Davutoğlu aday öğretmen yerleştirme toplantısında konuştu
Davutoğlu konuşmasının son bölümünde Hz. Mevlana'nın bir sözünü hatırlatarak "Gittiğiniz yerlere sevgi tohumu ekin" dedi.
Davutoğlu'nun konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
En asli öğretmenlik alanı ilkokul öğretmenliğidir. Hiçbir profesör, yayınları ne kadar olursa olsun ilkokul öğretmeninin yerini alamaz. Siz öğrencinin kurucu inşa döneminin mimarısınız. Yoğurduğunuz beyinleri üniversite hocaları çok sonraları hazır beyinler olarak alıyor. Sonra ortaöğretim, tam şahsiyetin belirlendiği dönem, sütunların inşa edilmesi dönemi. Sütunlar sağlamsa lisede, ortaokulda şahsiyet bulmuşsa üniversite hocası o bina üzerinde ince işçilik yapar. İlkokul öğretmenim MithatBey, sonraki öğretmenim Müzeyyen hanım. Simalarını hiç unutmam. Müzeyyen Hocam, bir oyunu oynarken bu oyunda 'Başbakan sen olacaksın' dedi. Tarlalardan geçerken okula gidiyorduk. Hocam sandalyeyi çekti, 'hadi konuş bakalım' dedi. Sandalyenin üzerine çıkarak ilk nutkumu irad ettim. Müzeyyen Hocam herhalde o kadar sağlam bir dua etti ki, ben buraya geldim, başka türlü gelemezdim. Müzeyyen Hocam'la irtibatı hiç kaybetmedik. Bir ara ev değiştirmişti. Muhtarları dolaşarak buldum. Çocuklarımla, torunlarımla her bayram elini öpmeye giderdik. Bir seferinde 'oğlum çok yaşlandım bana bir şey olursa aman ilk senin haberin olsun' dedi. Vefat ettiğinde başucunda 'Bana bir şey olursa oğlum Ahmet'i arayın' notu vardı. Vefat ettiğinde Dışışleri Bakanıydım önemli bir toplantıyı yarıda keserek cenazeye gittim. Hocamı kendi ellerimle mezara verdim. Bunu kendimi anlatmak için anlatmıyorum. Bir ilkokul öğretmeninin öğrencinin hayatına nasıl iz bıraktığını anlatmak için söylüyorum.
ÖĞRENCİLERİNİZE HER AN ULAŞILABİLİR OLDUĞUNUZ HİSSİNİ VERİN
Öğrencilere bir sene ders vereceğim, ondan sonra ayrılacağız diye bakmayın. Akıllı tahtalar ve hiçbir şey öğretmenin gözlerindeki muhabbetin yerini tutamaz. Öğrencilerinize emreden tonla değil annenin, babanın baktığı muhabbetle bakın. Mesleğimizin kaynağı sevgidir, sevgidir, sevgidir. Ders sözkonusu olduğunda bir başka ek unsuru, kaygıyı yanınızda taşımayın. Ders en ilahi görevdir. Ders en ulvi vecibedir. Ders sözkonusu olduğunda zihninizde bir başka şey olmasın. İki tane öğretmenden bahsedeceğim. Biri Muş'ta Cengiz Sur. Öğrencilerini sırtında taşıyan öğretmen. İkincisi Silopi'de. Beyi operasyon yönetiyor eşi Silopi'de roket saldırıları altında çocukları yetiştiriyor. Silopili çocuklar bir anne görmüşcesine hoca hanıma sarıldılar. Bir öğrenci 'sayın başbakanım istiklal marşı okuyabilir miyim' dedi ve okumaya başladı. Emin olun istiklal marşının bütün kıtalarını biri diğerinden devralarak okudu. Ne kara kış, ne terör, ne şiddet, ne barikat, ne çukur öğretmenin derse ulaşmasına engel olamayacak. Bugün biraz rahatsızım derse gitmiyorum derseniz, bu mesleğin ruhundan yaevaş yavaş koparsınız. Bu ulvi bir görevdir. Öğretmenlik dersle de sınırlı değil. Çocuğun hayatını ders dışı kuşatamıyorsunuz olmaz. Öğrenci sizi her an ulaşılabilir, her an sizin ona ulaşabileceğiniz hissi içinde olmalıdır.
