HÜDA PAR Genel Başkan Vekili Demir: Yerli olana boykot, yerli olmamanın göstergesidir
HÜDA PAR Genel Başkan Vekili ve Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, TBMM’de yaptığı basın açıklamasında gündemdeki siyasi gelişmeleri, siyonist işgalcilerin Gazze saldırılarını, ABD’nin ekonomik yaptırımlarını ve Türkiye'nin sınır kapılarında yaşanan sorunları değerlendirdi.
CHP’nin yerli firmalara yönelik boykot çağrısına tepki gösteren Demir, bu tavrın halkı kutuplaştırma çabası olduğunu belirterek, “Yerli olana boykot, yerli olmamanın göstergesidir” dedi. Demir, ayrıca Gazze’ye insani yardım koridorlarının açılması, İslam ülkelerinin ekonomik ve savunma iş birliğini artırması gerektiğini ifade etti.
Basın açıklamasına HAMAS ve Filistin Âlimler Birliği’nin Gazze için tertip ettiği “Tekbir Cuması” davetine destek çağrısında bulunan Demir, ayrıca iklim yasasına da değindikten sonra partisinin iç ve dış gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Demir'in basın açıklamasının tümü şöyle:
Yerli olana boykot yerli olmamanın göstergesidir
"İBB’de yaşanan ve soruşturma konusu olan yolsuzluk suçlamalarına yönelik bir cevabı olmayan CHP yönetimi 'boykot' adı altında ülkenin fay hatlarıyla oynamaya çalışmakta; ayrımcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı bir dil kullanarak halka zarar vermektedir. Soykırımcı siyonist terör rejimine destek veren sermayeye yönelik en ufak bir tepki göstermeyen, bu konuda bir kez olsun boykotu dillendirmeyen CHP yönetimi, ülkenin yerli firmalarına karşı boykot kararı almakta, boykota destek açıklaması yapmayanlara karşı ekonomik tehditlere başvurmakta, yaşadığı ülkeyi Batı’ya şikâyet etmektedir. Bu eylem ve söylemler CHP’nin yerli olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Ortadoğu’da çatışma riskinin arttığı, Avrupa’nın Amerika karşısında konum belirleme çabasına giriştiği bir dönemde CHP’nin başındaki emanetçinin ülkesine karşı İngiltere’den medet umması bu siyasi yapılanmanın 'dışarı' ile olan göbek ve gönül bağını bir kez daha tescil etmiştir.
Yolsuzluk, rüşvet ve irtikap suçlamaları artık yargının konusudur ve yargılamalar başladığında kamuoyu dosyalardan haberdar olacaktır; ama ülkenin yerli firmalarına, esnafa, medyaya ve yargıya yönelik tehditler, halkın vicdanında hak ettiği sert karşılığı bulacaktır. Yerli olan her şeye karşı bu saldırgan tutumun, tedirginlik ve panikle atılan adımların, üstenci ve ötekileştirici dilin ardında yatan asıl sebebin 'hırsızlık ve rüşvet' iddialarının konuşulmasını önleme çabası olduğu açıktır. Ezcümle, her zaman ve şartta halkın inanç ve kültür değerlerine düşmanlık yapmaktan çekinmeyen CHP zihniyetinin, bu boykot kararıyla aslında kimlerin hizmetinde olduğu, taktığı tüm maskelere rağmen yerli olmadığı tüm netliğiyle ortaya çıkmış, güneş balçıkla sıvanamayacak hale gelmiştir.
Esendere ve Derecik Sınır Kapılarında yaşanan sorunlar
Türkiye’de kara ve demir yolu ulaşımının sağlandığı toplam 38 sınır kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların bazıları güçlü bir altyapıya ve işleyişe sahipken, bazıları ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Hakkâri’de yer alan Esendere (Türkiye-İran) ve Derecik Umurlu (Türkiye-Irak) sınır kapıları, bu sorunların en çok yaşandığı noktalardan biridir.
