HRW Suriye'deki katliamları gözler önüne serdi
İnsan Hakları İzleme Örgütü Suriye'de rejim, Rus, ABD ve bunların destekliği örgütlerin gerçekleştirdiği sivil katliamlar, hak ihlalleri, keyfi gözaltı ve tutuklamalar, yapılan yıkımları ve göçü gözler önüne seren bir rapor yayımladı.
Suriye rejiminin 2018'de, Rusya ve İran’ın desteğiyle, Şam kırsalında bulunan Doğu Guta ve Deraa’yı yeniden ele geçirdiği hatırlatılan raporda, rejimin muhalif grupların teslim olmama zorlayarak göç etmelerine yol açmak için yasaklanmış silahlar, ayrım gözetmeyen bombalamalar ve insani yardım konusunda kısıtlamalar dahil olmak üzere her türlü yasadışı taktikleri bir arada kullandıği belirtildi.
Raporda, muhalif silahlı grupların rejimin kontrolü altında olan bölgelere ayrım yapmaksızın saldırdığı ve sivillerin kaçmalarını engellediği ileri sürüldü.
Raporun hazırlandığı aşamada, İdlib’de Rejim-Rus askeri ittifakı ve muhalif silahlı gruplar arasında ateşkesin olduğu aktarılan raporda, "İdlib'deki hükümet karşıtı gruplar, bazı medya aktivistlerini ve hükümet ile uzlaşmaya çalışan bazı kişileri tutuklarken insani yardımları da kısıtladı. Yılın ilk yarısında gerçekleşen çeşitli kimyasal saldırıların ardından, daha önce benzeri görülmemiş bir adımla, Suriye'deki saldırıların araştırılması için Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü'ne (OPCW) yetki verildi. DAEŞ'ten yeniden alınan bölgelerde, sivil kayıplar ve tahrip olmuş altyapı savaşın ardından daha belirgin hale geldi. DAEŞ'in kaçmadan önce gömdüğü kara mayınları sivilleri öldürmeye ve sakat bırakmaya devam etti. Sivil saldırı mağdurları için iyileşmeleri veya tazminat için gerekli kaynakların sağlanmasında çok az ilerleme kaydedildi. Suriye'deki DAEŞ ve El Kaide üyeleri, yargısız infaz, adam kaçırma ve gelen insani yardımlara müdahaleye kadar çeşitli suistimalleri sürdürmeye devam ettiler." denildi.
İngiltere merkezli izleme örgütü olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SOHR) savaşın başlangıcından bu yana ölüm oranının Mart 2018 itibariyle 511 bine kadar yükseldiğinin ifade ettiği aktarılan raporda, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (BMMYK) göre ise dünya genelinde 6,6 milyon kişi ülke içinde yerinden edildiği ve 5,6 milyon Suriyelinin mülteci durumuna düştüğü kaydedildi.
Yıl sonunda, Cenevre liderliğindeki siyasi sürecin durma aşamasına geldiği, Suriye için yeni bir BM özel elçisinin atandığı belirtilen raporda, "Aktif çatışma kısmen azalırken, Rusya ve Suriye, mültecilerin geri dönmesi için çağrıda bulundu ve Suriye’nin yeniden imarını kolaylaştırmak için yasalar çıkardı. Buna rağmen, hükümet güçleri insan haklarını ve uluslararası insan haklarını ihlal etmeye, keyfi olarak gözaltına alıp kötü muameleye ve dolaşma özgürlüğü konusunda ağır kısıtlamalar getirmeye devam etti." ifadelerine yer verildi.
Rejim-Rus koalisyonun ayrım gözetmeyen saldırıları
Rejim-Rus koalisyonun ayrım gözetmeyen saldırılarına da değinilen raporda, şu ifadeler yer aldı:
"Suriye-Rus koalisyon güçleri sivillere ve yaşam alanlarına ayrım gözetmeyen saldırıları 2018’de de devam etti. Hükümet güçleri, Şubat ayında Şam’ın kırsalından bulunan Doğu Guta’yı ele geçirmek için askeri bir operasyon başlattı. 18 Şubat - 21 Mart tarihleri arasında bin 600'den fazla sivilin öldürüldüğü bildirildi. Suriye-Rus koalisyon güçleri en az 25 sağlık tesisi, 11 okul ve sayısız sivil konutu da vurdu.
16 Haziran'da benzer şekilde, koalisyon güçleri, Suriye'nin güneybatısında bulunan Dera ve Kuneytire kentlerine saldırdı. Bu saldırı Ürdün ve İsrail'in işgal ettiği Golan Tepeleri'ne doğru büyük bir göçü tetikledi."
