"İslam davası için dünya güzelliklerini feda ettiler"
Hizbullah Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Selahaddin Ürük, şehadetinin 16'ıncı yılında sevenleri tarafından yâd ediliyor.
Özellikle Kürdistan coğrafyasında başlattıkları İslami çalışmalar, sürdürdükleri hizmetlerle bölgedeki İslami gençlik üzerinde büyük etki bırakan Hizbullah Cemaatinin öncü şahsiyetlerinden Selahaddin (Sülhaddin) Ürük, şehadetinin 16'yılında rahmetle anılıyor.
Hizbullah Cemaati'nin önde gelen isimlerinden biri olan Selahaddin Ürük, 1984 yılında İslami çalışmalara başlamasıyla bütün vaktini İslami çalışmalara adadı. Zindan, hicret ve fedakârlıkla geçen bir hayat yaşadı. Yaşamıyla gençliğe yön veren Ürük'ün ailesi, arkadaşları onu örnek alınması gereken hayatını ve mücadelesinden kesitler anlattı.
Oğlu Selahaddin'i anlatan Sultan Hanım, onun, küçük yaşlardayken İslamî hassasiyete sahip olduğunu belirterek, doğmadan önce gördüğü şu rüyasını dile getirdi: "Oğlum doğmadan önce Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm, sırtımı sıvazlayıp bana dua ediyordu. Doğumuyla eve bereket ve şeref getirdi. Küçük yaşta Kur'an'ı okumayı öğrenip, evde Kur'an dersi vermeye başladı. Daha küçük olmasına rağmen bize cemaatle namaz kıldırıyordu."
Ürük'ün gençlik yıllarında dürüst ve cesur biri olduğundan dolayı her zaman başlarının dik olduğunu belirten Sultan Hanım, böyle bir evladı kaybetmenin Hz. Yakub'un Yusuf'u kaybetmesi kadar kendilerine acı verdiğini söyledi.
Mardin'in Mazıdağı ilçesinde eski ancak mütevazı bir evde eşi Sultan Hanım ile birlikte yaşayan Hacı Mehmet Ürük, vefat etmeden önce oğlunu anlatmış, onun daha çok küçük yaşlardan itibaren İslami ilimlere yöneldiğini ve 6 yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmettiğini söylemişti.
Oğlunun okula da gittiğini ve bölgedeki okullar arasından yapılan sınavlarda ikinci sırada olduğunu kaydeden baba Ürük, bunun Allah vergisi olduğunu söyledi. Merhum Ürük'ün ortaokulu bitirdikten sonra Diyarbakır Yatılı Bölge Okulu'nu kazandığını hatırlatan baba Ürük, liseyi de Samsun'da bitirdiğini ifade etti.
Oğlunun 1984 yılında Hizbullah Cemaati Lideri Hüseyin Velioğlu ile tanıştığını aktaran Ürük, daha sonra dünya işlerini ellerinin tersi ile iterek ömrünü İslami hizmetlere adadığını söyledi. Oğlunun, 1992 yılında gözaltına alındığını ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanıp Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevine konulduğunu belirten Ürük, yaklaşık 10 ay sonra tahliye olduğunu ve 1994 yılında ise hakkında gıyabi tutuklama kararı çıktığını ve o günden sonra muhacir hayatı yaşamaya başladığını söyledi.
"Dünyalık makamları terk ederek sadece rıza-i ilahi için çalıştılar"
Ürük, “Rabbim, her ikisini de çok sevdi ki yanına aldı ve mertebelerini yükseltti. Hem Hüseyin Velioğlu hem de oğlum; dünyalık makamları terk ederek sadece rıza-i ilahi için çalıştılar. Kur'an ve sünnete sarılarak insanlığa faydalı olmaya çalıştılar. Bunun karşılığı elbette şehitlik olacaktı, nihayetinde şehid oldular.” diye konuştu.
