Demircan: “Hafızamızı Sağlam Bilgilerle İnşa Etmeliyiz”

Demircan: “Hafızamızı Sağlam Bilgilerle İnşa Etmeliyiz”
İstanbul İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan ile Beyan Yayınları arasında çıkan yeni kitabı, “Dört Halife Üç Cinayet” hakkında Ziya Gündüz'ün yaptığı röportajı istifadenize sunuyoruz...

İstanbul İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan hocamız ile Beyan Yayınları arasında çıkan yeni kitabı, “Dört Halife Üç Cinayet” konusunu konuştuk. Kitap çerçevesinde hem o dönemi, hem de iyi bir tarih okuması nasıl yapılması gerektiğini ve tarihten çıkarılması gereken dersleri analiz ettik.   Adnan Demircan, “Sağlıklı bir tarih okuması, bizim zihin dünyamızı, hayata karşı duruşumuzu kısacası geleceğimizi inşa etmede bize yardımcı olur. Bugün yaşadıklarımız dünün bir uzantısı olduğu gibi yarının da inşacısıdır” dedi.

prof-dr-adnan-demircan-dort-halife-uc-cinayet.jpg

Röportaj: Ziya Gündüz

Hocam öncelikle şöyle bir sorudan başlayalım. Çoğu zaman geçiştirilen, kısa anlatılan bir konuda, Halifelerin katledilmesi konusunda böyle bir eseri kaleme almanızda ki temel amacınız nedir?

Sohbet davetiniz için teşekkür ederim. Çalışma alanım İslam Tarihi’nin ilk dönemi, özellikle de kitapta vefatlarını ele aldığım ilk halifeler dönemi… Bu dönemde olup bitenler sadece orada kalmamış, elbette birçok hadise gibi sonraki dönemleri de etkilemiş. Ancak dört halife dönemi ve takip eden ilk iki asırda meydana gelen olaylar tarihimizi derinden etkilemekle kalmamış, inancımızı, dinimizi ve dünyaya bakışımızı da etkilemiş. Bu sebeple çalışma alanımla ilgili üzerinde fazla durulmayan bir konuyu temel kaynaklara dayanarak ele almaya ve kritik etmeye çalıştım.

Kitapta iki fitneden söz ediyorsunuz. Bir Müslüman ve bir tarihçi bu fitne hadiselerine nasıl bakmalıdır?

Sınanma insan hayatının bir gerçeği… Bunun sebeplerini ve sonuçlarını uzun uzadıya konuşmak mümkün. Yüce Allah ile kul arasındaki ilişkide nimetlerle ve külfetlerle devam eden bir sınanma söz konusu. Bu sınamanın farklı boyutlarına Kur’an’da da işaret ediliyor. Enfal suresinin 28. ayetinde insanın sahip olduğu zenginliğin ve evlatların bir fitne olduğu ifade ediliyor. Nimetle sağlıklı bir ilişki kurulmaması insanın yanlışa sağmasına sebep olabiliyor. İnsanların inançlarından dönmeleri hususunda yapılan baskı da fitne olarak nitelendirilmiş. Yüce Allah Bakara suresinin 191. ayetinde müşriklerin Müslümanlara yaptıkları bağlamında bunu cinayetten daha ağır bir günah olarak nitelendirmiş.