ÖĞRENCİME KIZ KARDEŞİNİN ÖLDÜĞÜNÜ SAATLER SONRA SÖYLEYEBİLDİM
Hayatımda hüzünle hatırladığım bir hatırayı anlatıyım. Malezya'da öğretim üyeliği yaptığım yıllar. Bosna'dan öğrenciler geldi. Derslere başladık. O öğrencileri seçerken o zaman hepsi işletme okumaya mütemayildi. 10 kadar öğrenciyi ayırdım, sizin ülkenizde çok riskli savaş şartları var. Size ulaslararası alanda diplomasi yapacak büyükelçiler lazım dedim ve 10 tanesini özel olarak yetiştirdim. Onlardan 8'i Bosna Hersek'in büyükelçisi oldular. Bir zaman sonra Bosna'dan acı haberer gelmeye başladı. Bir kızımızın babası şehit edilmişti. Kızını yanıma çağırdığım da 'hep hayatında şehit olmak isterdi' derdi. Ethem adında bir öğrenci vardı. Hep bana kızkardeşinden bahsederdi. Ethem'in kız kardeşi balkondayken Snayper'ler tarafından vurulmuştu. Ethem'i iftara getirip, kardeşinin şehit olduğu haberini verecektim. Dilim varmıyordu, söyleyemiyordum. 12 yaşında küçük bir kız çocuğu şehit olmuştur. İftarda söyleyemedim, teravihe gittik söyleyemedim. Gecenin bir yarısı kendisine 'aileni bir telefonla arayalım' dedim. Bana dedi ki 'üstad kardeşime bir şey mi oldu' dedi va sarılarak ağladık. Ders dışında öğrencinin hayatını kuşattığınızda öğrenci sizi unutmaz. Ethem hala Bosna'ya gittiğinde beni karşılar. Ben onun hayatının en ince detaylarını bilirim. Evlenirken kız istemek için, istişare etmek için bana gelmişti. Müzeyyen Hoca'dan ben bunları öğrendim.
İKİ ÖĞRENCİMİ EVLENDİRİRKEN 'OĞLUMUZA KIZIMIZI İSTİYORUM' DEDİM
Bir gün kız ve erkek öğrencimin evlilikleri sözkonusuydu. Olabileceğine dair ben tavsiye ettim. Erkek öğrencim 'Hocam evlenmemi ister misin?' dedi ben de 'olur' dedimm. İstemeye gittik, oğlan tarafında oturdum ve kızı Allah'ın izni ile istedik. Sonra da dedim ki 'Kızım falanı oğluma veriyorum' dedim. Kız bizim oğlan bizim. Öyle bir ilişki kurun ki, öğretmenlikte o ilişki dersle sınırlı olmasın. Taziyesiyle, düğünüyle ama mutlaka yapın bu işin. Sürekli iyi olmaya çalışın. Hayatın derinliğini, sürekliliğini kavrayacak şekilde düşünün. Öğretmenlik ilişkisinin hayat boyu olacağını ifade eden İsmail öğretmenim. Sene 1971 sınıfa geldi ve bizi tanımak istedi. Herkes geleceğe dair planlarını yazsın dedi. Ben de kalemi aldım yazıyı yazdım. İsmail Hoca bir kaç gün sonra odasına çağırdı. 'Bunları bana yazmışsın ama dikkat et' dedi. O yılların ideolojik şartlarında bunu söylemişti. En önemli olan Allah'ın rızası ve milletin hizmetinde olmaktır. Ben o yazıyı unuttum. Yıllar geçti. İsmail Hoca'nın babamla gidip gelişi vardı. 30 yıl geçmiş. Baş danışman olarak atanmıştım. İsmail Çağlayan hoca haberi gazetelerden görmüş. Babama bir zarfla gelmiş. 'Ahmet'in bende bir emaneti var, bugünleri bekliyordum size veriyorum' demiş. İşte öğretmenlik bu...