“Nerede olursa olsun İslam'ı anlatmaktan geri durmazdı”
Oğlunun, çok güzel bir ahlaka sahip olduğunun altını çizen Ürük, herkes tarafından sevilen ve sayılan birisi olduğunu ifade etti. Baba Ürük, “Şehid, bir yere oturduğu zaman hemen etrafını gençler sarardı. Gençlere İslam'ı anlatır, nasihatlerde bulunurdu. Özellikle bu dünyanın geçiciliğine aldanılmaması, ahiret yurduna hazırlık yapılması gerektiğini söylüyordu. Sürekli, oturma zamanı değil, Allah ve Resulü için çalışmanın zamanı olduğunu söylüyordu. Benimle onun arası çok iyiydi, hiçbir zaman beni üzdüğünü hatırlamıyorum.” dedi.
“Gençliğinizi Allah ve Resulü yolunda tüketin”
Oğlu Selahaddin'in gençlere çok önem verdiğini ve sürekli gençlerle bir araya geldiğini belirten Ürük, gençlere şu tavsiyelerde bulundu:
“Bir şehid babası olarak gençlere tavsiyem; gençliğinizi Allah ve Resulü yolunda tüketin. Dört günlük dünya hayatı boştur, önemli olan ahrettir. Cennet ve cehennem var, ahiret yurdu var. Yüksel makamlar var. Selahaddin'im gibi dini mübin için kendinizi feda edin. Şehitlik makamı çok büyüktür, şuan şehitlerimiz zevk-u sefa içindedirler. Rabbim, bana da şehadeti nasip etsin.”
“Evin bir odasında 70-80 çocuğa Kur'an dersi veriyordu”
Anne Sultan Ürük ise oğlunun şehadetiyle iftihar ettiğini dile getirerek, şunları söyledi: “Yine, şu an oturduğumuz evdeydik. Selahaddin, mahallenin çocuklarına Kur'an-ı Kerim dersi veriyordu. 70-80 çocuk bu odanın içinde Kur'an dersi alıyordu. Çok seviniyordum, inanın kanatlarım olsaydı uçacaktım. Aradan uzun zaman geçti, oğlum şehit oldu ve ben de ihtiyarlandım. Şimdi Selahaddin'in Kur'an dersi verdiği çocuklar bana sahip çıkıyorlar. Beni nerede görseler elimi öpüyorlar, bir ihtiyacımın olup olmadığını soruyorlar. Beni adeta baş tacı ediyorlar. Bir Selahaddin kaybettim ama binlerce Selahaddin kazandım.”
Oğlunu çok sevdiğini ve aynı şekilde oğlunun da kendisini çok sevdiğini kaydeden anne Ürük, “Bana sürekli, ‘Ey annem! Sen ne kadar tatlısın, ne kadar güzelsin' diyordu. Allah ve Kur'an yolunda olduğu için onu şehid ettiler. Bizler, Allah ve Kur'an yolundayız, olmaya da devam edeceğiz inşallah.” diye konuştu.
Eşi Elif Hanım ise Selahaddin Ürük'le 1984 yılının başlarında nişanlandıklarını belirterek, İslamî yaşamın ilk adımını onunla tanıştıktan sonra attığını söyledi.
Nişanlılık döneminde Ürük'ün kendisini yavaş yavaş İslami hayata alıştırmaya çalıştırdığına dikkat çeken Elif Ürük, "İlk istediği şey, namaz hassasiyetiydi. Namaza başladığımda bana getirdiği hediye ile hem sevindirmiş hem de teşvik etmişti. Evliliğimizin şartları fedakârlık üzerine kuruldu. Onun üzerinde en çok durduğu noktalar; İslamî hizmet ve misafir kabulüydü. Onun şahsında İslam'ın güzellikleriyle tanıştım. öylesine mükemmel bir kimliğe sahipti ki, İslam'ı ondan dinleyip de kabul etmemek mümkün değildi. İslam'ı tatlı diliyle anlatarak ve yaşayarak insanlara kabul ettirme yeteneğine sahipti." dedi.
Eşinin yıllarca hicret hayatı yaşadığını, bu yüzden de onu çok az gördüğünü belirten Elif Hanım, Ürük'ün çocuklarını, evini, anne-babasını, makam ve mevkiini, en nihayetinde da canını karşılıksız olarak Allah için feda ettiğini söyleyerek, dikkat çekici bir anısını hatırlattı: "Sürekli şöyle derdi: Allah'ın davası için olmasaydı her şey bir yana, asla çocuklarımı geride bırakmaz, onlardan ayrılmazdım."