Kimyasal silahlar dahil yasadışı silahların kullanımı
Çatışan tarafların yasadışı silahları kullanmaya devam ettiği vurgulana raporda, "Suriye-Rus koalisyonu, bölgeleri yeniden ele geçirmek için uluslararası olarak yasaklanan misket bombalarını ve kimyasal silahları kullandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), Temmuz 2017 - Haziran 2018 tarihleri arasında 36 misket bombası saldırısının kesin olarak gerçekleştiğini 20 olası saldırının ise soruşturulmasını gerçekleştirdi. Kanıtlar, Suriye-Rus koalisyon güçlerinin Guta ve Dera'da kışkırtıcı silahlar kullandığını gösteriyor. 2013 ve 2018 yılları arasında HRW ve diğer 7 bağımsız uluslararası kuruluş, çoğunluğu Suriye hükümet güçleri tarafından gerçekleştirilen en az 85 kimyasal silah saldırısının soruşturmasını gerçekleştirdi. Kimyasal saldırıların gerçek sayısı daha fazla olduğu muhtemeldir. Doğu Guta’daki Duma’ya yapılan kimyasal saldırının ardından, kimyasal silah kullanımını engellemek için yenilenen uluslararası çabalar vardı. Rusya, şubat ve nisan aylarında BM Güvenlik Konseyi’nde veto haklarını kullandı ve BM liderliğindeki bir soruşturma mekanizmasının kurulmasını engelledi. Bununla birlikte, Haziran ayında, Kimyasal Silah Sözleşmelerine taraf olan ülkeler, OPCW'ye kimyasal silah saldırılarının araştırılması ve sorumlularının ortaya çıkarılması için daimi izin verildi." cümleleri aktarıldı.
Raporda, ayrıca muhalif grupların da Şam'a saldırı düzenlendiği, sivillerin öldüğü ve sakat kaldığı savunuldu. Raporda öte yandan muhalif grupların, sivilleri tutuklandığı, işkence yaptığı, yerel siyasi muhalifleri ve gazetecileri hedef alarak keyfi tutuklamalar ve kaçırmalar gerçekleştirdiği öne sürüldü.
Raporun devamında şunlara yer verildi:
"25 Temmuz 2018 günü, DAEŞ Al-Suwayda vilayetine eşzamanlı saldırılarda, en az 200 kişinin ölümüne ve 27 kişinin kaçırılmasına sebep oldu. DAEŞ, ağustos ayında rehinelerden birini de yasadışı bir şekilde idam etti. Suriye Devlet Haber Ajansına göre kasım ayında, geri kalan tüm rehineler serbest bırakıldı. Bu arada, Suriye'nin doğusundaki toprakları kaybetmeden önce DAEŞ tarafından kaçırılan binlerce insanın akıbetinin ne olduğu bilinmezken, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve ABD liderliğindeki koalisyon yerlerini bulma için çok az çaba sarf etti.
SDG ve ABD liderliğindeki koalisyon, Ekim 2017'de DAEŞ'i Rakka'nın dışına itmiş olsa da kaçmadan önce örgüt tarafından yerleştirilen el yapımı mayınlar ve patlayıcılar sivilleri öldürmeye ve sakat bırakmaya devam etti. Yerel sağlık çalışanlarına göre, Ekim 2017 ile Nisan 2018 arasında yerleştirilen mayınlar sebebiyle binden fazla kişi yaralandı veya öldü."
Türkiye'nin Afrin'e harekatı "saldırı" olarak nitelendi
Raporda, en dikkat çekici bölümlerden biri ise Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri harekatın "saldırı" olarak nitelenmesi oldu.
Raporda, şöyle denildi: "20 Ocak'ta Türkiye, Kürt çoğunluk özerk yönetiminin kontrolü altında olan, Suriye’nin kuzeybatısında bulunan Afrin bölgesine askeri bir harekat başlattı. Birleşmiş Milletlere göre Mart ayından itibaren, Türkiye’nin saldırıları onlarca sivilin ölümüyle sonuçlanmış, on binlercesini de yerinden etmiştir. Türk medyası, YPG'nin Türkiye’nin sınır kasabalarına gelişigüzel saldırılar gerçekleştirdiği ve en az yedi sivili öldürdüğünü bildiriyordu. Özgür Suriye Ordusu'na bağlı Türkiye destekli silahlı gruplar Afrin'deki Kürt sivillerin varlıklarını ele geçirdi, tahrip etti ve yağmaladı. Yerel aktivistler yasadışı tutuklama, işkence ve kaybolmalara yol açtığı iddia edilen en az 86 istismar olayının gerçekleştiğini ifade etti."