Sizin sorduğunuz fitne ise İslam Tarihi’nin ilk dönemlerinde Müslümanların arasında meydana gelen, hassaten siyasi çatışmalardan kaynaklanan sorunlar. Hz. Ebu Bekir döneminde meydana gelen çatışmaları farklı bir bağlamda değerlendirirsek ilk önemli fitne Hz. Osman döneminde başlayıp Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devrine kadar devam ediyor. İkinci fitne ise Yezid’in iktidara gelişiyle başlayıp Abdülmelik b. Mervan döneminin ortalarına, hicri 73 yılına kadar devam ediyor. Ancak bunların artçı etkileri de var. İslam Tarihi’nin ilk dönemlerindeki fitne olaylarına, hassaten ilk fitneye nasıl bakılması gerektiği hususunda daha önce bir yöntem kitabı olarak Fitne: Kardeşlerin Savaşı başlıklı bir kitap yazmıştım. Burada kısaca günümüz insanının, bu dönemde meydana gelen hadiseleri kaynaklarda yer alan sahih bilgiye dayalı olarak sonraki dönemlerin etkisinden bağımsız ele alması, serinkanlılıkla ve geçmişle savaşarak ya da birileri için avukatlık yaparak değil bütün etkenleri değerlendirerek ele alması gerekiyor. Böyle yapılmazsa geçmişte meydana gelen olayları konuşmaya ve hatta onlar üzerinden birbirimize karşı düşmanlık üretmeye devam ederiz.

 

Hz. Ebu bekir’in ölümü diğer halifelerden neden farklı olmuştur? Kısaca Hz. Ebubekir hakkında bilgi verir misiniz?

Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin (sas) çevresindeki en önemli şahsiyetlerden biri. Tebliğ görevini ifa ederken onun en yakınında bulunmuş. Hz. Peygamber’in istişare heyeti içinde ilk iki üç isimden biri. Hz. Peygamber’in sevgili eşi müminlerin annesi Hz. Aişe’nin babası olması ayrıca aileye de yakın olmasını sağlayan bir etken. Çok önemli olaylarda Hz. Peygamber’in en yakınındaki birkaç arasında mutlaka var. Mesela hicreti hatırlayalım. Mağarada ikinin ikincisi. Hz. Peygamber vefat etmeden onu namaz kıldırmak için görevlendirmiş. İlk Müslümanlardandır. Malının hemen hepsini İslamî davet uğrunda harcamış. Bir kısmını zikrettiğim bu özellikleri onu Hz. Peygamber’in vefatından sonra öne çıkarıyor. Müslümanlar başka birisini seçmek üzere toplanmışken Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde ile birlikte toplantı yerine geldikten sonra kontrolü ele alıyor ve halife seçiliyor. Halifeliği döneminde aldığı kararlar ve yönetim anlayışı büyük bir kabul görüyor. Hakikaten hem yaşantısıyla hem de yönetimiyle Müslümanlara liderlik yapan biri. Hilafet dönemi kısa da olsa çok önemli sonuçlar doğuran kararlara imza atıyor. Zekât vermeyenlerle savaşması, Kur’an’ı cem etmesi, Bizans ve Sasanilere karşı cihadı ve Hz. Ömer’i kendisinden sonra tayin etmesi bunların başlıcaları…

 

Hz. Ebu Bekir hastalıktan mı öldü yoksa zehirlendi mi?

Aslında hastalanarak vefat ediyor. Ama İslam tarihinin ilk asırlarında şehadet arzı edilen bir şey. Hz. Ebu Bekir’in de zehirletilerek şehit edildiğine dair zayıf bir anlatım ortaya çıkmış. Bunu anlıyorum. Hz. Ebu Bekir gibi ömrünü İslam’a adamış bir insana yakıştırılması anlaşılabilir, ancak tarihi gelişmelere uymuyor. Hastalanarak vefat ediyor.

 

Hz. Ömer ne kadar süre halifelik yaptı?

Yaklaşık on yıl iktidarda kaldı. İlk halifeler içinde iktidar süreleri açısından on iki yıl kadar hilafette kalan Hz. Osman’dan sonra ikinci sıradadır. Hilafet dönemi İslam Tarihi’nde önemli bir kavşaktır.

 

Hz. Ömer suikastının sebebi nedir?