"Şimdi yatma zamanı değil"
Zorluklara hazırlanması konusunda eşinin kendisine uyarılar yaptığını belirtilen Elif Hanım, "Bana sık sık ‘bu zamanda evde oturmak haramdır' derdi. Bazen yoğun çalışmalarından sonra eve geldiğinde o kadar yorgun olurdu ki, kendisine yemek getirilinceye kadar oturduğu yerde uyuya kalırdı. Bazen gece yarısına kadar çalışırdı. Bize Arapça dersi verirdi. Sabah namazından sonra Arapça Kur'an tefsirini Türkçeye çevirerek bize öğretirdi. Bize, ‘şimdi yatma zamanı değil çok az zamanımız var, bu imkânlar yarın elimize geçmeyebilir' diyerek tembelliğe asla razı olmazdı." şeklinde konuştu.
"Fazla uyku, gereksiz ev işleri, uğraştırıcı yemekler konusunda bizi uyarırdı"
Selahaddin Ürük'ün, kadınların ve kızların eğitimi konusunda azami gayret sarf ettiğine dikkat çeken Elif Hanım, sözlerine şöyle devam etti:
"Çok hassas olduğu noktalardan biri de kadınların ve kızların tesettürüydü. Kız çocuklarımız küçük olmalarına rağmen onların açık kıyafetler giymelerine asla izin vermezdi. Evin içinde dahi kıyafetlerin özellikle bol ve tam tesettürlü olmasını ister, aksi takdirde çok kızardı. En çok sinirlendiği noktalar, kadınların dar giyinmesi ve seslerinin erkeklere gitmesiydi. En çok karşı olduğu şeylerden biri de israftı. İki çeşit yemek yaptığımızda kızar ve bir çeşit yemek yapmamızı isterdi. Zaman israfı noktasında da çok hassastı. Fazla uyku, gereksiz ev işleri, uğraştırıcı yemekler konusunda bizi uyarırdı."
"Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler"
Mükemmel bir eş ve evlatları için mükemmel bir babaya sahip olduğunu belirten Elif Hanım, Selahaddin Ürük'ün şehadetinden iki gün önce hayatını baştan sona kendilerine anlattığını söyleyerek, "Eşim bana, ‘16 yıldır evliyiz, bu zaman yeter de artar bile, artık ben şehadeti hak ettim' dedi. Ben de ‘Bizi bırak da ümmetin senin gibilere ihtiyacı var' dedim. O da ‘Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler.' Allah'tan tek dileğim, O'nun açtığı çığırda yürümek ve bu yola feda olmaktır." dedi.
Bölgedeki İslami çalışmaların ilk tohumlarının ziyaretler ile atıldığına dikkat çeken Selahaddin Ürük'ün kızı Sümeyye ise İslamî çalışmanın öncülerinin köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak müspet gördükleri insanlara ulaştıklarını hatırlatarak şunları ifade etti:
"1983 yılının sonlarına doğru Mazıdağı'nda babam ile görüşülür. Babam, tanıştığı insanları Allah'ın bir nimeti görerek onlara eşlik eder. Etibank Fosfat İşletmeleri'nde muhasebe şefi olarak çalışan babam, Mazıdağı'nın değer verilen insanlarından biri olup mal, makam ve mevki sahibiydi. İslami davayla bağını kurar kurmaz bütün zamanını bu hizmetlere verdi."
