Çözüm süreci ile gelen Kobanê Provası [Özel Dosya-3]

Çözüm süreci ile gelen Kobanê Provası [Özel Dosya-3]
​Bölge halkına, İslami kurum ve şahsiyetlere yaptığı bütün saldırıların yanına kâr kalmasını fırsat bilen PKK, HDP yetkililerin aracılığıyla 6-8 Ekim 2014 yılında büyük bir provokasyona imza atmıştı.

 

"Onlara yeryüzünde fesad çıkarmayın' denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edici kimseleriz' derler. Dikkat edin! Şüphesiz ki onlar, müfsidlerin (bozguncuların) ta kendileridir, fakat idrak etmezler"(1)

Çözüm süreci... Tarihindeki asırlık zulümlerin, vahşice gerçekleştirilen katliamların, sonu gelmez sürgünlerin, inkâr ve asimilasyon politikalarının ve daha nice cürümlerin en nihayetinde kabul edilmeye başlandığı bir süreç... Sırf ırkından ve dilinden dolayı 'öteki' muamelesi gören ve yaşama hakkı da dâhil olmak üzere bütün insani hakları ellerinden alınan bir kavme, haklarının 'koşulsuz-şartsız' bir şekilde iade edilmesinin beklendiği bir süreç. Peki, yeşeren tüm umutların ve beklentilerin karşılığında uygulanagelen politika nedir? Mazlumun hakkını, başka bir zalim ile pazarlık konusu yapma, mazlumun temsiliyetini zalimde görme ve neticede mazlumu zalimin parçalamasına göz yumma… Evet, mazlum olan bütünüyle Kürt halkıdır; zalim ise tarihi boyunca yüzlerce, binlerce Kürt kadınını, çocuğunu bebeğini, yaşlısını, gencini kirli hesaplarına ve ideolojisine kurban eden PKK'dir.

Şurası bir gerçektir ki PKK, rejimin uygulamalarının doğurduğu bir neticedir. Ekilen vahşet tohumunun kanlı meyvesidir. Eline, yüzüne mazlum kanı bulaşan rejimin gayrimeşru evladıdır, öyle bir evlat ki, zulümde babasını dahi geçmiş, babasını aratır barbarlıklara imza atmıştır. Hâl böyle iken sırf kimliğinden dolayı her türlü zulmün reva görüldüğü mazlum Kürt halkının haklarını PKK ile masaya yatırmak, PKK ile pazarlık konusu yapmak bu millete yapılabilecek en büyük ihanettir.

Evet, PKK ile süregelen ve binlerce insanın kirli hesaplar uğruna can verdiği çatışma süreci muhakkak surette çözüme kavuşturulmalı, akan kan durdurulmalıdır. Bu kapsamda PKK'nin silah bırakması, dağdan tahliyelerin yapılması, cezaevinde bulunanların durumu vb. gibi konuların PKK ile görüşülmesinden ve bir neticeye bağlanmasından daha doğal bir şey yoktur. Ancak söz konusu olan bütün bir Kürt halkı ise bu halkın hakları PKK'ye indirgenemez. Eğer bu halkın gasp edilmiş hakları yine bu halka zulmeden PKK üzerinden konuşuluyorsa 'çözüm' denilen sürecin adının 'ölüm' olarak değiştirilmesi gerekir. Nitekim gelinen noktada 'çözüm süreci', fiili olarak 'ölüm süreci'ne dönüşmüştü. Daha yalın tabirle, kuzu kurda emanet edildi, kurdun merhametine terk edildi...

Silahların susması ve anaların ağlamamasının hedeflendiği süreç izlenen bu vahim strateji neticesinde maalesef halkın mal ve can güvenliğinin sağlanamadığı bir süreç haline geldi. Nitekim askere ve polise, kamu kurum ve kuruluşlarına dokunulmadığı sürece PKK'ye sınırsız yetki tanınmışçasına bir politika izlendi. Bu politika neticesinde PKK, yüzlerce hatta binlerce genci zorla veya kandırarak dağ kadrosuna kattı, zayıflayan kadrolarını güçlendirdi, halk üzerindeki tahakkümünü pekiştirme imkânı buldu. Bir taraftan 'çözüm' adı altında dağ kadroları indirilmeye çalışılırken öte taraftan dağa hiç olmadığı kadar gencin götürülmesi işin ironi boyutunu gözler önüne sermektedir.

Elbette süreç sadece PKK'ye değil, bölge halkına da doğrudan etki etmişti. Bütün bir halkın hakkının Marksist-Leninist bir örgütün tekeline verilmesinin doğurduğu sonuçlar şunlar olmuştur: PKK; bölgenin dört bir yanında, neredeyse tüm şehirlerin çıkış noktalarında yolları kesmiş, kimlik kontrolü yapmış ve neticede insanlar şehirlerarası yolculuk yaparken can güvenliklerinden dahi korkar hale gelmişlerdi. Asker, öğretmen, esnaf, işçi…Öğrenci yurtlarını, dershaneleri ve yüzlerce okulu yakmıştır.