Hz. Ömer dönemindeki fetihler Bereketli Hilal ve çevresinin siyasi yapısını tamamen değiştirdi. Bu bölgeler dönemin iki güçlü devleti olan Bizans ile Sasani İmparatorluklarının yönetimindeydi. Haliyle bu fetihlerden ve baskın bir kişiliğe sahip olan Hz. Ömer’in icraatlarından dolayı memnun olan geniş kitlelerin yanında ona diş bileyenler de vardı. Bu sebeple suikastı düzenleyen Ebu Lü’lüe’nin arkasında başka kişileri arama düşüncesi ilk dönem rivayetlerinden itibaren karşımıza çıkıyor. Nitekim Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah suikasttan sonra bu işte dahli oldukları iddiasıyla İranlı eski bir komutan olan Hürmüzan ile Hristiyan bir öğretmen olan Cüfeyne’yi öldürüyor.

Kişisel bir kızgınlık neticesinde Hz. Ömer öldürülmüş olabilir mi?

Ebu Lü’lüe’nin suikasttan önce Hz. Ömer’le görüşmesi ve Muğire b. Şu’be ile ödeyeceği bir bedel karşılığında özgürlüğünü elde etme anlaşmasında belirlenen miktarın yüksek olduğunu söylemesi, Hz. Ömer’in ise mükatebe bedelinin indirilmesi yönündeki talebini reddetmesi, suikastın muharrik etkeni olarak anlatılıyor. Ancak gerek Ebu Lü’lüe’nin içinde bulunduğu durum gerek o sırada herkesin hayatını etkileyen gelişmeler, kişisel bir karar da olsa suikastı düzenleyenin gelişmelerden bağımsız olmadığının düşünülmesine sebep oluyor. Her şeye rağmen bir anlık kızgınlıkla bu tür cinayetlerin işlenebildiğini duyduklarımızdan ve okuduklarımızdan biliyoruz. Ancak suikasta uğrayan kişi Hz. Ömer olunca insanın durup bir daha düşünmesi kaçınılmaz oluyor.

 

Kitapta Hz. Osman’ın katledilmesi konusu daha geniş işlenmiş. Hz. Osman dönemi sorunların zirve yaptığı bir dönem gibi görünüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Hz. Osman’ın maruz kaldığı acı son, diğerlerinden farklı. Kendisini eleştiren bir grup Müslüman tarafından evinde kuşatıldıktan bir süre sonra içeriye giren asilerce katlediliyor. Görevi başındaki bir halifenin bu şekilde katli büyük yankı uyandırıyor. Akabinde de beş yıl devam eden iç savaş dönemi başlıyor. Tarihin hangi döneminde olursa olsun sınırları neredeyse Atlas Okyanusu’ndan Maveraünnehir bölgesine kadar genişlemiş bir devletin liderine karşı işlenen böyle bir suçun yankıları büyük olurdu.

Hz. Osman’a karşı işlenen cinayetin önemli bir etkisi de asilerin işledikleri suçu meşrulaştırma adına dini yorumların kullanılması ve bunun din anlayışının şekillenmesine katkısıydı. Büyük günah işleyenlerin durumu Hz. Osman’ın katli ve sonrasında meydana gelen olaylar bağlamında tartışıldı.

 

Kitapta Hz. Osman’ın çok eleştirildiğini belirtiyorsunuz. Hz. Osman neden çok eleştirildi?

Hz. Osman döneminde bazı sorunlar ortaya çıktığı bir gerçek. Bir taraftan yönetimin insanların bir kısmını memnun etmeyen bazı kararları ve icraatları, diğer taraftan muhaliflerin eleştirileri sorunu içinden çıkılmaz hale getirdi. Hz. Osman’ın taşra yönetimiyle ilgili tercihleri, ashabın ileri gelenlerinden bazı kişilerle ilişkileri sorunlar oluşturdu. Sonuçta uzun süre iktidarda kalan her yönetici çeşitli eleştirilere muhatap olur. Bunların haklı olup olmadığı kadar etkili olup olmadığı da önemlidir. Hz. Osman’a yönelik eleştirileri atamalarıyla ilgili eleştiriler, devlet maliyesini yönetimiyle ilgili eleştiriler, sosyal ilişkileri sebebiyle ortaya çıkan eleştiriler ve dini icraatları sebebiyle ortaya çıkan eleştiriler şeklinde gruplandırmak gerekir. Eleştirilerin bir kısmı kendi dönemine kadar gider. Bunların bazıları onun huzurunda ifade edilmiş, hatta bizzat kendisi, yüzüne karşı yapılan eleştirilere cevaplar vermiştir. Ancak eleştirilerin bir kısmı sonraki dönemlerde Hz. Osman’ın katlini meşrulaştırma çabasının ürünü olarak ileri sürülmüş, hatta üretilmiştir.