ÖĞRETMENLİK HİÇBİR ZAMAN KONJONKTÜREL MAAŞ İLİŞKİSİ DEĞİLDİR
Odasının evinin bir köşesinde en mutene bir yerde o yazıyı tutup beklemiş. Benim baş danışman olacağımı, profesör olacağımı bilmiyordu. İşte Müzeyyen öğretmen sezgisi. Hiçbir zaman konjonktürel bir ilişki, bir maaş ilişkisi gibi değerlendirmeyin. Öğrenci öğretmen ilişkisinin coğrafi, etnik, dini, mezhebi bir sınırı olmaz arkadaşlar. Hiçbir öğretmen öğrencisine şu dindendir, şu millettendir diye bakarsa mesleğine en büyük ihaneti yapmış olur. Karşınızdaki müslüman olur hıristiyan olur, Türk olur, Alman olur, İngiliz olur. Hepsi size emanet edilmiş Allah'ın eşref-i mahlukat olarak yarattığı insanlardır. Şu benim dostumun çocuğudur, şu benim arkadaşımın çocuğudur derseniz adaletli davranmış olmazsınız. 86 ülkeden öğrenciye dekanlık yaptım. En az 50 ülkeden öğrencim oldu. Başdanışman iken tsunami dolayısıyla Endonozya'ya gitmiştik. Gittiğiniz her yerde mutlaka bir öğrencim beni bulur.
ÖĞRENCİLERİNİZLE ÖYLE BİR İLİŞKİ KURUN Kİ GÖZ GÖZE GELDİĞİNİZDE...
Maldivler'e gittik. Orada iki öğrencim vardı. Bilemiyorum göeribilir miyiz diye düşünüyordum. Uçağın merdivenlerinden inerek bir genç koşarak geldi, bizim Tarık. Meğer Maldivler Dışişleri Bakanlığı'nın protokol şefi olmuş. Hukuk mezunu olarak Maldivler'e gelen Ali akşam yemeğinde benim yanımda oturdu. İşte öğretmenlik böyle bir şeydir. Güney Afrika'ya gitmiştik. Camide bir arkadaş ayakta kalmıştı. O zaman hükümetin tanıtım işlerini yapan bir arkadaş. Birisi kalkıp ona yer vermiş. O da çıkarken konuşmuşlar. Otelde karşılaştığımızda dedi ki 'Hocam senin propaganda taktiğin var, mutlaka ayarlıyorsun'. Ona Türkiye'den geldiğimi söylediimde 'Bizim Ahmet Hoca ne zaman gelecek' demiş. Aşkla, coğrafya, mezhep, etnise tanınmayan bir ilişki yoktur. Öğrencilerinizle öyle bir ilişki kurun ki, o ilişki kalıcı olsun. Onlarla tekrar göz göze baktığınızda o sizi, siz onu hatırlayabilirsiniz. Bir an önce dersi bitirip eve gideyim diyen öğretmen, öğretmenlikten nasibini almamış demektir.
ALMAN ÖĞRETMENİMİZİN KARA TAHTAYA YAZDIĞI O YAZI BANA REHBER OLDU
Beni doğuya gönderdiler, ilk fırsatta eş tayininden batıya gideyim diyen bir kimse öğretmenlik yapamaz. Bir dönem Malezya'ya gittim. Öylesine süreklilik arzeden öğrencilerle tanıştım ki, hala karşıma çıkarlar. Başbakan olarak Duhok'a gittiğimizde vali bey beni karşılamıştı, o da öğrencimdi. Öğrencide mutlaka kalıcı etki yapacak sözler söyleyin. Öğrenci sizin çok sıradan gördüğünüz bir şeyi dahi zihnine nakşeder, unutmaz ve gereğini yapar. İstanbul Lisesi'ndeki Almanca öğretmenimi hala hatırlıyorum. Yaşlı, 2. Dünya Savaşı'nın çilesini çektiği her halinden belliydi. Tahtaya geldi ve bir Alman atasözü yazdı. O söz hala çıkmış değil; "Zorluklar olmasaydı başarı da olmazdı". İlk derste yazmıştı. Bir başarıya imza atacaksan zorlukla karşılaşmayı hazır olacaksın. Zorlukları aşmaya gücün yetmiyorsa başarıyla tanışamazsın. Öğrencilerde kalıcı etki bırakacak davranışsal örnekler oluşturmaya çalışın.
