İşgal altındaki Filistin'in gerçek sahipleri kimlerdir?
7 Ekim günü yaşananlardan sonra vicdanlı ve hak taraftarı insanlar bu başkaldırının 100 yıllık bir esaretin ve zulmün karşısında beliren bir hak mücadelesi olduğunu belirtirken kimi insanlar da olayı sadece 7 Ekim gününden ibaret görerek HAMAS'a ve Filistin halkına haksız ithamlarda bulundular.
Tarihsel süreçte Filistin'in ne zaman ve kimin elinde daha adil yönetildiğini ve Yahudilerin arz-ı mev'ud isimli bir proje ile kendilerini Ortadoğu ve tüm dünyanın hükümdarı olarak görmenin bir etkisiyle yaşananların gerçekleştiğini ifade eden Mardin Artuklu Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi ve Kudüs ve Filistin Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Dr. Sabri Mengirkaon, Yahudilerin Filistin'in sahipleri olmadığını ve gerçek sahiplerinin Filistinliler olduğunu dikkat çekti.
Filistin coğrafyasının tarihsel süreçte milattan önce bile savaşlara ve fetihlere sahne olduğunu belirten Mengirkaon, Kudüs'ün 3 semavi dinde de kutsal sayıldığından dolayı her zaman gözde olduğunu ifade etti.
"Filistin çok kozmopolitik bir yer"
Filistin'in tarih boyunca çok fazla uygarlığa ev sahipliğini yaptığını belirten Mengirkaon, "Kudüs ve Filistin meselesi modern dönemlerin en önemli meselesidir. Aslında biz 7 Ekim sürecine odaklanmış durumdayız ancak 100 yıla yayılmış bir mesele olarak karşımızda duruyor. Biraz geçmişten bahsetmek gerekirse aslında Filistin çok kozmopolitik bir yer. Suriye, Arap coğrafyası, batısında Mısır ve Levant Coğrafyası bölgesi ve çok sayıda topluluğun bir arada yaşadığı özel bir yer. Bu anlamda oranın ilk yerlilerinin Kenaniler olduklarını biliyoruz. Amoritler var, yine Girit Adasından gelen Filistler var. Yine Arabistan'dan gelen Yebusiler var ki Kudüs'ün bir diğer ismi Yebus'tur. Aslında Filistin meselesi binlerce yıla yayılan bir mesele ve bu yüzden meseleyi anlamak için bu işin arka planına bakmak lazım. Milattan önce Yuşa önderliğinde Yahudilerin Filistin'e geldiklerini ve buradaki Kenanilerle savaştıklarını görüyoruz. Tabi Yuşa'nın önderliğinde bulunan Yahudilerin Şaom bin Kays isminde bir komutanı var. O savaşta ölünce yerine Hazreti Davud (Aleyhisselam) geçiyor ve Hazreti Davud orada ilk defa bir Yahudi devletini kuruyor. Kendisinden sonra oğlu Hazreti Süleyman (Aleyhisselam) burada hakimiyet kuruyor ve bilindiği üzere orada Süleyman Mabedini inşa ediyor. Tabi Milattan önce 900'lü yıllarda Kral Şoşeng önderliğinde Mısırlılar buraya saldırıyorlar ve Yahudi krallığına büyük bir darbe indiriyorlar. Sonra Asurluları orada görüyoruz. Bunu anlatmamın sebebi aslında Filistin'in antik çağlardan itibaren savaşın merkezi olduğunu görüyoruz. Daha sonra Babillerin Hükümdarları Nebuknedzar ya da Buhtunnasır'ı oraya saldırdığını ve orayı Yahudi devletinden aldığını görüyoruz. Orada bulunan Yahudi varlığına çok büyük bir darbe vuruyor. Bunun üzerine isyan eden Yahudilerin de büyük bir kısmını öldürüyor. Geriye kalan Yahudileri de sürüyor. Daha sonra eşi Yahudi olan Pers kralı buraya geliyor ve Yahudilerin geri dönmesine izin veriyor. Romalıların eline geçen Kudüs de Yahudilerin isyanını Kral Titus kötü bir şekilde bastırıyor ve Süleyman Mabedini yıkıyor. Son isyanda ise Hadriyanus isyanı bastırıyor ve Yahudilerin Kudüs'e girmelerini tamamen yasaklıyor." dedi.
