Hukukçu Hüseyin Kurşun: Yeni anayasa tamamen sivil olmalı ve halkın iradesini esas almalı
Türkiye’de uygulamada olan anayasaların tamamı darbe ürünü anayasaları olarak biliniyor. Halen yürürlükte olan 1982 askeri darbe ürünü arasında yer alan anayasa da bunlardan biri.
1982 Anayasası, gerek hazırlanma yöntemi ve gerekse de içerik bakımından halkın kabul etmediği bir anayasa olsa da bu konuda yıllardır bir adım atılmaması dikkat çekiyor. Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yer alan kanlı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 40 sene geçmesine rağmen Türkiye’nin halen darbe yasalarıyla yönetilmesine anlam verilemiyor.
Kamuoyu, Türkiye’de yaşayan tüm kesimlerin ihtiyacını giderecek yeni anayasa için artık somut adım atılmasını istiyor.
Son günlerde tekrar gündeme gelen “Yeni Anayasa” ile ilgili İLKHA’ya değerlendirmelerde bulunan Avukat Hüseyin Kurşun, en büyük sosyal yapı olan devletin, ülkesi içerisinde barındırdığı etnik kimlik, dil, kültür ve inanç guruplarına eşit mesafede olması gerektiğini ifade etti.
Kurşun, yapılması planlanan anayasanın özgürlüğü ve barışı önemseyen, farklılıkları tanıyan ve saygı gösteren, onlara kendilerini ifade etme ve geliştirme hakkı tanıyan, bunun önündeki engelleri ortadan kaldıran bir anayasa olması gerektiğini belirtti.
Sivil irade ile oluşturulacak anayasanın, toplumdaki tüm etnik, dini, mezhebi ve kültürel farklılıklara eşit mesafede olması gerektiğini belirten Kurşun, bütün bu farklılıkların bir zenginlik olarak görülmesi ve korunarak yasalarla teminat altına alınması gerektiğini ifade etti.
Mevcut anayasanın askeri darbe ürünü olduğunu hatırlatan Kurşun, 1982 Anayasasının değişmesi ve oluşturulacak yeni anayasanın tüm kesimleri kapsaması, 1982'den bu yana yürürlükte olan ve tamamen askeri karakter taşıyan mevcut anayasanın sivil hale getirilmesi gerektiğini belirtti.
“Yeni yapılacak sivil anayasa halkın iradesini esas alan bir anayasa olmalıdır”
1982 Anayasasının temel ilkeleri olduğunu ve yıllardır Türkiye’nin bu ilkelerde yönetildiğini ifade eden Kurşun, “Değişen dünyada Türkiye Cumhuriyeti ya Kemalizmin iddialarından vazgeçerek küreselleşen dünya ile bütünleşecek ya da ulusçuluk kafesinin içinde kalacaktır. Oysa biz ne tek merkezli küresel dünyanın dağıttığı kültürü ve değerleri tüketmek istiyoruz ne de modası geçmiş modernitenin yücelttiği bir zihinsel inşa olan ulusçuluk şemsiyesinin altına girmek istiyoruz. Çünkü bu toplumun bin yıllık geleneği söz konusu. Dolayısıyla halkın yüzde 99’unun Müslüman olduğu Türkiye’de ve bin yıllık bir medeniyet tecrübesine sahip olan Türkiye’nin kendi inanç ve değerleriyle var olma iradesine sahip olduğunu, bu anlamda küreselleşen dünyanın değer alıcısı değil, değer üreticisi ve dağıtıcısı olduğunu, halkın iradesi esas alınarak yapılacak bir anayasa ile göstermesi gerekmektedir. Yeni yapılacak sivil anayasa halktan kopuk, devlet otoritesiyle dayatılan ve ideolojileştirilen, şahıs temelli ya da belli bir parti merkezli olmaktan ziyade tamamen halkın iradesini esas alan bir anayasa olmalıdır.” dedi.
