HÜDA PAR’dan gündem değerlendirmesi
HÜDA PAR Genel Merkezi, aile içi şiddet sorunu, Astana görüşmeleri, G-20 görüşmelerine dair dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin yayımladığı raporda, ‘Ev, kadınlar için en tehlikeli yerdir!’ şeklindeki ifadelerinin skandal olduğu belirtilen açıklamada, bunun her türlü dini/ahlaki değeri yozlaştırarak ‘ev’ kavramını ‘yuva’ özelliğinden uzaklaştıran laik/seküler bir bakış açısının ürünü olduğuna dikkat çekildi.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un ‘Delil olmaksızın kadının beyanı yeterlidir’ sözlerine tepki gösterilen açıklamada, "Bir kişinin tek taraflı beyanının cezai müeyyide uygulanması için yeterli bulunması çok tehlikeli bir düşüncedir." ifadelerine yer verildi.
Astana görüşmelerine dair "kontrollü bir krizin devamını arzu eden aktörler, çözüm süreci baltalanmaktadır" denilen açıklamada, G-20 liderler zirvesindeki sonuç bildirgesinin, bütün insanların aklı ile alay etmekten başka bir anlama gelmediğinin altı çizildi.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin ‘Ev, kadınlar için en tehlikeli yerdir!’ şeklindeki skandal ifadelerine tepki gösterilen açıklamada, "Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi (UNODC), 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde bir rapor yayımladı. Raporda kadınlara yönelik şiddetin çoğunluk kısmının aile bireyleri tarafından işlendiğini gerekçe göstererek ‘Ev, kadınlar için en tehlikeli yerdir!’ şeklindeki skandal ifadelere yer verildi. Esasen bu bakış açısı aileye inanmayan, her meseleyi olduğu gibi bu meseleyi de ferdiyetçi ve bencil yaklaşımlarla değerlendiren, her türlü dini/ahlaki değeri yozlaştırarak ‘ev’ kavramını ‘yuva’ özelliğinden uzaklaştıran laik/seküler bir bakış açısının ürünüdür. Kadını erkek karşısında güç yarışına sokan ve kadını erkeğe karşı kışkırtarak kadının en güçlü yanı olan anneliği devre dışı bırakan ve böylelikle sorunun ana kaynağını oluşturan bu bakış açısının meseleye sağlıklı çözümler bulması elbette mümkün değildir." denildi.
"Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı eli ile yanlışlar silsilesinin devam ettirilmesi aile kurumuna çok daha büyük darbeler indirmektedir"
Cumhurbaşkanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının hazırladığı ve halen TV’lerde verilmeye devam eden kamu spotu videosunun aile kurmak isteyen gençleri olumsuz etkilediği ifade edilen açıklamada, "Başta ülkemiz olmak üzere İslam Dünyası’nın tamamında iki asra yakın aleyhteki her türlü çabaya rağmen aile kurumu, dini/ahlaki referanslara bağlı kalarak ayakta tutulmaktadır. Ne yazık ki aile kurumu özellikle son birkaç yıldır feminist bir bakış açısıyla ele alınmakta ve kuzu postuna bürünmüş kurt misali ‘aileyi koruma’ adına çıkarılan kanunlar ve bu kanunların uygulamaları ile aile kurumu baltalamaktadır. Kamuoyu olarak son yıllarda aile içi şiddetin ve boşanmaların en önemli sebeplerinden birini teşkil eden, fıtratı bozan bu kanunun değişmesi beklentisi içindeyken, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı eli ile yanlışlar silsilesinin devam ettirilmesi aile kurumuna çok daha büyük darbeler indirmektedir. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı kaynakları tarafından sosyal medya ve kitle iletişim araçları üzerinden dolaşıma sokulan ve erkeği kadına şiddet uygulayan bir canavar gibi gösteren video, her şeyden önce aile kurmak isteyen gençleri olumsuz etkilemektedir. Haklı tepkilerine rağmen halen televizyon kanallarında bu görüntülerin verilmeye devam etmesi ancak bir akıl tutulması olarak izah edilebilir." şeklinde beyan edildi.
"Bir kişinin tek taraflı beyanının cezai müeyyide uygulanması için yeterli bulunması çok tehlikeli bir düşüncedir"
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un ‘Delil olmaksızın kadının beyanı yeterlidir’ sözlerine tepki verilerek bunun aileye daha fazla darbe vuracağının altı çizilen açıklamada, "Bu kapsamda kadın olsun erkek olsun herhangi bir kişinin tek taraflı beyanının cezai müeyyide uygulanması için yeterli bulunması çok tehlikeli bir düşüncedir. ‘Destekleyici başka delil veya şahitler olmadan sadece suç isnat edenin beyanının esas alınması’ her şeyden önce hukuka ve insan haklarına tamamen aykırıdır. Bir kadının asla yalan söylemeyeceği, öfke ve intikam duygularıyla hareket etmeyeceği, hatta bu kanunu kötüye kullanmayacağı ön kabulü üzerine kurulmuş bu anlayış ve düşüncenin pratiğe geçmesiyle aslında boşanma nedeni olamayacak kadar çok küçük problemlerin dahi boşanmaya götürebildiği görülmektedir. Dinimizin ‘sulh daha hayırlıdır’ (Nisa 128) ilahi emri gereğince sulh yolunun sonuna kadar zorlanmasını emrettiği halde aile içi geçimsizliklerde bu yolu tamamen kapatan bu kanun ve uygulaması, cemiyete en büyük darbeyi vurmakta ve aileyi parçalamaktadır." denildi.