ÇİN'E İYİ ÇALIŞMADI DEDİĞİM ÖĞRENCİM DAHA SONRA ÇİN'DE UZMAN OLDU
İstanbul'da üniversitede uluslararası ilişkiler dersi verirken takdir ettiğim bir öğrenci vardı. Ders konuları dağıttım. En önem verdiğim öğrenciye 'Sen Çin'i çalış' dedim. Öğrenci vasat bir sunuş yaptı, kızdım. Çağırıp dedim 'sen uluslararası ilişkiler çalışacaksan en önemli konuyu sana verdim ve sen bunu istediğim gibi yapmadın. Çin uzmanına ihtiyaç var. Ben bir Çin uzmanı yetişsin diye verdim, beni mahçup ettin' dedim. Öyle bir etkilendi ki. 2005 yılında Çin'e gittiğimde bir baktım o öğrenci orada. Çin'e gitmiş, Çince öğrenmiş. Çince master tezi yazmış. Dedi ki, 'Bana öyle bir şey dediniz ki, Çince öğrendim, buraya başvurdum'. Ve o öğrencim bana Çince tercümanlık yaptı. Öğretmenlik mesleğinin kaynağı sevgi ise zaman sınırı tanımamak, kalıcı etki yapmaksa, hedefi bir inşa faaliyeti olmasıdır. Bilgi, bilinç ve ahlak olması önemlidir. Öğretmenlikte hep bilgiye atıf yapılır. Öğretmen maalesef öyle bir şahıs olarak görülür ki, onun zihninde bilgiler var bu bilgileri öğrencinin zihnine aktaracak ve görevi bitecek. Bu mekanik bir öğrenci öğretmen ilişkisidir. Öğrenci öğretmen ilişkisinde mekaniklik değil organik olmak önemlidir.
SİZDEN MEKANİK SAHİBİ AYDINLAR DEĞİL ORGANİK AYDINLAR İSTİYORUZ
Aktaracağınız bilginin karşı tarafın düşünce yöntemine, ahlaki anlayışına bir etki yapması. Bilinçli, kararlı bir zihni formasyon. Öğrencilerime hep şunu dedim, hangi dalı okursanız okuyun, mutlaka sağlam matematik, tarih, felsefe, hukuk altyapısına sahip olacaksınız. Biz mekanik bir meslek sahibi aydınlar değil organik aydınlar istiyoruz. Bu nesiller sizlerin elinde yetişecektir. Bilgi mekanik değil organik olarak aktarabileceğine herşeyden önce siz inanancaksınız. Artık bilgi o kadar sıradanlaştı, ulaşılması o kadar hale geldi ki, bilgi mahiyetini kaybetti. Google diye bütün öğretmenlerin yerini ikame etmek isteyin bir öğretmen çıktı. Basıyorsunuz cevap veriyor. Mekanik bir bilgi olarak. Bilgisayardaki google benzeri bilgi kaynaklarından ayıracak olan şey öğrencilerinizin bilgiyi mekanik değil, şahsiyetleriyle bütünleşecek organik olması gerekir. Önemli olan saf matematik öğretmek değil. Matematiği sevdirmektir. Matematik düşünce yöntemini öğretir, kategoriyi öğretir. Matematiğe sayıların ötesinde anlam yükleyemezsiniz öğretmenlik yapamazsınız.
BABAM YAZDIĞIM MEKTUPLARI OKUYAMAZ 'OĞLUM GEL YAZINI OKU' DERDİ
Öğrenciler Karlofça Antlaşması'nın maddelerini niye öğreniyoruz diye sorarlar. Eğer tarih bilinci vereceksiniz, tarihin akışıyla ilgili olarak bir altyapı, bir zihni formasyon verirsiniz. Tarih içinde kendisinin özne olacağı bilincini öğrencilere vermedikçe tarih öğretmiş olmazsınız. Bana ortaöğretimde Ayşe Longaçoğlu Hocam vardı. Bazen takılırdı sınıfa 'Bana lolo yapmayın' derdi. Hakkını ödeyemem. Bir hakkım varsa, kendisi ifade etmişti. 6 yıl bana hep tarihten 9 verdi. Son yıla geldiğimde 10 verdi. Sınıfa da söyledi 'Ahmet hep 10'u haketmişti ama yazısı o kadar kötüydü ki'. Babam rahmetliye Malezya'dan mektup gönderirdim, Sare Hanım'ı çağırırdı. Sonra bana mesaj gönderirdi 'Oğlum gel şu mektubunu oku' diye. İyi yazı yazamadım, o yüzden hattatlara hep özenirim. Ayşe Hocam bana tarihe analitik bakmayı öğretti. Matematik zihni kilometre taşlarını, tarih ise zihnin kimlik taşlarını oluşturur.
