlik ve ölüm paniği ortamını iyi kullanarak meşruiyetlerini artıracaklardır. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı edecekler. Bunun altyapısı hazırlanıyor. İkincisi; yine virüsün yarattığı ortamın sonucunda doğal olarak gelişen ortak acı ve işbirliği mecburiyeti ileri sürülerek Ulus Devletler, 'Bölgesel Ulus Devlet'e dönüşmeye çalışacaklardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, virüs sonrası dünya dengelerin değişeceği ve Türkiye'nin iyi bir yerde durduğunu söylemesini belki de bu anlamda değerlendirilmelidir. Eğer bu süreçte sürecinde İslam Coğrafyasındaki sistemler, halkın lehine olacak şekilde bir değişime giderlerse bu, Müslüman halkın menfaatine olur. Fakat, süreç tersi işlerse denge değişiminin Müslüman halk için pek de bir anlam ifade etmez.

Türkiye özelinde olaya baktığımızda; mevcut ulusalcı sistemin, İslamî bazı tonları kullanmasına rağmen hâlâ statükocu konumu muhafaza ettiği bir gerçek. Daha önce 15 Temmuz darbesinin ardından FETÖ üzerinden, şimdi de bu yeni gelişmeyle meşru bir zemin yakalayan sistem, elini daha da güçlendirmeye çalışıyor.

Tüm iyi niyetli bekleyişlere, nisbi bazı gelişmelere rağmen sistemin tekçi ve otoriter (baskıcı) vasfından ödün vermemesi hatta bu vasıflarını kırmızı çizgi olarak nitelemesi, anayasa değişimi konusunda katı tutumu, yıllardır yaşanan Kürt Meselesi'nin hâlâ bir güvenlik sorunu algılanması ve bu yönde politikalar geliştirilmesi, 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadele kapsamında başta İslami cemaatler olmak üzere sivil yapılara yönelik baskılar bu düşünceyi haklı kılıyor.

Koronavirüs salgınıyla tüm dünyanın can havline düştüğü bir zaman diliminde, meclise sunulan pakette bile, ülkede faaliyet gösteren tüm Sivil Toplum Kuruluşları'nın, bilgilerini resmi yetkililere bildirilmesinin mecburi hale getirilmesini nasıl açıklayabiliriz? Yine virüs nedeniyle cezaevindeki insanlara getirilecek af kapsamına, devletin kendisine karşı suç! işlemiş siyasi mahkumları almaması statükonun aynı hassasiyetleri taşıdığını ortaya koyuyor. Yine son dönemlerde politikalarını eleştirdiğimiz HDP'li belediye kayyım atanırken yasal prosüdürün uygulanmaması. Ve son olarak CHP bahane edilerek seçilmiş belediyelerin devletten izinsiz yardım kampanyası düzenlemesinin özerklik olarak yorumlanması aslında sürecin nereye doğru evrildiğinin ipuçları gibi...

Bu ve benzeri yaklaşımların, Perinçek'in son günlerdeki 'Kamuculuk/Devletçilik' çağrıları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ulusal ve bölgesel dengelerin değişeceği yeni dönem için kullandığı sözlerin ne anlama geldiğini yada nasıl hayata geçeceğini elbette zaman gösterecek. 

Tüm dünya insanlığı olarak büyük bir imtihan yaşadığımız şu dönemde tek umudumuz; mevcut sistemin, adaletli, kendi halkıyla barışık, tüm farklılıkların kendi düşüncelerini rahatlıkla ifade edebileceği ve yaşayabileceği, sivil halkın lehine olacak bir değişime gitmesidir.

Devam edecek...

Kaynak:HÜR24 Haber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.