"Topraksız bir halk için halksız bir toprak"
Dr. Sabri Mengirkaon
Siyonizmin Yahudilere toprak arayışında halksız bir toprak aradığını ancak Filistin'i seçerek orada yaşanan halk kitlesini yok saydıklarını söyleyen Mengirkaon sözlerine şöyle devam etti:
"Bu 20'nci yüzyılın başına kadar Yahudilerin Kudüs'teki son varlığıdır. Daha sonra 632 yılında Müslümanların Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) devrinde orayı aldığını görüyoruz. O zamandan kalan çok meşhur bir Hazreti Ömer beyannamesi vardır. Bu beyanname daha sonraki süreçte bütün Müslüman devletlerine örnek teşkil ediyor. Orada daha sonra Emevileri, Abbasileri görüyoruz. Emeviler'in Sultan Abdulmelik döneminde Kubbetü's Sahra yapılıyor. Haçlılar işgal ettikten sonra 1187 yılında nihayet Selahaddin-i Eyyubi'yle Eyyubi ordusu burayı tekrar Müslüman topraklarına katıyor. Sonrasında Selçukluların bir hakimiyeti söz konusu oluyor. Tabi Artuklular da bir hakimiyet kuruyor ki Mardin'in Kudüs ile yakın bir ilişkisi vardır. Artuklular Kudüs'e hakimken oradaki yönetici ekip Kudüs'ten mimarlar ile geliyorlar ve Mardin'i Kudüs'ü örnek alarak inşa ediyorlar. 1517 yılında Kudüs Osmanlı topraklarına katılıyor. 1917 yılına kadar Kudüs barış içerisinde yönetildi. Arka planda ise şöyle bir şey oluyordu. Romalılar Yahudileri Kudüs'ten kovduktan sonra Yahudiler dünyanın çok farklı yerlerine yayılıyorlar. Bulundukları yerlerde genelde birbirlerinden bağımsız ve dağınık durumdaydılar. Tabi Batı'nın da onlara yaklaşımı çok iyi değildi. Her türlü afette, kıtlıkta, yoklukta Yahudiler bir şekilde günah keçisi ilan edilip kıyıma uğruyorlardı. Tabi 1800'lerin ortasından itibaren bizler Yahudilerin Filistin topraklarına dönüşünü görmeye başlıyoruz. Petahtikva denilen ve 1860'larda kurulan bir koloni vardır Filistin'de. 1894'te Alfred Dreyfus olayı gerçekleşiyor ve bu olayla beraber siyonizmin akıl babası olan Theodor Herzl ki Yahudi asıllı Avusturyalı bir gazetecidir. Yahudilerin bir devlet çatısı altında olması gerektiğine dair bir irade ortaya koyuyor. 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde bir siyonizm konferansı gerçekleştiriyorlar. İlk defa burada "topraksız bir halk için halksız bir toprak" anlayışı ön plana çıkıyor."
Konuşmasına devam eden Mengirkaon, "Devlet kurmak için toprak arayışına başlıyorlar. Bu minvalde Arjantin örneği ön plana çıkıyor, Afrika'nın bazı bölgeleri ön plana çıkıyor ama sonuç itibariyle Filistin hem tarihi bağlamda hem de dini bağlamda daha iyi olacağı noktasında daha fazla öne çıkan bir görüş haline geliyor. Tabi bunu yaparken de oradaki yerli halkı göz ardı ediyorlar ve kendilerini aslında şöyle ifade ediyorlar; 'Biz bir çöl arıyoruz, o çöle yerleşeceğiz ve kendi hakimiyetimizi oluşturacağız.' Tabi Theodor Herzl'ın girişimleri Avrupa'da karşılık buluyor çünkü o dönemki devletler de Yahudilerden bir şekilde kurtulmak istiyorlar. İngilizlere gidiyorlar ve İngilizler Birinci Dünya Savaşı'nın ekonomik yükünü çekmeleri karşılığında onların bu teklifini kabul ediyorlar. 1917 yılında Filistin coğrafyası Osmanlı'nın elinde çıkıyor ki aynı yıl Balfour Deklerasyonu yayınlandı. Sonrasında orada bir İngiliz işgali süreci var ve İngilizlerin oraya atadığı her memur siyonizm fikirli oluyor ki bu da orada Yahudilerin etkinliğini arttırmaya yönelik bir faaliyettir. Daha sonra orada Yahudi terör örgütleri kurulmaya başlanıyor. 1947 yılında buradaki sorun Birleşmiş Milletlere havale ediliyor ancak bir çözüm üretilemiyor ve 1948 yılının 14 Mayıs'ında hepimizin bildiği gibi işgalci devlet kurulmuş oluyor. Bir sonra gün yani 15 Mayıs 1948 yılında Büyük Felaket yani "Nekbe" gerçekleşiyor ve aynı gün İngilizler orayı terk ediyorlar. Bundan sonraki süreçte artık israilliler devlet olmanın meşruiyetine kavuşarak Müslümanlara daha fazla zulüm ediyorlar ve parça parça oradaki toprakları ellerinden alarak 'yerleşimci' adı altında kendi siyonist düşüncelerindeki insanları buralara yerleştiriyorlar."
