Halepçe katliamının tanığı: O gün mahşeri yaşadık
Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin tarafından 31 yıl önce Halepçe’de kimyasal silah kullanılarak 5 bin kişinin katledildiği katliamın görgü tanıklarından Faruk Ali Ahmet, katliam günü adeta mahşeri yaşadıklarını söyledi.
Baas rejimi tarafından 16 Mart 1988 yılında kimyasal saldırı yapıldığında kaçmayı başaran bölge halkı İran’a göç ederken, kaçmayı başaramayanlar ise kimyasal saldırının kurbanı oldular. Aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 5 bin kişinin hayatını kaybettiği ve binlerce kişinin yaralandığı katliamdan geriye acı ve hüzün kaldı.
Kasabada kimyasal silahın etkisi ile kanser ve solunum yolu hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Kısırlık ve genetik bozukluklar gibi etkilerinin günümüze kadar ulaştığını gösteren tıbbi çalışmalar var.
Halepçe katliamında anne ve babası başta olmak üzere birçok yakınını kaybeden Faruk Ali Ahmet, o gün yaşananları İLKHA’ya anlattı.
O dönem 20 yaşında olan ve Kürdistan İslami Hareket Partisi’nde (Bizutnewe) Peşmerge olarak görev yapan Faruk, katliam gününü mahşer anına benzeterek, katliamın üzerinden 31 yıl geçmesine rağmen o gün yaşadıkları o dramı halen unutamadıklarını ifade etti.
"Yaralılar ve sağ yakalananlar ya hapse atıldı ya diri diri toprağa gömüldü"
1987 yılında Saddam Hüseyin'in Halepçe halkını şehirden çıkararak, kamplarda toplamak istediğini ve bundan dolayı halkın da İran'a kaçmak zorunda kaldığını anlatan Faruk, "1987 yılına kadar Halepçe'de yaşadım. 1987 yılının mayıs ayına kadar yani Halepçe halkının kaçışına kadar ben Halepçe'de yaşıyordum. Saddam, bütün halkı zorla toplama kamplarında toplamak istiyordu. Bundan dolayı Halepçe, Şarezur ve Hewraman halkı, rejimden dolayı kaçtılar. Saddam helikopterleri ve askerleriyle halka saldırıyordu. Bundan dolayı bizde Halepçe'den İran İslam Cumhuriyetine göç ettik. Bizim kaçışımızdan bir gün sonra rejim buraya gelip Kâni Aşıkan Mahallesi'ne bombalar atıp yerle bir etti. Bu saldırıda yaralananlar ve sağ yakalananlar ya hapse atıldı ya diri diri toprağa gömüldü. Halepçe nüfusunun yarısı o zaman Halepçe'den kaçıp İran İslam Cumhuriyetine göç ettiler. 1991 yılındaki ayaklanmaya kadar İran'daydık. Sonrasında Halepçe'ye döndük ve o zamandan beri Halepçe'de yaşıyoruz." dedi.
"Kürdler Baas rejimine karşı oldukları için toprakları işgal edilmişti"
1988 yılında Halepçe'ye kimyasal saldırı yapıldığında 20 yaşında olduğunu belirten Faruk, "Kürdistan İslami Hareket Partisi’nin Peşmergesiydim. İslami Birlik Hareketi, İslami bir güç olarak Baas rejimine karşıydı. Halepçe'ye saldırı yapılma kararı alındığında İran ve Irak savaştı. Kürdler de Baas rejimine karşı oldukları için toprakları işgal edilmişti. İslami Birlik Hareketi'nin İran askerleri ile yardımlaşmaları vardı. Bundan dolayı KDP-KYB ve sosyalistler gibi siyasi partiler Halepçe'ye saldırı yapılması için yardımcı oldular. Molla Osman Abdülaziz, o zaman İslami Hareketin genel başkanıydı ve Halepçe'ye saldırı yapılmasına razı olmadı. Çünkü o her zaman Halepçe halkı, 'Müslüman, İslam adap ve ahlakına bağlı olduğu için Baas rejimi onlardan intikam almak istiyor.' diyordu. O, Baas rejiminin Halepçelilerden intikam almak istediğini biliyordu." ifadelerini kullandı.
