'Güvenli Bölge' Ve Suriye Kürtleri
Gazeteci Osman Gülebak'ın, "'Güvenli Bölge' Ve Suriye Kürtleri" adlı yazısı:
Ülkemizde bulunan Suriyeli mültecilere 30 kilometrelik derinlik ve 911'den vazgeçtik, şu anda 450 kilometrelik bölgede konutlar yapalım diyoruz. Çünkü bu çadır hayatıyla mı, bu konteyner kentlerle mi hayatlarını devam ettirecekler? Buralarda 200-250 metrekare kapalı alan ve bir o kadar da açık alan olmak üzere ailelere konut inşası yapalım. Kapalı alanda kendilerinin kalması diğer alanda da bir şeyler ekip biçmesi... Okullarını, hastanelerini, altyapılarını yapalım. Ayrıca kendilerine de iş imkanı hazırlayalım." (1)
"El Bab'ta, Cerablus'ta, Afrin'de nasıl kendi göbeğimizi kendimiz kestiysek şimdi de biz özellikle Suriye'nin kuzeyinde... buradaki terör örgütlerinden bölgeyi arındırarak burayı gerçek sahiplerine teslim etmemiz gerekiyor ki bir defa buranın gerçek sahipleri de büyük oranda, yüzde 85-90 gibi Araplardır." (2)
Yukarıdaki iki paragraftaki sözler birkaç gün arayla Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Suriye'de kurulması planlanan 'Güvenli Bölge' için sarf edildi. Hem geçtiğimiz günlerde Suriye Çözümü için toplanan Üçlü Zirve'de kullanılan sözler, hem de son olarak 'Güvenli Bölge' konusunda medyaya yansıyan cumhurbaşkanının ikinci paragraftaki sözleri bir araya getirildiğinde ve gerek Afrin bölgesindeki medyaya yansıyan haberlerde gerekse bölge halkından aldığımız bilgiler, 'Güvenli Bölge'nin Suriye sınırındaki Kürt bölgelerinin demografisinde büyük bir değişim oluşturacağı kanaatini güçlendiriyor.
Hem daha önceleri özellikle Şeyh Said olayından sonra Kürtlerin etkinliğini kırmak için ortaya konulan projeler hem de Kürt sorununu çözme iradesi ortaya koyan iktidarın, 15 Temmuz sonrası kerhen de olsa ulusalcı/milliyetçi/Kemalist yapılara yanaşması ve ardından muhafazakârlıktan milliyetçiliğe doğru bir söylem/pratik ortaya koyması açıkçası bu konuya biraz daha eğilmemizi gerekli kılıyor.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; 'Güvenli Bölge' projesi halihazırda Türkiye açısından faydalı olsa da uzun vadede bir çözüm sunması mümkün görünmediğinden yıllardır savaşın ağır yükünü taşıyan bölge için ancak bir pansuman tedavi olacaktır. Oysa Arapların da, Kürtlerin de Türkmenlerin de en büyük beklentisi, Suriye'de savaşın sona ermesi ve herkesin daha önce yaşadığı evine geri dönebileceği köklü bir çözüm...
İkincisi; Cumhurbaşkanının söylediği gibi gerçekten 'Güvenli Bölge' kurulması düşünülen bölgede yüzde 85-90 Araplar mı yaşıyor? Cumhurbaşkanı bu sözleri neden kullandı? Ya da bu sözler, olası tepkilere karşı mevcut projeye meşruiyet verilmek için mi kullanıldı? Veya medyaya düşen 'Güvenli Bölge'nin yer konusunda bir farklılık mı olacak -ki Cumhurbaşkanı '911'den vazgeçtik 450 kilometrede konutlar yapalım' dedi-orasını şimdilik bilmiyoruz.
Fakat herkes çok iyi bilir ki Suriye ile Türkiye arasındaki sınır bölgelerinde Kürtler ve Araplar birlikte yaşamak birlikte medyaya yansıyan 'Güvenli Bölge' kapsamına giren bölgelerden Telabyad'ı saymazsak Kobani, Resulayn, Kamışlo, Hasekê, Amudê gibi yerleşim yerlerinde çoğunluk olarak Kürtler yaşadığını ayrıca Kürtlerin, Suriye'de yaşayan etnisitelerden; Araplardan sonra sayı bakımından ikinci sırada geldiğini bilmekte yarar var.
Türkiye'nin hem kendi sınırları içinde, hem İran ve Irak'ın sınır bölgelerine ve bugün Suriye'deki Kürt bölgelerine yaptığı operasyonların temel argümanı; silahlı eylem yapan PKK... Yaptığı silahlı eylemler ile Kürt halkına zarar vermekten başka bir şey yapmayan PKK, başta Türkiye olmak üzere İran'da ve Suriye'de Kürt bölgelerine yapılan tüm operasyonlara bir meşruiyet sağladığını da unutmamak gerekir. Bugün Suriye'de kurulması planlanan 'Güvenli Bölge' projesi de yine benzer argümanlara dayanıyor. PKK'nin silahlı eylemleri sona ermedikçe ne bu operasyonlar sona erecek ne de meşruiyetleri sorgulanabilecektir.