"Siyonizm ekonomik, siyasi, toplumsal, akademik ve diğer birçok yönü olan bir ekosistem"
Yahudiliğin bir ekosistem olduğunu, olayların 7 Ekim'de başladığını düşünmenin hata olacağını, 150 yıllık siyonist planın göz ardı edilmemesi gerektiğini söyleyen Mengirkaon, "Aslında 7 Ekim'de yaşanan olaylar çok fazla göz önünde ancak biz 7 Ekim'de yaşanan olayların bütün bu sürecin bir halkası olarak görüyoruz. Şunu söylemek gerekiyor, siyonizm bir ekosistem. Bunun ekonomik, siyasi, toplumsal, akademik ve diğer birçok yönü olan bir ekosistem. Siyonistler Filistin coğrafyasının Müslümanlardan arındırılması planlarını bundan 150 sene önce yapmışlardır. Bugün yaşananlar da bunun bir devamıdır. Filistin coğrafyası Levant Bölgesi olarak bilinen Akdeniz'in kıyısında bulunan bir yerdir. Çöllerin aksine orası münbit bir arazidir. Aynı zamanda Suriye, Arabistan ve Mısır coğrafyasına da bir geçiş noktasıdır. Yine deniz yolları içinde stratejik öneme haiz bir yerdir. Öte yandan burası dinler açısından da önemli yerdir. Hem Hazreti Süleyman'ın mabedinden dolayı Yahudilik açısından ve el-Halil kentinde defnedildiği bilinmektedir. Öte yandan Hristiyanlar için de önemli bir şehirdir çünkü Hazreti İsa (Aleyhisselam) orada doğmuştu ve ilk orada dini faaliyetlerini yürütmüştür. Müslümanlar içinde önemlidir çünkü Müslümanların ilk kıblesidir. Aslında bugün Müslümanların kıblesi olan Kâbe ile inşa edilmesi anlamında 10 yıllık bir süreç vardır. Bu anlamda Kudüs her 3 semavi din için de önemli bir coğrafyadır." şeklinde konuştu.
İşgalci siyonistlerin Filistin'e ait olmadığını ve er yada geç oraya ait olmayan toplulukların oradan ayrılmak zorunda kalacaklarını ifade eden Mengirkaon son olarak şöyle konuştu:
"Bugün israil Filistin'deki bütün emellerini gerçekleştirse bile durmayacaktır. Çünkü onların bir arz-ı mev'ud meselesi vardır. Onlar aslında kendilerini üstün ırk olarak görüyorlar. Bütün dünyaya efendilik yapmaya geldiklerine inanıyorlar. Hatta siyonistler sadece Yahudiler değildir. Aynı zamanda anjelikler başta olmak üzere Avrupa'da da bazı siyonist görüşlü topluluklar vardır ki Joe Biden bundan birkaç gün önce "siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok, bende bir siyonistim." dedi. Bu anlamda biz meselenin Filistin'in total işgali ile sona ereceğini düşünmüyoruz. Aynı zamanda israil ve siyonistler tıpkı emperyalistlerin Ortadoğu kavramını ortaya koydukları gibi Yahudilerin de siyonizm bağlamı üzerinden arz-ı mev'udu genişletebileceklerini söyleyebiliriz. Bu anlamda aslında orada mücadele eden mücahidler sadece kendileri için değil aynı zamanda bütün Ortadoğu toplulukları için mücadele ediyorlar, bunu söylemek lazım. Öte yandan siyonizmin işgal ettiği tek yer de burası değil. Yani bunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki siyonistler Avrupa'nın büyük bir kesimini de işgal etmiş durumdalar. Ama bu zihni bir işgal, fikri bir işgal. Er ya da geç bunun farkına varacaklardır. Dünyanın her yerinden ve emperyalist devletlerden destek gören bir israil görüyoruz. israil oraya ait bir devlet değil. Bugün oranın sahipleri olduklarını söyleyen Yahudiler oranın sahipleri değil. Oranın gerçek sahipleri Filistinlilerdir. Bütün dünya da bunu bilir. Bu anlamda evet bugün işgal bu şekilde devam ediyor ama günün sonuna geldiğimiz zaman oraya ait olmayan topluluklar oradan ayrılmak zorunda kalacaklar ve Filistin muhakkak asıl sahiplerine rücu edecektir." (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.