 

Hz. Osman döneminde bidatler çoğaldı mı?

Hz. Osman, Peygamberimizin (sas) yakınında bulunmuş, akrabası olan, ayrıca -ilkinin vefat etmesinin ardından ikincisiyle olmak üzere- iki kızıyla evlenmiş, Allah Elçisi’nin takdirini kazanmış bir insandır. İlk Müslümanlardandır ve Müslüman olması sebebiyle bedeller ödemiş biridir. Ayrıca maddi durumu iyi olduğu için fedakârlıklar yapmış, İslam toplumuna bu açıdan da katkıda bulunmuştur. Buraya kadar anlattıklarımı, onun konumunun önemine işaret etmek için söyledim.

Elbette İslam toplumunun ileri gelenlerinden biri ve Müslümanların halifesi olarak birçok önemli karara ve icraata imza atmıştır. Bu dönemde dinin İslam toplumundaki belirleyici konumunu hatırlarsak karar ve icraatlarının din zaviyesinden değerlendirilmesi anlaşılabilir bir şey. Aslında genel olarak siyaseti ve dine yaklaşımı kendisinden önceki iki halifeden çok farklı değil. Bununla birlikte dinden sapma anlamında bazı eleştirilere maruz kalıyor. Özellikle onun döneminden sonraki tartışmalarda bidatçi biri olarak takdim edilmek üzere bazı ithamlara da maruz kalıyor. Genel olarak bidati, dini alandaki bir tahrif olarak nitelersek Hz. Osman’ın genel yaklaşımı bu ithamla karşı karşıya kalmayı hak etmiyor. Siyasi kararları ve icraatlarının bidat olarak değerlendirilmesi ise ayrı bir sorun. Çünkü yöneticiler, zaman zaman karşılaştıkları yeni durumları değerlendirerek kararlar verirler ve değişikliklere gidebilirler. Karar ve uygulamalarında hata da edebilirler. Bunları bidat olarak değerlendirmek çok sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu sebeple Hz. Osman döneminde bidatlerin çoğaldığını iddia etmek, dönemi sağlıklı bir şekilde tasvir etmiyor. Dini konulardaki içtihatları ve siyasi kararlarıyla icraatları hususunda farklı değerlendirmelerin yapılması her zaman mümkündür.

 

Hz. Osman döneminde “Allah’ın giydirdiği gömlek” meselesi var bunu biraz açar mısınız?

Hz. Osman asiler tarafından evinde kuşatma altındayken görevi bırakmasını istiyorlar, aksi takdirde kendisini öldürmekle tehdit ediyorlar. Bu süreçte Hz. Osman bazı kişilerle istişare ediyor. Abdullah b. Ömer görüştüğü kişilerden biri. Bu sözün hem onun tarafından Hz. Osman’a ifade edildiği, hem de Hz. Osman’ın Eşter en-Nehaî gibi asilere söylediği naklediyor. Allah’ın giydirdiği gömlekten kasıt, üzerindeki hilafet görevi. Bir bakıma hilafete getirilmiş olmasını Allah’ın takdirine bağlıyor ve bunu bir meşruiyet gerekçesi olarak ifade ediyor. Aslında Abdullah b. Ömer kendisine bu hususta görüşlerini ifade ederken talepler üzerine görevi bırakması halinde bunun kötü bir uygulamanın başlangıcı olabileceğini söylüyor. İleride de başkaları hoşlanmadıkları yöneticilerden benzer taleplerde bulunabileceklerine işaret ediyor. Sonuçta da Allah’ın kendisine giydirdiği gömleği çıkarmaması yönünde tavsiyede bulunuyor.