Evinde gençleri ağırlar ve onlara saygı gösterirdi
Babasının İslamî yaşantısı ve güzel ahlakıyla sevilen bir insan olduğunu, gençlerle sık sık bir araya geldiğini belirten Sümeyye Ürük, "Babam, gençlik yıllarında bile ailesi içinde sözü dinlenen, saygı duyulan biriydi. Aile büyüklerinin oturduğu meclislerde babasının yanında otururdu. Babası ve amcaları kendisine danışır, fikirlerinden istifade ederlerdi. Babam çalışmalarını lise öğrencileri üzerinde yoğunlaştırır. Onlarla düzenli ve programlı çalışmalar yapardı. Haftanın bir gününde onları evinde ağırlayarak sohbet ederdi. Bir hafta boyunca okudukları kitaplar hakkında onlardan bilgi alırdı. Onlara da tebliğ çalışmaları yapmalarını öğütler ve her hafta yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi edinirdi. Evinde gençleri ağırlaması ve onlara saygı göstermesi, anne ve babasının dikkatini çeker, ‘Oğlum! Şu çocuklardan ne istiyorsun? Yaşıtlarınla, kendin gibi mevki sahibi olanlarla gezsen daha iyi olmaz mı?' sorusuna muhatap olurdu. Yıllar sonra babasına o küçük çocukları göstererek ‘Bak baba! Çocuk dediklerin bugün kocaman adamlar oldular' diyerek, çalışmasının semeresini babasına anlatmaya çalışırdı." dedi.
Mazıdağı'ndan ayrılarak Diyarbakır'a yerleşir…
Babasının İslam'ın daha geniş alanlara yayılması gerektiğine inandığı için Mazıdağı'ndan ayrılmak istediğini söyleyen Sümeyye Ürük, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu ayrılışını kendisi şöyle anlatır: ‘Etibank, Fosfat Tesisleri çalışanları için konutlar inşa etmiştir. Her çalışana bir dubleks daire verilmek üzere taksimat yapılmıştır. Bir gün ben ve bir arkadaşım taksi ile bu konutların önünden geçerken kendisine daireleri gösterip ‘Sitenin kapısında güvenlik var. Beni düşündüren, arkadaşlar geldikleri zaman bu güvenliğin sorun olabileceğidir' demem üzerine arkadaşım, ‘Sen burada oturacağını mı sanıyorsun?' deyince işten ayrılmam gerektiğini anladım ve 1988 yılında istifa ettim.' Daha sonra ailesini Mazıdağı'nda bırakarak Diyarbakır'a yerleşir. Burada bir muhasebe bürosu açar. Bu büro yıllarca İslami hizmetlerin yürütüldüğü merkezi bir yer olur."
Zindan süreci…
Babasının hayatını İslamî hizmetlere adadığını vurgulayan Sümeyye Ürük, "Hayatını İslami hizmetlere adayan babam, Ağustos 1992 yılında gözaltına alınır. Atılı suçları kabul etmediğinden ağır işkencelerden geçirilir. Direnişiyle herkesi kendisine hayran bırakır. Nihayet çıkarıldığı mahkemece tutuklanıp Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevine gönderilir. Artık cezaevi süreci başlar. Yedi arkadaşı ile beraber aynı koğuşta kalır. Arkadaşları arasında görev taksimi yaparak işe başlar. Bir arkadaşı imam, bir diğeri müezzin, diğer birini TV'den sorumlu yapar. Böylece her bir işe bir arkadaşını sorumlu tutar. Siyer, Risale-i Nur ve İslam Tarihi gibi kitapları temin eder ve ders halkası oluşturarak eğitim faaliyetlerine başlar." şeklinde konuştu.
Cezaevine ziyaretine giden kardeşi Osman Ürük geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti
Babasının kardeşi Osman'ın, ağabeyini ziyaret etmek için cezaevine giderken yolda hayatını kaybettiğini hatırlatan Sümeyye Ürük, "Cezaevine girdikten kısa bir süre sonra ziyaretine gelen kardeşi Osman'ın kullandığı araç kaza yapar. Annesi ve babası yaralanırken kardeşi Osman vefat eder. Yine bu dönemde Mazıdağı'nda yıllarca beraber hizmetler yapmış arkadaşı Abdulvahap Yersiz Hoca şehit olur. On ay sonra tahliye olur. 1994 yılında mahkeme sonuçlanır, gıyabi tutuklama kararı çıkar. Ancak kendisi ortalıktan çekilir. Farklı şehirlerde yaşamaya başlar. İslami hizmetlerini gittiği şehirlerde de sürdürür." diyerek babasının İslamî çalışmalara hiç ara vermediğini belirtti.
Babası şehid edildiğinde kendisinin 13 yaşında olduğunu söyleyen kızı Sümeyye Ürük, babasının İslami davayı canı pahasına tüm dünyaya duyurduğunu, özellikle gençlerin, babasının mirasına sahip çıkmaları gerektiğini söyledi.