Esendere Sınır Kapısı’nda vatandaşlara keyfi uygulamalarla zorluk çıkarılmakta, bu da ciddi mağduriyetlere neden olmaktadır. Bu sıkıntıların giderilmesi ve işlemlerin daha hızlı yürütülebilmesi için gişe sayısının artırılması gerekmektedir.
Derecik Umurlu Sınır Kapısı’nda ise şu an sadece yaya geçişine izin verilmektedir. Oysa araç geçişine de imkân tanınması, bu kapının canlanmasına ve bölgeye ekonomik katkı sağlamasına vesile olacaktır.
Her iki kapıda da altyapı eksiklikleri nedeniyle hem ticaret gelişememekte hem de halkın bölgeyle kurabileceği kültürel ve insani bağlar zayıf kalmaktadır. Oysaki bu kapılar daha verimli şekilde işletilirse, gelişmiş bir sınır yapısı bölgenin kalkınmasına büyük katkı sunacaktır.
Bu nedenle, Esendere ve Derecik Umurlu sınır kapılarındaki sorunların bir an önce çözülmesini ve bu noktaların daha işler hale getirilmesini yetkililerden talep ediyoruz.
Küresel haydut ABD’nin yeni gümrük darbesi
ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini yeniden tesis etme arayışı artık yalnızca savaş uçaklarıyla değil, ekonomik ablukalar ve ticari yaptırımlarla da yürütülüyor. Son gümrük vergisi kararları, yalnızca ticarete değil, doğrudan bağımsızlık arayışındaki halklara bir tehdittir. Bu kararlar en çok savaş ve doğal afetler nedeniyle ekonomisi çökmüş ülkeleri hedef almaktadır.
ABD Başkanı Trump’ın, Bahreyn Veliaht Prensi’ne hitaben sarf ettiği '700 milyar dolarınız varmış. Bu sizin için çok para. Yakında sizi ziyarete geleceğim.' sözleri, ABD’nin yeni dönem politikasını özetlemektedir.
Bu sözler, emperyalizmin ve ekonomik zorbalığın açık ilanıdır. İslam dünyasına yönelik doğrudan bir tehdit, bir tahakküm beyanıdır.
İslam coğrafyasının milyarlarca dolarlık serveti, Müslümanlar üzerine yağdırılan bombaların üretildiği silah fabrikalarını ayakta tutuyor. Gazze’deki soykırımda dahi düşmana karşı kullanılmayan silahlar için milyarlarca dolar ödeniyor, bölgemizi kana bulayanlar zenginleşiyor.
Bu zilletten kurtulmanın zamanı daha gelmedi mi? İslam ülkeleri, daha güçlü birlikler kurarak, ticaretten teknolojiye, savunmadan enerjiye kadar kapsamlı iş birlikleri inşa etmelidir. Çünkü direniş, sadece bir tercih değil; izzeti, onuru ve geleceği korumanın tek yoludur.
Gazze’ye yönelik saldırılar
siyonist terör rejiminin sözde başbakanının Gazze’de 'ikinci bir Philadelphia Koridoru' kurma açıklaması, Refah’ın geri kalan Gazze Şeridi’nden tamamen koparılması ve bölgeyi işgal planının yeni aşamasıdır. Bu adım açık bir ilhak girişimi ve zorunlu nüfus transferi planıdır.
siyonist terör rejimi, ABD'nin siyasi ve askeri desteğine güvenerek, ateşkes anlaşmalarını sistematik biçimde ihlal etmekte hem havadan hem karadan saldırılarını yoğunlaştırmakta ve Gazze’de hayatı doğrudan hedef almaktadır.
siyonist terör rejimi, Gazze’yi ele geçirmeyi, altyapısını yok etmeyi ve halkını kalıcı olarak başka ülkelere sürmeyi amaçladığını defalarca itiraf etmiştir. Bu süreçte Mısır açıkça tehdit edilmekte, insani yardım geçişleri engellenmekte ve siviller kıtlıkla karşı karşıya bırakılmaktadır.