ABD destekli güçler ve ABD liderliğindeki koalisyonun ihlalleri
Raporda ABD'nin sivil katliamlarına yer ayrıldı. Raporda, "ABD, liderliğindeki koalisyonun saldırılarından kaynaklanan sivil zayiatlarla ilgili soruşturmaları yeniden başlattı ve sivilleri öldürdüğünü kabul etti. Ancak bu soruşturmalarda mağdurlara şeffaflık sağlamadı. Her ne kadar Rakka kentinde toplu mezarlık alanlarının kazınması başlasa da ölülerin cesetlerini korumak veya kimliklerini belirlemek için gerekli işlemler yapmak için çok az çaba sağlanmıştır. ABD, Suriye’nin kuzeyindeki SDG'ye yüzlerce yabancı DAEŞ şüphelisini alıkoymasına yardım etti ve şüpheli savaşçıları şeffaflık göstermeden insan haklarını endişeye sokacak şekilde ülkelerine iade etmeye başladı. DAEŞ'ten geri alınan bölgelerde faaliyet gösteren ve sivil bir yapı olan 'Suriye Demokratik Konseyi' ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki kampları denetleyen 'Kürt Çoğunluk Özerk Yönetimi', yerinden edilmiş kişilerin kimlik belgelerine el koydu ve keyfi olarak kamplardan ayrılmalarını ve serbestçe hareket etmelerini engelledi. SDG eylül ayında, olumlu bir adım atarak, çocukları silahaltına almayacağına dair taahhüt verdi. Ocak ayından bu yana, Kürt Özerk Yönetimine bağlı yerel asayiş güçleri, muhalefet Kürt partileri koalisyonu 'Kürt Ulusal Konseyi’nin en az 20 üyesini tutukladı ve bazılarını da zorla kaçırdı." denildi.
Keyfi gözaltılar ve zorla kaçırmalar
Yerel bir izleme kuruluşu olan Suriye İnsan Hakları Örgütü'ne (SNHR) göre, 30 Ağustos itibariyle Suriye'de, çoğu rejimin elinde, 90 binden fazla kişinin zorla kaçırıldığını ifade edildiği aktarılan raporda, Yerel bir izleme grubu olan İhlal Belgelendirme Merkezi'nin (VDC), durumu hakkında bilgi alınamayan ve 2011'den bu yana hala hükümetin elinde bulunan 60 bin kişinin adının derlenmesini sağlandığı ifade edildi.
Raporda, şöyle denildi:
"Temmuz ayında, Suriye hükümeti, daha önce hükümet tarafından gözaltına alınan veya kaçırılan yüzlerce kişinin ölüm belgelerini içerecek şekilde sivil kayıtlarını güncelledi. Güncellemeler, tarih ve bazı ölüm sebebi dışında belirli bir ayrıntı vermedi ve hükümet kurbanların cesetlerini ailelerine teslim etmedi. Bu arada Suriye hükümeti, kontrolü altındaki alanlarda bireyleri alıkoymaya ve kötü muamele göstermeye devam ediyor.
Rusya, İran ve Türkiye Astana müzakerelerinin garantörler olarak keyfi tutuklamalar ve kaçırılmalar konusunu çözeceklerine dair defalarca taahhütlerde bulundular. Aralık 2017'de, garantörler Suriye çatışmalarında gözaltılar ve kaçırılmalara ilişkin bir çalışma grubu oluşturdular. Ancak, bu konuda çok az bir ilerleme kaydedilmiştir.
Mart ayında, Birleşmiş Milletler Suriye Soruşturma Komisyonu, Mart 2011 ile Aralık 2017 arasında işlenen tecavüz ve cinsiyete dayalı şiddete ilişkin bir rapor yayınladı. Raporda hükümet güçleri ve ona bağlı milisler tarafından işlenen tecavüz ve cinsel şiddetin, insanlığa karşı işlenmiş ve savaş suçları olarak değerlendirilmiştir."