Elbette herhangi bir ülke, hem kendi hem de halkının güvenliğini sağlamak için gerekli tedbirleri almak zorundadır. Buna Türkiye'nin PKK kamplarına yaptığı operasyonlar da dahil. Fakat PKK/PYD'ye karşı operasyon yaparken tüm Kürt halkını hedef alan -özellikle sivillleri- ya da tüm Kürtleri PKK'lileştiren bir anlayışın ve bu anlayış sonucu ortaya konulan pratiğin kabul edilmesi mümkün değildir. Bugün tüm Kürtlerin PKK/PYD üzerinden hedefe konulması belki de Kürtlerin yaşadığı en büyük talihsizlik olsa gerek.
Osmanlı sonrası kurulan ulus devletlerde yaşayan Kürtler gibi Suriye Kürtleri de mevcut Ulusalcı/Baasçı sistemin mağduru. Gelinen süreçte bu ülkelerde yaşayan Kürtler, PKK'nin silahlı eylemleri ile bölge ülkelerinin ulusalcı politikaları arasında sıkışıp kalmış durumda.
Suriye savaşı başladığında her yerde olaylar var iken bu bölgelerde bir sükunet hakimdi. Bu durum, PYD'nin iktidar boşluğundan faydalanarak Kürt bölgelerinde kanton ilan etmesine kadar devam etti. Kanton ilanından sonra bu bölgeler de savaşın birer parçası haline geldi. Çözüm Sürecinin sona ermesi, PYD'nin Suriye'de giderek güçlenmesi Türkiye'nin PYD kontrolündeki Afrin'e operasyon yapmasına yol açtı.
Açıkçası daha önce başta Afrin ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bölge demografisinin değiştirilmeye çalışıldığı, Kürtçe tabelaların kaldırıldığı, eğitimin Türkçe verildiği vb. birtakım uygulamalar hakkında medyaya yansıyan bazı haberler vardı. ÖSO'nun kontrolüne verilen ilçede Kürtlere ait birçok ev, bağ ve bahçenin buraya yerleştirilen bölgede yaşmayan başka kişilere verildiği çoğu zaman dile getirilse de bu iddialar çoğu zaman cılız kaldı. Dikkatimi çeken bu iddiaları, teyit ettirmek için bu meseleyi farklı zaman dilimlerinde bölgeden gelen insanlara sordum. Gerek Türkmen, gerek Arap gerekse de Kürd olsun konuştuğum bu insanların verdiği cevaplar, mevcut haberleri teyit eder nitelikte idi.
Anlatılanlara göre; Suriyeli Kürtlerin Türkiye'deki Kürtler gibi iki ateş arasında kalmış. PYD'nin, kendi iktidarını kurduğunda farklı hiç kimseye tahammül etmeyip baskı kurması yetmezmiş gibi Türkiye/ÖSO operasyonuyla sıkıntıları daha da artmış. PYD bölgeyi terk ettiğinde oradaki halkı da kendisiyle birlikte zorla göç ettirerek çadır kentlere mahkum etmiş. Korkudan evlerini terk etmek zorunda bu insanların, evleri, bahçeleri ve tarlaları ise başkalarına verilmiş. Çadır kent hayatına mahkum edilen bu insanlar şimdilik evlerine dönemiyorlar. Bir taraftan PYD'nin baskısı bir taraftan da mevcut Afrin idaresi tarafından PYD'li! olarak görülüyorlar.
Tüm bunlar ışığında 'Güvenli Bölge' sorunu çözer mi yoksa daha bölgenin karışmasına zemin mi hazırlar? Öncelikle şu tespiti yapmamız gerekiyor. Gerek ulus devletler öncesi dönem olan İmparatorluklar döneminde gerekse de daha öncesinde insanlığın yeryüzüne dağıldığı bu coğrafyada, çok sayıda farklı etnik ve inanç sahibi insan yüz yıllardır birlikte yaşıyorlardı. Bu insanlar o kadar farklı bölgelere dağılmış o kadar iç içe geçmişler ki; herhangi bir bölgeyi, herhangi bir etnisite ya da dini inanç adına belli bir alanla sınırlamak neredeyse mümkün değil. Hatta 1. Dünya Savaşından sonra bölgede yaşanan çatışmaların ve kaosun en büyük sebebi, ulusal sınırlar değil midir? Tabi bir karşılığı olmadığı halde gelişigüzel çizilen suni sınırlar ve bu sınırlarda kalan farklı etnik ve inançların ortadan kaldırılmaya çalışılması...
'Güvenli Bölge'de bu hakikat göz ardı edilerek tamamen güvenlikçi/ulusalcı refleksler ile Türkiye'deki tüm Suriyeliler bu bölgeye yerleştirilirse bu, bölgenin doğal demografisini değişikliğe götürecektir. ABD'nin desteklediği PYD ile Türkiye arasına bir set olarak düşünülen bu adım, yıllardır rahat yüzü görmeyen bölge halkının, bir daha başlayacak yeni bir savaşın içerisine girmesine sebep olacaktır. Bu ne Arabın, ne Kürdün ne de Türkün faydasına olacaktır.
Gelin! iki yüzyıldır bize kan, göz yaşı ve kaostan başka bir şey getirmeyen güvenlikçi/ulusalcı/günübirlik politikalar yerine Türkmen'in de, Arab'ın da, Kürd'ün de, Süryani'nin de, Alevi'nin de doğup büyüdüğü topraklarına geri dönebilecekleri köklü ve gerçekçi politikalar üretelim. Bu şimdilik mümkün olmuyorsa bile atacağımız adımlar en azından bölgenin doğal demografisine zarar vermesin.
Kaynakça:
Kaynak:HÜR24 Haber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.