ÖĞRETMENLİK AYNI ZAMANDA ÖĞRENCİ OLMAK DEMEKTİR
İnsanlık tarihi akıyor, sizin tarihiniz akıyor. Sizin tarihinizle insanlık tarihiyle örtüştüğü bir yer olması lazım. Malezya'da sınıfa girdim. Siyasi Düşünce Tarihi anlatıyorum. Sınıfa girdiğimde sınıf küçük Birleşmiş Milletler gibi. 20 milletten öğrenciler vardı. Kitaba baktım, Yunan, Roma, Ortaçağ Hristiyan, Rönesans, Reform, Modern Düşünce ve Marksizmle bitiyor. İçinde tek bir Çin, Hintli düşünür yok. Müslüman düşünür var ile latin harflerle yazıldığı için anlaşılmıyor. Mesela İbn-i Sina, Abesenna diye yazılmış. Ben oraya Batı medeniyetinin bir aktarıcısı olarak oryantalist düşünce biçiminin yansıtıcısı olarak gitmemiştim. Oturdum yeni bir müfredat çıkardım. Konfüçyus, Hint düşüncesi, İslam düşüncesi, kadim Ortadoğu siyaset felsefesi, sömürge sonrası Doğu düşünürleri Muhammed İkbal'den Gandi'ye bir çerçeve çıkardım. Hayatımın en verimli ders anlatım dönemidir. Madem ki, Çinliye siyasi düşünce tarihi anlatacağım Konfüçyus'u bilmem lazım. Oturdum okudum. Öğretmenlik aynı zamanda öğrenciliktir. Daha sonra Osmanlı'daki Kınalızade ile Makyavel'i karşılaştıran bir ders anlattım.
GİTTİĞİNİZ YERİN TARİHİNİ, KÜLTÜRÜNÜ VE ŞİVESİNİ ÖĞRENİN
Seneler geçti Malezyalı bir öğrencim üniversite hocam olmuş. Çok çalışkan bir hanım kız. Bana mektup yazıyor 'üstad üniversitede her şey yolunda, ben derse başladım. Seviye çok düşmüş yeni öğrenciler Kınalızade'yi bile bilmiyorlar'. Ben de cevap yazdım 'Merak etme Türkiye'deki öğrenciler bile bilmiyor' dedim. Kınalızade'yi ben ona anlatmamış olsam o bilmeyecekti. Türkiye'deki düşünce tarihi derslerin hiçbirinde Kınalızade yoktur. Türkçe öğretmenleri Türkçe'yi çok güzel öğretmeleri lazımdır. Dili bilmeyen matematiği de bilemez. Bütün herşey o kavramsal çerçeveyle anlatılır. Bir sene bir grup öğretmenler İngiltere'ye gidip İngilizce öğrenmeye giderler ama verim alamazlar. İngiliz yetkililer raporda şunu söylemişlerdi 'Maalesef kendi dillerini iyi bilmedikleri için İngilizce'yi de iyi öğrenemediler'. Türkiye öyle bir coğrafyada ki, tarih bilinci, mekan bilinci, çevre bilinci, siyasi anlamda demokratik bilinç, kendi şehrini benimsemek, sevmek önemlidir. Biraz önce konuşma yapan Aylin hocaya ilk tavsiyem tayin olduğu Tekirdağ'da camileri, kültürü, şiveyi tanısın. Tekirdağ'ı seversen öğrencileri seversin. Gittiğiniz şehri sevmeden çocuklarını sevemezsiniz. Öğrencilerinizi Tekirdağ, Mardin sokaklarında dolaştırarak ders verin. Bakanlarımızla hep konuşuruz müzelerimizi okullara çevirelim diye. Gidin derslerinizi orada yapın derim.