Esasında Hz. Osman’ın karşı karşıya kaldığı ve kendisinin bir tarafı olduğu sorunun önemli bir boyutu, yöneticiyi biatle iktidara getiren halkın o dönemde kurumsal bir denetimi gerçekleştirememeleridir. Böyle bir kurumsal yapı olmadığı ve yönetici hayat kaydıyla seçildiği için sistemde bir tıkanma olduğunu söylemek yanlış değildir.

 

Hz. Osman’ı destekleyenler var. Aynı şekilde desteklemeyenler var. Bunu nedenini bize kısaca izah eder misiniz?

Her yöneticinin taraftarları olabildiği gibi karşıtları da olabilir. Hz. Osman’a yönelik olarak artan eleştirilerin bir kısmı yakın çevresinde de dillendirilmiştir. İktidardayken icraatları konusunda kendisini destekleyenler, çekimser kalanlar ve eleştirenler vardı. Evinde katledildikten sonra da toplum, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını isteyenler, Hz. Ali’nin halif şeklinde bölünüyor. Yöneticinin herhangi bir icraatını eleştirmek insanların hakkı, ancak bunu yıkıcı bir muhalefete dönüştürmeleri sorunlu bir yaklaşım. Hz. Osman’ı eleştirenlerin bir kısmı aslında onu desteklemeye devam ediyorlar, ancak eleştirilerini de dillendirmeye devam ediyor. Bir kısmı ise zamanla ondan uzaklaşıyor.

 

Hz. Osman’ın öldürülmesinin sebebi neydi? Hz. Osman nasıl öldürüldü?

Hz. Osman’ın öldürülmesinin gerekçesi olarak sonradan onun bazı icraatları gündeme getirilmiş ve adeta bir suç listesi oluşturulmuştur. Ancak bunların hiçbiri bu cinayeti hukuki olarak gerekçelendirmiyor. Hz. Osman cinayeti hukuki bir kararın icrası değil, siyasi bir eylemdir. Muhtemelen kendisine yöneltilen eleştiriler savunma hakkının da olduğu bir mahkemede ele alınsaydı böyle bir cinayete zemin oluşturacak bir karar çıkması mümkün olmazdı. İddialar ne olursa olsun hiç kimse başkasının evine girerek onu öldürme hakkına sahip olamaz. İslam hukukunun beş temel hak olarak savunduğu evrensel ilkelerden biri canın korunmasıdır. Bu vesileyle hatırlarsak malın korunması, neslin korunması, aklın yani düşünme hakkının korunması ve dinin korunması, canın korunmasıyla birlikte insan izzeti korunmuş oluyor. Bir vatandaş için teminat altına alınan bu haklar, Müslümanlara on iki yıl halifelik yapmış olan Hz. Osman’dan esirgenmiştir.

Kufe, Basra ve Fustat’tan Medine’ye giden muhalifler, başlarda Hz. Osman’la yapılan görüşmelerle ikna edilmişlerdi. Hatta onların bazı talepleri kabul edilmişti. Fakat Mısır’a giderlerken bir habercinin üzerinde ele geçirdikleri mektup işin yönünü değiştirdi. Hz. Osman mektubun kendisi tarafından yazılmadığına dair yemin ettiyse de suçladıkları amcasının oğlu olan kâtibi Mervan b. Hakem’i teslim etmeyi kabul etmedi. İlk zamanlar gevşek bir kuşatma devam ederken bir süre sonra kuşatmayı sertleştirdiler. Hz. Osman’ın yakınları evinde kendisine destek olmaya çalıştılarsa da içeri giren asiler tarafından öldürülmesini engelleyemediler.

 

Hz. Ali’nin iktidar dönemi nasıldı?