Göç krizi
BM’ye göre Ocak ve Nisan 2018’de Suriye’de 920 binden fazla kişinin Suriye’den göç ettirildiği vurgulanan raporda, "Türkiye, Ürdün ve Lübnan da dahil olmak üzere komşu ülkeler, ciddi şiddet risklerine rağmen Suriyelilerin sınırlarında sığınma başvurusunda bulunmalarını önlemeye devam etti. Eylül 2018 gelindiğinde de çoğunluğu komşu ülkeler olmak üzere 5.6 milyon Suriyeli ülke dışına göç etti. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliğine kayıtlı bir milyondan fazla Suriyeli Lübnan’a sığınmıştır. Lübnan’ın oturma izni politikası, Suriyelilerin yasal haklarını korumasını zorlaştırıyor. Lübnan’daki Suriyelilerin yüzde 74’ünün oturma iznine ihtiyacı var ama yasal dışı ülkeye giriş yaptıkları için oturma izni alamıyorlar ve gözaltına alınma riskleri bulunuyor. 2017'de, Lübnan hükümeti devam eden çatışma ve zulme maruz kalma endişesine rağmen mültecilere geri dönme çağrısında bulundu. Yapılan yerli anlaşmalar kapsamında az sayıda mülteci Suriye'ye geri döndü ancak bunlar Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği tarafından denetlenmiyor. Bazı mülteciler, Suriye'nin güvenli olduğunu düşündükleri için değil, Lübnan'daki sert politikalar ve kötüleşen koşullar nedeniyle geri döndüklerini belirttiler. Lübnan'daki belediyeler, yasal bir temele dayanmadan veya yasal işlem yapmadan binlerce mülteciyi toplu bir şekilde bölgeden tahliye ederken on binlercesi tahliye edilme riski altında." diye belirtildi.
Türkiye'nin, mayıs ayından bu yana ülkede yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mülteciyi resmi olarak tescillediği aktarılan raporda, ancak ocak ayından bu yana, İstanbul ve Hatay dahil olmak üzere on ilde Suriyeli sığınmacıların kaydının askıya alındığı kaydedildi.
Raporda, "Türk güvenlik güçleri, yıl boyunca Türkiye-Suriye sınırına yeni gelen Suriyeli sığınmacıları yakalayarak sınır dışı etti ve onları savaşın tahrip ettiği Suriye’nin İdlib kentine geri gönderdi. Türkiye, baskılardan dolayı İdlib'den kaçan sığınmacılara sınırını açmayacağını belirtti. Bunun yerine, Türk makamları Suriye'de kontrolü altındaki bölgelerde birkaç yerleşim kampı inşa etti." denildi.
Haziran 2018 itibariyle, Ürdün'ün de yaklaşık 666 bin 294 Suriyeli mülteciyi resmi olarak kaydettiği ifade edilen raporda, "Ürdün, savaştan kaçan sığınmacılara güneybatıda bulunan Haziran 2016'dan beri kapalı olan sınır kapısını açmayı kesin olarak reddetti. Ancak Ürdün; Almanya, Birleşik Krallık ve Kanada'nın da aracılığı ile kabul ettiği muhalefetle bağlantılı insani acil durum müdahale ekibi olan 'Suriye Sivil Savunma' üyelerini tahliye etmeye ve konaklamasına yardımcı oldu. 2018 yılında Ürdün, ikamet izni olmaksızın mültecilerin konaklamasını düzenli hale getirmeye başladı." cümlelerine yer verildi.
Raporda, ABD ve Rusya'nın Suriyeli mültecilere yönelik tutumlarına ilişkin şunlar aktarıldı:
"Rusya, bir Suriye vatandaşına 'Suriye topraklarındaki olayların bir askeri çatışma değil, terörle mücadele sürecinin kendine has özelliklerine sahip bir operasyondur' diyerek, davasının temelsiz olduğu gerekçesi ile sığınma hakkı vermeyi reddetti.
Amerika Birleşik Devletleri ülkesinde yaşayan yaklaşık 7 bin Suriyeli için Geçici Koruma Statüsünü yeniledi ancak bu durumu herhangi bir yeni gelen Suriyeli için uygulamadı. Ayrıca Suriye vatandaşlarının Amerika Birleşik Devletleri'ne girişini yasakladı. Avrupa Birliği’nin Suriye mülteci krizine verdiği tepki ise, 'Türkiye’den gelen mültecileri engelleme ve Yunanistan adalarında oluşan kalabalık ve sağlıksız kamplarda bulunanları sınırlama' vurgusuyla zayıf kalmaya devam etti."