"Halk bir yere kaçmasın diye uçaklardan bomba attılar"
Halepçe'ye saldırıların 1988 yılının Mart ayında başladığını belirten Faruk, "Halepçe, Irak askerlerinden temizlendikten sonra ve Halepçe halkının geri dönmesine izin verildiğinde savaşın oluşmaması ve Halepçe halkından intikam alınmaması için bizler askerlerimiz ile 16 Mart 1988 tarihinde sabahleyin şehre geldik. Yani İslami Birlik askerleri, savaşa ve Halepçe'nin işgali sırasında her hangi bir mücadeleye katılmadı. Fakat ayın 16'sında kimyasaldan 3 saat önce biz Halepçe'ye indik. Rejim askeri burada kalmamasına rağmen Halepçe halkı kendilerinden intikam alınmasından korkuyordu. Bu korkudan dolayı birçok kişi Halepçe dışına çıkmak ve İran'a gitmek istedi. Fakat bazı Peşmerge güçleri halkın gitmesine engel oldu. Bundan dolayı Halepçe'de kaldılar. Halk bir yere kaçmasın diye uçaklardan bomba attılar. Saddam'ın, bununla yetinmeyeceğini bildiğimiz için halktan, şehri terk etmelerini istedik. Ailemden beni dinleyenleri şehir dışına çıkmalarına ikna ettik. 16 Mart'ta saat 13.00'de kimyasalla saldırmaya başladılar. Kimyasalla saldırı yaptıklarından dolayı hem şehir içinde bulunanlar hem de şehir dışına çıkmaya çalışanlar şehid oldu. Hem şehir içine hem de şehir dışındaki dağlara kimyasal attılar. Bu şekilde şehri terk etmek isteyenler de bu saldırıdan nasibini aldı." şeklinde konuştu.
"Bunun bir kimyasal saldırı olduğunu bilmiyorduk"
Faruk, "Uçaklardan atılan bombalar infilak etmeyince biz bombaların patlamadığını sanıyorduk. Çünkü bunun bir kimyasal saldırı olduğunu bilmiyorduk. Biz o esnada dağdaydık. Çocuk ve kadınların feryatlarını duyunca ne olduğunu anlamak için şehre indik. Şehre geldiğimizde insanların yerlerde süründüğünü, parmaklarının ve yüzlerinin morardığını, ağızlardan köpükler çıktığını gördük. O an bir çare bulmaya çalıştık. Fakat kimyasal bir saldırı olduğu için bir çare bulamadık. Maalesef bu kimyasal saldırıdan dolayı birçok kişi bu şekilde şehid oldu. Gri renkte bir bulanık duman vardı. Fakat kokusu çoktu. Salatalık ve elma kokusu geliyordu. Dumanı hiç belli değildi. İnsanların öldüğünü görünce ne olduğunu sormak için onlarla konuştuğumuzda birden öldüklerini görüyorduk. Halepçe halkı önceden kimyasal gaz görmemişti. Bundan dolayı da bu duruma karşı bir tedbir alamadılar ve maalesef birçoğu şehid oldu." diye konuştu.
"Çeşitli gazlar kullanıldığı için herkese bir şekilde zarar veriyordu"
Şehrin üzerine atılan kimyasal bombaların birkaç çeşit ve etkilerinin de farklı olduğunu anlatan Faruk, şöyle devam etti:
"Bir çeşidi boğuyordu, bir çeşidi hardal gazıydı ki su gibi oluyordu ve vücuda değdiğinde yanma hissi veriyordu. Bazıları da gözleri kör ediyordu. Gazın tesirinden ben de bir gün boyunca göremez olmuştum. Ben ilk saldırı esnasında şehir dışındaydım, uçakların alçak uçtuğunu görüyordum. Öncesinde Napal gibi bombalar patlattılar ve öğleden sonra kimyasal bomba attılar. Uçaklar üçer, dörder olarak geliyordular ve güneyden gelip füzeleri atıyordular. Uçaklar o kadar alçak uçuyordu ki yere çarpacağını sanıyorduk."
"Katliam günü mahşeri yaşadık"
Katliamın yapıldığı gün yaşadıkları zulmü anlatan ve o günü mahşere benzeten Faruk, "Allah-u Teâla Kur'an-ı Kerim'de mahşerden bahsederken, o gün kişinin kendi kardeşinden, annesinden, babasından, arkadaşından ve çocuğundan kaçtığını anlatıyor. Ayette bahsedildiği gibi o gün herkes kendi derdine düşmüştü ve herkes kaçıyordu. Çocuklar ağlıyordu, anne ve babalar feryat ediyordu ve herkes kendi derdine düşmüştü. Allah-u Teâlâ'nın ayette mahşerde ne olacağından bahsettiği gibi bir gün olmuştu." dedi.
Katliamda binlerce insanın öldüğünü ve binlerce insanın da yaralandığını anlatan Faruk, yaralıların ise İran'a götürülerek tedavi edildiğini ve İran'a tedavi için götürülen kimi yaralıların da orada yakınlarını kaybettiklerini ve yıllar sonra birbirlerini bulduklarını kaydetti.
"Elma kokusu Halepçelilerin son nefesi oldu"
Faruk, "Saldırıda herkes bir koku aldığını söylüyordu. Fakat neyin kokusu olduğunu bilmiyordular, elma ve salatalık kokusu aldıklarını söylüyordular. Fakat bunun 'ölüm kokusu' olduğunu, aldıkları son nefes olduğunu bilmiyordular." diye belirtti.
Bu katliamın faillerinin diktatör Saddam Hüseyin ve "Kimyasal Ali" olarak bilinen Ali Hasan Mecid'in olduğunu söyleyen Faruk, Saddam Hüseyin ve Ali Hasan Mecid başta olmak üzere Halepçe halkına, Kürdlere ve Iraklılara bu zulmü yapanların idam edildiğini ve şu anda Allah-u Teâlâ'nın adaleti ile baş başa kaldıklarını belirtti.