Bu, tüm ilgili aktörler için bir dönüm noktasıdır. Şimdi harekete geçmeyenler, sorumluluğu paylaşacaktır. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere tüm uluslararası mekanizmalar derhal devreye girmeli, insani yardım koridorları gerekirse güç kullanılarak açılmalı, Filistin halkının yerinden edilmesine karşı durulmalıdır.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) acil toplanmalı, Gazze’ye insani koridor açılması için askeri, siyasi ve ticari baskı araçlarını etkin bir şekilde kullanmalıdır. D-8 ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi yapılar, işgal rejimi ile yapılan ticari, enerji ve güvenlik anlaşmalarını sonlandırmalıdır. İslam ülkeleri, ortak bir yardım ve savunma fonu oluşturarak Gazze’nin yeniden inşasını ve halkın yerinde kalmasını garanti altına almalıdır.
Bu, sadece bir çağrı veya bir tercih değil, bir zorunluluktur. siyonist terör rejiminin Gazze’deki işgal ve sürgün planı durdurulmazsa, sadece uluslararası hukuk değil, insani değerler de zedelenecek ve İslam dünyasının saygınlığı yitip gidecektir. Bugün harekete geçmeyenler, işlenen soykırım suçuna ortak olacaktır.
siyonist terör rejiminin Suriye saldırısı
siyonist terör rejimi, Suriye’ye yönelik son saldırılarıyla bölgesel işgal planını açıkça devreye sokmuştur. Şam, Hama ve Humus’a yönelik hava saldırıları sadece askeri hedefleri değil, doğrudan Suriye’nin egemenliğini yok etmeye yönelik adımlardır. siyonistler Suriye’nin ardından sıranın Irak’a geleceğini duyurmuş; Türkiye’ye de 'Suriye’de etkili olmayın' diyerek aleni tehditte bulunmuştur.
Bu söylem ve eylemler, siyonistlerin tüm Orta Doğu’yu parçalamayı, zayıflatmayı ve hâkimiyeti altına almayı hedeflediğini açıkça ortaya koymuştur. Bu cesaretin kaynağı ise bölge ülkelerinin sessizliği ve tepkisizliğidir.
siyonist terör rejimi bütün Orta Doğu’yu jeopolitik ve güvenlik açısından kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Türkiye’ye yönelik 'Suriye’de aktif olmayın' tehdidi ise bu kuşatmanın Ankara’ya kadar uzanacağının açık bir göstergesidir.
Bu duruma karşı atılması gereken adımlar vakit kaybetmeden hayata geçirilmelidir:
Yeni Suriye hükümetine açık ve kararlı siyasi, diplomatik ve askeri destek verilmelidir.
siyonistlerin saldırganlığına karşı, bölge ülkeleri tarafından ortak bir savunma ve caydırıcı güç oluşturulmalıdır. siyonistlerin yok ettiği askeri teçhizatlar ortak bir çabayla yenilenmeli, Suriye’ye hava savunma desteği sağlanmalıdır.
Türkiye'nin öncülüğünde, bölge ülkeleri tarafından siyonistlere karşı ekonomik ve siyasi yaptırım platformu kurulmalıdır.
İslam İşbirliği Teşkilatı ve D-8 gibi yapılar, acilen toplanmalı, siyonistlerin yayılmacılığını destekleyen güçlerin bölge ülkelerindeki askeri faaliyetleri ortak bir kararla sonlandırılmalıdır.
Artık kınama ve çağrılarla yetinilemeyeceği idrak edilmelidir. Bu tehdit, yalnızca Filistin’i değil; Suriye’nin, Irak’ın, hatta Türkiye’nin egemenlik alanlarını hedef almaktadır."
Kaynak:İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.