Çözüm(!) sürecinden en çok nasiplenen ise hiç şüphesiz İslami kimliğe sahip şahsiyetler ve kurumlar olmuştur. Özellikle mütedeyyinler PKK tarafından ötekileştirilmiş ve ciddi saldırılara maruz bırakılmıştır. Bu süreçte gerek İslami referanslı HÜDA PAR'a gerekse de sivil toplum kuruluşlarına yüzlerce taşlı, molotoflu, silahlı ve bombalı saldırı gerçekleştirilmiştir. HÜDA PAR Dicle İlçe Başkanı, işinden evine dönmek üzereyken PKK tarafından kaçırılmıştır. Sırf HÜDA PAR'a oy verdiği için insanlar taranmış hatta katledilmiştir. Nitekim Lice'de M. A, ağabeyi A. A. ve kızı N. A. kaçırılmak istenmiş, başarılı olamayınca uzun namlu silahlarla öldürmek kastıyla taranmıştır.

En nihayetinde Mardin'in Dargeçit ilçesinde HÜDA PAR üyesi Mehmet Uğurtay silahlı saldırı sonucu katledilmiştir. Ve daha yüzlercesi...

Çözüm süreci adına Kürt halkının haklarının PKK'ye indirgenmesi ve sürece zarar gelmemesi adına PKK'nin bölgede yaptığı bütün yıkıma, talana, katliama sessiz kalınması neticesinde PKK, bölgede dilediği gibi at koşturma imkânına sahip olmuştur.

Bununla birlikte çözüm süreci ile birlikte Türkiye ile çatışmasızlık halinde olan PKK, bu durumun da verdiği rahatlıkla militanlarının bir kısmım Suriye'ye kaydırmış ve Güneybatı Kürdistan'da askeri yoğunluklarını artırmıştır. Hâkimiyet altına aldıkları Rojava bölgesinde kendileri dışındaki hiçbir gruba hayat hakkı tanımamıştır. Esed rejimi ile birlikte keyfi tutuklamalar ve katliamlar gerçekleştirmiştir. Nitekim Amude Katliamı buna örnektir. PYD'nin baskılarına ve keyfi tutuklamalarına karşı özgürlük talebinde bulunan halk, haksız suçlamalarla ve haksız yere tutuklanan insanların serbest bırakılması için Amude kentinde açlık grevleri ve demokratik gösteriler yaptılar. Göstericilerin dağılmasını isteyen PYD çeteleri, dağılmamakta kararlılık gösteren halka uçaksavar silahları (Doçka) ile ateş açtılar. İlk belirlemelere göre 5 kişi katledilirken, en az 50 kişi de yaralandı. Katledilen insanlar arasında henüz 5 yaşında bir de kız çocuğu vardı. Vahşet bu kadarla da sınırlı değildi. PYD, katliam sonrasında Amude-Qamışlo yolunu ulaşıma kapatarak, yaralılara müdahale edilmesini ve tedavi olanaklarını da ortadan kaldırmıştır.

PKK'nin Suriye'deki uzantısı olan PYD, hâkim olduğu bölgelerdeki tüm muhalif sesleri kısmış, kendileri gibi düşünmeyenlere asla hayat hakkı tanımamıştır.

"PYD, Suriye'de kendisi gibi düşünmeyen 550 bin civarında Kürdün Irak Kürdistanı'na kaçmasını sağladı. 180 bin civarında Kürt de Türkiye'ye sığındı. Kobani'den kaçanlar dışındaki Kürtlerin çoğu IŞİD tehlikesinden değil, PYD'nin tehdit, baskı ve şiddetinden kaçtılar..." PYD'nin bu ötekileştirme politikasının temelinde Marksist-Leninist ideoloji vardır, Nitekim PYD, Kobanî ve diğer Kürt yerleşimlerinde etkin olduğunda ancak "selefi" Marksistlerin ilgi duyabileceği Marksist bir eğitim sürecine geçti"(2) ve hâkimiyetini bu temeller üzerinde pekiştirdi.

İşte çözüm süreci ile birlikte devlet eliyle kendisine 'dokunulmazlık' kazandırılan "PKK, PYD deneyimini Türkiye sınırları içine taşımak istiyor; oradaki iki-üçyıllık laboratuvar deneyimini burada pratize etme aramışına giriyor. Bunun önünde engel olarak gördüğü dindar kesimler ile ilgili düşmanlık sürecini yeniliyor, güncelleştiriyor ve fiili salgınlara dönüştürüyor."(3)

PKK daha önce bölgede halkına ve İslam kurum ve şahsiyetlere yaptığı bütün saldırıların yanına kâr kalmasını da fırsat bilerek, 6-8 Ekim tarihleri arasında Kobane tecrübesini bölgede prova etmiştir. Bu prova ile Marksist-Leninist düşüncesinin önünde engel gördüğü Müslüman halkın canına ve malına kastetmiştir.

Tam anlamıyla bir Müslüman kıyımı ve katliamı hedeflemiş ancak "onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır."(4)

Devlet mi? Devlet her zamanki gibi izlemede... Aman ha çözüm süreci (!) zarar görmesin... (Mahir Ün-İLKHA)

Devamı: Biz Yapmadık Onlar Yaptı

Dipnotlar:

  1. Bakara /11-12
  2. Abdulkadir Turan "Dindarlara Yönelik Saldırıların Zinniyeti"
  3. Abdulkadir Turan "Dindarlara Yönelik Saldırıların Zinniyeti"
  4. Enfal - 30

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.