Yeniden imar ve mülkiyet hakları
Raporun, "Yeniden imar ve mülkiyet hakları" başlıklı bölümünde şu satırlara yer verildi:
"Suriye hükümeti, iyileştirme ve yeniden yapılanma projeleri için iyileştirme alanları oluşturmasını sağlayan 2018 tarihli 10 sayılı kanunu kabul etti. Yasa, hükümete, gerekli yasal işlem olmaksızın ya da yeterli tazminat ödemeden konut sakinlerinin mallarına el koyma yetkisi veriyor. Kasım ayında, uluslararası baskı karşısında Suriye Parlamentosu kanunu değiştirdi. Bununla birlikte, yasada henüz açıklanmayan önemli kaygılar var. El-Kabun ve Darayya’da hükümet, evlerine geri dönmek isteyen sivillerin ulaşımını kısıtladı ve yasadışı bir şekilde konut veya tazminat ödemeden sakinlerinin özel evlerini yıktı.
Rusya, en az 250 milyar dolara mal olması beklenen Suriye imarını desteklemek için Avrupa Birliği ve Batı ülkelerine çağrıda bulundu. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı doğrultusunda Suriye hükümetinde siyasi bir değişiklik olmadığından yeniden imarı finanse etmeyeceklerini ileri sürmüşlerdir. Ancak, Fransa ve İsviçre dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri Hükümetin yeniden aldığı bölgelerin imarı ve istikrar sağlanması çabalarını desteklemek adına Şam'da insani yardım büroları açmıştır.
Hükümet karşıtı gruplar ve Suriye Demokratik Güçleri tarafından kontrol edilen bölgelerde Batılı bağışçıların çoğu insani yardım sağlamaya devam ediyor. Bununla birlikte, İngiltere ve Hollanda, Suriye'nin kuzeybatı istikrarı için verdikleri desteklerini geri çekti. Ayrıca ABD, DAEŞ'ten geri alınan bölgelerde ticari hareketlilik ve istikrar sağlamak için ayırdığı fonunu dondurarak BAE ve Suudi Arabistan'dan yerel makamları desteklemek için adım atmalarını istedi."
Başlıca uluslararası aktörler
BM liderliğindeki siyasi müzakereler durma aşamasındayken Rusya'nın, rejimin askeri kazanımlarını siyasi olarak meşrulaştırma girişimlerini sürdürdüğünü dikkat çekilen raporda, "Ocak ayında, Rusya yeni bir anayasa üzerinde anlaşmaya varmak için Soçi'de Suriye Halk Kongresi'ne ev sahipliği yaptı. Belirtilen hedefine ulaşamamasına rağmen, kongre BM Özel Elçisine, anayasa komitesi kurulması görevini verdi. Komite henüz oluşturulmadı." denildi.
Raporda, "Suriye ile ilgili üçlü görüşmelerine devam eden Rusya, Türkiye ve İran, 2018'de üç zirve toplantısı ve Astana sürecinde üç tur müzakere gerçekleştirdi. 2017'den bu yana, Kazakistan’ın Astana kentinde çatışmayı azaltma konusunda düzenli görüşmeler yapıldı. Ama Rusya, Suriye hükümetine ana silah tedarikçisi olmaya devam ediyor." ifadelerine dikkat çekildi.
ABD’nin Suriye’yle ilgili politikalarının değiştiği vurgulanan raporda, "Ağustos ayında ABD, daha önce DAEŞ’tan geri alınan bölgelerin yeniden inşası için ayrılan yüz milyonlarca doları geri alacağını açıkladı. Eylül ayında ABD, askerlerini çekeceğini açıklamasına rağmen, Suriye’de askeri varlığını sürdürme niyetinde olduğunu açıkladı. ABD, İngiltere ve Fransa, 14 Nisan'da Duma'ya düzenlenen kimyasal silah saldırısına yanıt olarak hava saldırıları düzenledi. Ayrıca israilin, hükümetin kontrolü altında bulunan bazı bölgelere hava saldırısı düzenlediği de bildiriliyor. Nisan ayında, AB ülkelerinin Dışişleri Bakanları, gözaltına alınan ve kaybolan sivillerin serbest bırakılmasına dair ortak bağlılıklarını yinelediler ve BM ile birlikte Suriye'deki Brüksel 2'nci Konferansı'na başkanlık ettiler. Mart 2019’da üçüncüsüne ev sahipliği yapacak. Haziran ayında, Almanya başsavcısının, üst düzey bir Suriye askeri görevlisine savaş suçu işlediği gerekçesi ile tutuklama emri çıkardığı bildirildi. Ayrıca Fransa da, Kasım ayında kendi tutuklama emirlerini çıkardı." bilgilerine yer verildi. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.