"Halepçe halkı 1991 yılına kadar Halepçe'ye dönmediler"
Faruk, katliamdan dolayı İran'a kaçmak zorunda kalanların 3 yıl sonra şehirlerine dönmeye başladıklarını belirterek, şunları anlattı:
"Halepçe halkı saldırıdan sonra hepsi kaçtılar, İran askerleri burada kaldılar. Sonrasında İran askerleri buradan çekildiler ve yine Irak askerleri buraya geldiler. Evlerin yüzde 80'nini patlatıp yerle bir ettiler, hiçbir şey bırakmadılar. Halepçe halkı 1991 yılına kadar Halepçe'ye dönmedi. Baas rejimi Kuveyt'i işgal ettikten sonra Amerika ve işbirlikçileri Irak'a saldırdılar ve bundan dolayı Kürdler de Irak rejimine karşı ayaklandı. Ayaklanmadan dolayı Irak rejimi askerleri Halepçe, Süleymaniye, Erbil ve Duhok'tan çekildiler. 1991 yılından sonra Halepçe halkı yavaş yavaş Halepçe'ye döndüler ve o fakir ve yoksul halleriyle evlerini tekrar inşa etmeye çalıştılar."
"Halepçe halkının mağduriyetleri halen giderilmemiştir"
Halepçe halkının mağduriyetlerinin halen devam ettiğine işaret eden Faruk, "Şu anda Halepçe il olmuş ama halen en az hizmet buraya yapılmış ve Halepçe'de halen inşa edilmemiş evler var. Yine katliamda ölenlerin, yaralananların ve mağdur olanların mağduriyetleri giderilmemiş. Saldırıda İran'a götürülüp ve İranlı ailelerin sahiplendiği çocukların çoğu halen geri getirilmemiş. Akrabaları yıllardır onların geri gelmesini bekliyorlar. Fakat şu ana kadar Halepçe'nin bu sorunları giderilmemiştir, halen Halepçe virandır. Halepçe yeniden imar edilmelidir." dedi.
"Bazı kadınların çocukları olmuyor"
Kimyasalın Halepçe halkına yaptığı tesirin aradan geçen 31 yıla rağmen halen devam ettiğine dikkat çeken Faruk, katliamda ölenlerin sayısı ile ilgili de net bir bilginin olmadığını belirterek, "Bence tam doğru söylenen bir sayı yoktur. Fakat halk arasında meşhur olmuş, yaşlı, genç, çocuk, kadın ve erkek olarak 5 bin kişiye yakın şehid ve 8 bine yakın da kişi de yaralandı. Yaralıların bir kısmı da katliamdan sonra vefat etti. Direk kimyasaldan etkilenenlerin bazıları ciğerlerini, bazıları gözlerini kaybetmişler, birçoğu devamlı olarak ilaç kullanmak zorundadırlar. Bazı kadınların çocukları olmuyor, bazı çocuklar da hastalıklı doğdu. Bunların kimyasalın etkisinden olduğu söyleniyor. Ağaçlar yeşeriyor, otlar bitiyor ama eğer şu anda bile bombanın atıldığı yerler kazılırsa kimyasalın etkisi görülecektir." diye konuştu.
"Katliamda ölenleri toplu olarak defnettik"
Katliamda ölen herkes için bir mezar kazamadıklarını ve yerlerde topladıkları cesetleri ise şehre atılan napal bombalarından dolayı yerlerde oluşan çukurlara toplu olarak defnettiklerini anlatan Faruk, son olarak şunları anlattı:
"Ben 37 gün o cenazelerin arasındaydım. Çok üzüntü verici görüntüler halen gözlerimin önündedir. Küçük iki kızın birbirlerine sarılıp öldüklerini gördüm. Anne, çocuğunu emzirirken ölmüş. Camilerin içi cenaze doluydu. Arabada ölmüş bir aile vardı, onları defin etmek için arabadan çıkartmak istedim. Çocuğu almak istediğimde ise çocuğun başı koptu. Küçük olduğundan dolayı kimyasal onun vücudunu çürütmüştü. Kimi ailelerin hepsi ölmüştü, kimi ailelerden bir kişi sağ kalmıştı. Bir ailenin bütün fertlerinin gözü kör olmuştu. İnsanlar feryat ediyordu. Özellikle çocukları ölen anne ve babalar çok feryat ediyordu. O zamanı düşündüğümde çok üzülüyorum, psikolojim bozuluyor. İnsan bazen sadece bir ölü görüyor, psikolojisi bozuluyor. Fakat bizler gece-gündüz ölülerin arasındaydık, onları defin ediyorduk. Ancak görenler inanabilirler. Kolaylıkla anlatılacak bir an değil. Dünyada Allah'ın zalimleri cezalandırdığını gördüğümüz gibi ahirette bize göstermesini istiyorum." (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.