Konuya dair çözüm önerilerinin sunulduğu açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: "Yapılması gereken; aileye inanmayan Batılı bir anlayışla hazırlanmış bu kanunun bir an evvel lağvedilerek meselenin İslami referanslarla sadakat, şefkat, merhamet ve sulha dayalı olarak ele alınmasını temin etmektir. Bu kapsamda mesele sadece kadınla sınırlı tutulmamalı, aile kurumunu oluşturan her bir ferdin hukukunun korunduğu huzurlu bir aile/yuva ortamı sağlanmaya çalışılmalıdır."
Astana görüşmeleri
Astana görüşmelerinin değerlendirildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "Suriye krizinin çözümüne yönelik Astana’da Rusya, Türkiye ve İran arasında gerçekleştirilen son toplantı, krizin uluslararası güçlerin menfaatleri doğrultusunda daha da derinleştiğini ortaya koymuştur. Siyasi çözüme yönelik oluşturulan silahsızlandırılmış bölgede gerçekleştirildiği iddia edilen kimyasal saldırının ardından aynı bölgeye yönelik başka saldırılar gerçekleştirilmiş ve Rusya tarafından, bölgenin gruplardan temizlenmesi önerisi gündeme getirilmiştir. 2011 yılından bu yana Suriye’de yaşanan iç savaş, yüz binlerce insanın ölümüne, 10 milyona yakın Suriyelinin mülteci konumuna düşmesine ve milyarlarca dolarlık maddi zarara sebebiyet vermiştir. Vekâlet savaşına dönüşen alanda bölge ülkeleri krizin siyasi çözümünü sağlamak yerine, uluslararası aktörlerin isteği doğrultusunda hareket etmiş ve savaşın etkileri tüm bölgeye yayılmıştır."
"Kontrollü bir krizin devamını arzu eden aktörler, çözüm süreci baltalanmaktadır"
Suriye’deki iç savaşın siyasi çözümünün, bölge ülkelerinin bir an önce bütün yaşanmışlıklara rağmen kendi aralarında anlaşma yapmalarına bağlı olduğu söylenilen açıklamada, "Özellikle İslam dünyasında maddi-manevi derin yaralar açılmasına sebebiyet veren Suriye iç savaşından kazançlı çıkan tek bir İslam ülkesi yoktur. Kazanan, bir bütün halinde İslam coğrafyasını emperyalist emelleri doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyen siyonizm ve emperyalizm olmuştur. Gelinen noktada, siyasi çözümün sağlanmasına dönük umut verici adımlar atılmış olsa da kontrollü bir krizin devamını arzu eden aktörler tarafından gerçekleştirilen saldırılarla çözüm süreci baltalanmaktadır. Suriye’de meydana gelen iç savaşın siyasi çözümü, uluslararası aktörlerin isteği doğrultusunda hareket eden bölge ülkelerinin bu çıkmaz sokaktan bir an önce çıkarak bütün yaşanmışlıklara rağmen kendi aralarında anlaşma yapmalarına bağlıdır. Bölge ülkeleri, bu süreçte etkin roller üstlenip Suriye’deki farklı kesimlere adalet temelinde bir yaşam imkânı tanıyan yeni bir anayasanın hazırlanmasında etkin roller üstlenmeli ve inisiyatifi uluslararası aktörlere bırakmamalıdırlar." ifadelerine yer verildi.
"G-20 liderler zirvesindeki sonuç bildirgesi, bütün insanların aklı ile alay etmekten başka bir anlama gelmemektedir"
G-20 liderler zirvesindeki sonuç bildirgesine değinilen açıklamada, "Arjantin’de gerçekleştirilen G-20 liderler zirvesinde, çoğunlukla terörün finansal ve ideolojik destekçisi olan ülkelerin sonuç bildirgesinde aldığı ‘terörün kınanması kararı’, yeryüzünde yaşayan bütün insanların aklı ile alay etmekten başka bir anlama gelmemektedir. Dünyada ekonomik ve sosyal adaletsizliğin temel kaynağı olan Batılı emperyalist güçler, özel şirketler aracılığıyla Afrika ve İslam coğrafyasında kaynaklarını sömürmekte ve çoğu yerde iç çatışmaların yaşanmasına zemin hazırlamaktadırlar. Çıkar çatışmaları sebebiyle çoğu zaman kendi aralarında gerilim yaşayan ülkelerin, kendi çıkarlarına uygun olacak şekilde reforme edilmiş bir ekonomik düzen kurma arzusu zirvenin temel konusu olmuştur." denildi.
Açıklamada, "ABD, bir kez daha Paris İklim Anlaşması’nı imzalamamakta ısrar etmiş ve böylelikle dünya çapında yaşanan çevre felaketleri ile iklim değişikliklerinin baş aktörlerinden biri olduğunu tescillemiştir." ifadelerine yer verildi.
Son olarak Rusya ve Ukrayna arasındaki gerginliğe yer verilen açıklamada, "Rusya ve Ukrayna arasındaki son gerginlik, ABD ve Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirme ihtimali doğurmuş olsa da her şeyin üstünde tutulan çıkarlar bunun önüne geçmiştir. Mesele, ABD ile Rusya liderleri arasında doğrudan temas kurulmaması şeklinde formülize edilerek küresel bir sorun haline getirilmemiştir. Yaşanan bu gelişme, uluslararası güçlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından kaynaklı bir savaşı dahi kendi topraklarında istemediklerini ve savaşacaklarsa da bu savaşı mazlum İslam coğrafyasına taşımak istediklerini açıkça ortaya koymuştur." şeklinde ifade edildi. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.