“Sivil anayasa tarafsız olmalıdır”
Sivil irade ile oluşturulacak anayasanın, toplumdaki tüm etnik, dini, mezhebi ve kültürel farklılıklara eşit mesafede olması gerektiğinin altını çizen Kurşun, “Bu farklılıkları bir zenginlik olarak görüp ve farklılıkların korunmasını yasalarla teminat altına almalıdır. Herhangi bir etnik ya da kültürel kimliği temel almamalı, ideolojik baskı ve yönlendirmeden uzak bir yansızlığı ortaya koymalıdır. Anayasa normatif tercihlerinde bu çoğulcu yapının mutabakatını esasa almalıdır.” ifadelerini kullandı.
“Hukuk devleti ilkesi ideolojik algılardan ve arızalardan kurtulmalıdır”
Hukuk devleti ilkesinin sağlıklı bir şekilde uygulanmadığını ve bunun da Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunu ifade eden Kurşun, “Yürürlükteki anayasada devlet, ulus devlet anlayışı ile kurulduğu için kendisini halka karşı tahkim etmek üzere onu homojenize etme yani tektipleştirme üzerine kurulmuş ve kendisini de kutsallaştırmıştır. Etnik bir örneklik olarak Türk etnik kimliği devletin temel karakteri haline gelmiştir. Kendisini halkın dışında ve onun üstünde görerek halkı ve vatandaşı ötekileştirmiştir. Bu arıza, vatandaşın devlete karşı olan hak arayışında hukukun değil, devletin üstünlüğünü sağlamaktadır. Öyle ki yargılama yapan mahkeme hukukun gereklerinden çok devletin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin tam olarak uygulanmasını engelleyen görünmez bir el olarak varlığını söz konusu ideolojik algı nedeniyle devam ettirmektedir.” şeklinde konuştu.
“Renkler ve diller Allah’ın ayetleridir”
Farklılıkların doğurduğu etnik, dini, kültürel anlayış ve pratiklerin tanınması ve güvence altına alınması gerektiğini ifade eden Kurşun, “Ulus devlet ideolojisi ile kendisini halka karşı tahkim ederek onu tek etnik temelde homojenize eden devlet bu iddiasından vazgeçmelidir. İnancımıza göre renkler ve diller Allah’ın ayetleri olup insanın ontolojik varlığının özellikleridir. Var olan bu özellikleri reddetmek sahip olduğumuz inancı da reddetmek anlamına gelmektedir. Bugün hiçbir toplum homojen, tek değildir. Artık toplumu bir arada tutmanın ve kaynaştırmanın en etkili ve makul yolu onların etnik, dini ve kültürel farklılıklarını tanımak ve sahip oldukları aidiyetlerine uygun yaşam tarzını onlara sağlamaktır. Bu sosyal gerçekliği reddederek yapılacak bir anayasa genelde toplumun özelde ise bireyin özgürlüğünü boğar. Bu nedenle yapılacak anayasa özgürlüğü ve barışı önemseyen, farklılıkları tanıyan ve saygı gösteren, onlara kendilerini ifade etme ve geliştirme hakkı tanıyan, bunun önündeki engelleri ortadan kaldıran bir anayasa olmalıdır.” diye konuştu.
"Yeni anayasada sivil toplumun hak ve yetkilerinin arttırılması gerekir"
Kurşun, “Dolayısıyla yapılacak anayasa ile parlamentonun yetkileri arttırılmalı, bunun için ise öncelikle anayasanın 6’ncı maddesinde, ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ifadesinden sonra adeta bu hükmün inkarı anlamına gelen bir düzenleme ile ‘Türk milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır’ diyerek halkın seçtiği temsilcilerin yanında, yetkililerinin atanmış olduğu ve yasama yetkisine sahip olmayan başta askeri ve sivil bürokratik kurumlar olmak üzere meclisin yetkilerini paylaşmaktadırlar. Bu aslında egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmadığını, belli bir kuruma, iktidara ve yapılara ait olduğunu ortaya koymaktadır.” dedi.