Önceki halifenin katledilmesi, katillerin bulunup cezalandırılması için insanları ikna edecek adımlar atılmaması ya da atılamaması Hz. Ali döneminin iç savaşlarla geçmesine sebep olmuştur. Yapılan yeni atamalar, alınan radikal kararlar da bunda etkili olmuştur. Hz. Ali halife olduktan yaklaşık altı ay sonra Cemel Savaşı, ondan da yaklaşık altı ay sonra Sıffin Savaşı meydana geldi. Yaklaşık altı ay sonra sorunu görüşmelerle çözme adımı olarak tahkim gerçekleştirildi. Ancak tahkimde alınan kararlar sorunu çözmeye yetmediği gibi gerginliği artırdı. Akabinde yaklaşık altı ay sonra Haricilerle Nehrevan savaşı ve iki yıl sonra da Hz. Ali suikastı meydana geldi. Bu dönemde istikrarlı bir yönetim ortaya koymak mümkün olmadı.

 

Hz. Ali neden Müslümanlar tarafından öldürüldü?

Hz. Ali’yi öldüren Abdurrahman b. Mülcem, aslında Hz. Ali taraftarlarıyken tahkimi kabul ettiği için ordusundan ayrılan ve Hariciler olarak isimlendirilen gruba mensuptu. O da Hz. Osman’ı katledenler gibi Hz. Ali’yi öldürmekle Allah’ın rızasını kazanacağına inanan dar görüşlü, başkalarının yaşama hakkına saygı göstermeyen insanlardan biriydi. Haricilerin Hz. Ali’yi öldürmeleri daha çok nefret ettikleri ve tekfir etmekte tereddüt etmedikleri Muaviye’ye iktidarın yolunu açmıştır.

 

Kitabı okurken birçok not aldım. Tarihle ilgili baya bir beyin fırtınası yapmamı sağladı. Kitabın sonuç bölümünde de hocam siz bunu izah ediyorsunuz. Bize İslam tarihi anlatılırken hep ‘Asr-ı Saadet’ diye anlatılan bir dönemi yazdığınız bu kitabınızı okurken ‘Bu nasıl bir Asr-ı Saadet?’ diye düşünüyor insan. Bize bu gerçekleri neden hiç anlatmadılar?

Tarihin istihdam edildiği alanlardan biri insan eğitimidir. Geçmişi yüceltmek, insanlara bir ideal olarak sunmak öğretici tarihçiliğin bir vardır. Önemli olan bunları olduğu gibi hakikati önceleyerek anlatmaktır. Ele aldığımız konular aslında kaynaklarda genişçe anlatılan konular.

 

Bu olaylardan bizler nasıl dersler çıkarmalıyız?

Sağlıklı bir tarih okuması, bizim zihin dünyamızı, hayata karşı duruşumuzu kısacası geleceğimizi inşa etmede bize yardımcı olur. Bugün yaşadıklarımız dünün bir uzantısı olduğu gibi yarının da inşacısıdır. İnsanlar hafızasız yaşayamayacakları gibi toplumlar da hafızasız yaşayamaz. O halde hafızamızı sağlam bilgilerle inşa etmeliyiz.

Geçmişi kavganın ve düşmanlığın konusu olmaktan çıkarırsak dostluğun, dayanışmanın ve anlaşmanın zor olmadığını görürüz. Ama bu sonuçlara ulaşamasak da hakikatin hatırı âlidir, bunun için bile doğruyu aramak zorundayız.

 

Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?

İslam tarihini duygusal bir perspektifle değil soğukkanlılıkla okursak olanları daha iyi anlarız. Sağlam bilgi ve muhakemeye ihtiyacımız var. Önyargılardan ve bize öğretilmiş ezberlerden uzak durmamız bizim yararımızadır.

 

Böyle bir eseri kaleme aldığınız için hocam size tekrar teşekkür etmek istiyorum. Allah razı olsun.

Ben teşekkür ederim. Rabbim sizden de razı olsun. Bu vesileyle kitap ve ilim sevdalılarına selam, hürmet ve muhabbetlerimi sunarım. Yarınımız bugünden daha aydınlık olsun.

Kaynak:HÜR24 Haber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.