BİZ O AYDINLARDAN ÜÇ KAT FAZLASINI ÖĞRENMEK MECBURİYETİNDEYİZ
Öyle bir medeniyet birikimine sahibiz ki, hakkını vererek eğitim sistemimizin yeniden inşasını sağlarsak, bilgi ile bilinç arasındaki köprüyü kurarsak önümüzdeki asrın en büyük düşünürleri, en iyi sanatçıları ülkemizden çıkabilir. Ben bundan hiç şüphe duymuyorum. Çünkü öyle bir coğrafyadayız. Güney Afrika'da bir sempozyum yapılmıştı. Ben de bir tebliğ sunmuştum. Fukuyama'nın 'Tarihin Sonu' tezini eleştirip, tarih bundan sonra hızla akacak, siyasal çatışmalar artabilir, ekonomik krizler çıkabilir, yeni felsefi açılımlara ihtiyaç var. Bu yaklaşımlar konusunda en anlamlı açılımların yapılabileceği ülkelerin başında Türkiye geliyor' dedim. Bir ABD akademisyen 'ne kadar iddialı konuşuyorsunuz, siz parçalanmış bir ülkeden geliyorsunuz' dedi. Dedim ki, 'işte tam da o dediğiniz sebeple iddialıyım. Biz tek boyutlu kültüre sahip değiliz. İnsanlığın bütün büyük geleneklerin, büyük ızdırapların yaşandığı bir mirasa sahibiz. Sizin bildiğiniz bütün klasikleri benim bilmem benim için yetmez. Sizinle istişare edebilmek için Kant, Hobbes bilmek lazımdır. Mevlana'yı, İbn-i Rüşt'ü bilmezsen kendi halkıma hitap edemem7
BİZ İŞLEYEN BÜYÜK BİR MAKİNANIN KÜÇÜK DİŞLİSİ OLMAK İSTEMİYORU
"Biz işleyen büyük bir makinanın küçük bir dişlisi olmak istemiyoruz. Yepyeni bir dünya yepyeni bir medeniyet kurmak için çalışıyoruz" dedim. Öğrencileriniz doktor, mühendis olabilirler. Ama her öğrencinin bu ülkenin medeniyet taşlarına yeni bir taş işleyecek bilinçle yetiştirin. Bize bu yolları çizdiği için Müzeyyen Hocamı, İsmail Hocamı rahmetle anıyorum. Sizler de öyle anılın. Bilgi, bilinçten sonra üçüncüsü ahlaktır. Öğrenciler size bakıp 'Ben de öğretmenim gibi olmalıyım' demelidir. Onları fiziki bir cezalandırma yapmadan, manen öyle zarif dersler verin ki, zihinlerden hiç çıkmasın.
NE ZAMAN SÖZ SÖYLEMEM GEREKTİĞİNDE HOCAMIN İKİ GÖZÜ AKLIMA GELİR
Birkaç arkadaş hocamızın hoşlanmadığı bir şey yapmıştık. Sınıfa geldik, o yaramazlığı kendisine birileri söylemiş olacak ki, beni kaldırdı gözümün içine baktı 'Benim oğlum yalan söylemez, o ne söylerse doğrudur' dedi. Hala terlediğimi hatırladığım anlardan biri. Doğruyu söylesem arkadaşlarımı ele vereceğim, yalan söylesem dünyanın en güzel, en merhametli gözü gözümün içine bakıyor. Öyle bir ikilem ki.. 'Hocam özel konuşalım' diye gevelediğimi düşünüyorum. O muhtemelen o yaramazlığı yapan ekibin içinde olduğumu biliyordu. Hala bir söz söylemem gerektiğinde Müzeyyen Hoca'nın iki gözünü hatırlarım ve kendi kendime derim ki, 'Müzeyyen Hocamın talebesi yanlış söylemez'. Bilinçli yalan söylememeye o andan itibaren özen gösterdim. Hoca 'sen sen çık dışarı' deyip kulağımızı çekip dışarı çıkarabilirdi. O kulak çekmeyi unutmazdık ama Müzeyyen Hocamın ismini unuturduk. Aslında son nefesimize kadar hem öğretmen hem öğrenciyiz. Zorluklar hep olacak. Tarihte iz bırakan kişiler zorlukları aşarak gelmiş kişilerdir. İşte sizden böyle bir ahlak inşa etmenizi bekliyorum. Öğretmenlik mesleğinin kaynağı sevgidir, merhamettir. Hz. Mevlana 'Biz bu topraklara sevgi tohumu ekmeye geldik' sözünü hep hatırlarım. Aziz öğretmenler sizi bu toprağın her yerine sevgi ekmeye gönderiyoruz. Allah tohumunuzu bereketli, fidanlarınızı gümrah, gelecek nesillerin yolunu açık eylesin. Yolunuz açık olsun, Allah'a emanet olun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.