"Diyanet İşleri Başkanlığı özerk hale getirilmeli"
Diyanet İşleri Başkanlığının da sivil alana terk edilmesi gerektiğini belirten Kurşun, “Ya da en azından güçlendirilmiş bir özel statü verilmesi gerekir. Yapılması muhtemel bir sivil anayasada inanç özgürlüğü tamamen sağlanmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı özerk hale getirilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığına ya güçlü bir özerklik verilmeli ya da sivil alana terk edilerek Diyanet İşleri Başkanı ve üyelerinin halk tarafından seçilmesi gerekmektedir.” dedi.
Kurşun, eğitim kurumları üzerindeki devlet baskısının kaldırılarak özel okul açma yetkisinin yanında müfredatını belirleme yetkisinin de sivil iradeye bırakılması ve karma eğitime de son verilmesi gerektiğini belirtti.
“Eğitim kurumları üzerindeki devlet baskısı kaldırılmalıdır”
Türkiye’deki eğitim sisteminin “milli” niteliğine uygun olarak devlete hakim olan ideolojinin üretildiği, tüketildiği bir aygıt olmanın ötesinde olması gerektiğini belirten Kurşun, şunları söyledi:
“Devlet sahip olduğu ideolojiyi ayakta tutmak, yeni nesillere aktarmak ve kendi koduna uygun kimlik inşa etme adına eğitim sisteminin tekelini elinde bulundurmaktadır. Kreşten tutunda yüksek öğretime kadar müfredatı kendisi belirlemekte, özel eğitim kurumlarını da kendi koyduğu ders müfredatını dayatmaktadır. Bu her şeyden önce bilimin evrenselliğine ve eğitim alma hakkının içeriğine müdahaledir. Değişik kültür, etnik ve inanç gruplarının bulunduğu ülkemizde eğitim sisteminin ve içeriğinin tekelci bir anlayışla tektipleştirilmesi, üstelik bu eğitimin zorunlu olması halka karşı bir zulümdür. Farklı sosyal dünyalara sahip çoğulculuğa karşı da bir hakarettir. Temel hak ve özgürlük olarak kabul gören eğitim hakkına müdahaledir.”
"Ana dilde eğitim hakkı bölücülük olarak nitelindirilemez"
Ana dilde eğitim sorununun da son günlerde özellikle Kürtler tarafından dillendirildiğini ve bu yöndeki taleplerin “bölücülük” olarak nitelendirilmesinin tehlike olarak görmenin yanlış olduğunun altını çizen Kurşun, Türkçe bilmeyen Kürtler için ana dilde eğitimin verilmesinin eğitim ve öğretim hakkının da bir gereği olduğunu vurguladı.
Türk etnik temele dayalı anayasal vatandaşlık tanımının da kaldırılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı tanımının yapılması gerektiğini belirten Kurşun, bu tanıma uygun olarak da anayasa maddelerinde etnik kimlik vurgusu taşıyan Türk ve Türkçülük gibi isim ve Türkçülüğü ideolojileştiren kavramların kaldırılması gerektiğini de sözlerine ekledi.
1982 anayasanın değiştirilmesi zorunludur
1982 anayasanın değişmesi gerektiğini belirten vatandaşlardan Mehmet Türker ise bunun bir ihtiyaç olduğunu ve yeni anayasanın halkın özgürlüğünü sağlayacak, insan hak ve hürriyetlerini koruyacak bir anayasa olmasını istediklerini söyledi.
Türkiye’nin yıllardır yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu belirten Abdullah Kaya da yeni anayasanın Meclis’te hazırlanması ve halka sunulmasını istedi.
Bektaş Bey de mevcut yasalara göre hareket edilmediğini savunarak yeni anayasadan önce Türkiye’de her alanda adaletin sağlanmasını istediğini ifade etti.
1982 anayasasının askeri vesayet tarafından hazırlandığını belirten Tahir Kılıç da darbe anayasası ile yönetilmek istemediklerini belirtti. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.