"Kadınların ve çocukların bulunduğu eve babamı infaz etmeye gelmişlerdi"
Babasının şehit olduğu geceyi çok iyi hatırladığını belirten Ürük, olayın yaşandığı gün ile ilgili şunları söyledi:
"5 Eylül 2001 tarihin ben 13 yaşındaydım, her şeyi olduğu gibi hatırlıyorum. Bulunduğumuz yerde babamların ve evde bulunan misafirlerin çatışmaya girecek ve yahut bir olaya sebebiyet verecek derecede kendilerini savunacak bir mühimmatları, askeri araç gereçleri yoktu. Biz gece yarısı gözlerimizi silah sesleri ile açtık. Yani babam hala dışarı çıkmamış, yukardan aşağı inmemiş bile. Silah seslerinden sonra gaz bombalarını bahçeye attılar. Onlar saldırıya ilk geldikleri anda zaten öldürmek niyetiyle gelmişlerdi. Bu onun ana delilidir, çünkü biz uykudayken ve dışarıda kimse yok iken onlar ateş etmeye başlamışlardı. Babam evin balkonuna çıktı. Biz onun balkona çıkışından başka bir şey görmedik. Sonra şehit edildiğini öğrendik. Sonra bizi tuttular ve polis araçlarına götürdüler. Kadınların ve çocukların bulunduğu eve babamı infaz etmeye gelmişlerdi."
"Dünya güzelliklerini İslam davası için feda ettiler"
Hayatlarının baharında canlarını veren şehitlerin İslam davasını yücelttiklerini belirten Sümeyye Ürük, "Onlar, dünya güzelliklerini İslam davası için feda ettiler. Mallarından, makamlarından, mevkilerinden, maaşlarından, Allah-u Teâlâ'nın verdiği tüm maddi şeylerden fedakârlık gösterip bu davayı bugünlere kadar getirdiler. Dolayısıyla bugün en çok söylenilmesi ve üzerinde durulması gereken şey onların bize bıraktıkları ve bu kıvama getirdikleri İslam davasıdır. Peki, biz bu dava için ne yapıyoruz? Şu an da bizim gösterebildiğimiz bu fedakârlıklar, yapabildiğimiz şeyler, yaptığımız ve yapmamız gereken şeyler üzerinde tefekkür edelim. Onlar gibi olmak, onların yükselttikleri çıtayı daha yükseltmek için elimizden gelen gayreti göstermemiz gerekiyor." dedi.
Ürük, "15 yıllık zaman zarfında o günden bu güne kadar çok şey değişti ama bu dava hiç bir zaman değişmeyecek. İslam davası, şehitlerin gösterdiği aynı fedakârlıkları, aynı özveriyi, aynı çalışma azmini bizden de bekliyor." diye belirtti.
"Müslüman bir kadın İslami ilim ve kültür noktasında her zaman kendini geliştirmeli"
İslam için kadınların ve genç kızların kendilerini yetiştirmesi konusunda babasının çok hassas davrandığına dikkat çeken Ürük, kendilerini de bu şekilde büyüttüğünü söyledi. Ürük, sözlerine şöyle devam etti:
"Babam gerçekten de hanımların, özellikle genç kızların kendilerini yetiştirmeleri, eğitmeleri ve İslami alanda sahada olmaları, her türlü yeteneğe kabiliyete sahip olup o yetenek ve kabiliyetleri İslam davası hizmetinde kullanmaları noktasında çok hassastı. Bu konuda bizleri çok teşvik ediyordu. Bir bayanın İslami ilim ve kültür noktasında her zaman kendini geliştirmesi, okuması, bilmesi, insanlara bu davayı götürmesi gerektiğini söylerdi. Bir gün bana dedi ki ‘Kızım bir kamyona yüklesen belki benim kitap okumuşluğum var ama Kur'an-ı Kerim'den aldığımı hiçbir şeyden almadım. İnsanları ancak Kur'an ile ikna edersiniz. Alın bunu ve insanların arasında bununla tebliğ yapın. Kaynağın başından beslenerek insanları uyarın.' Çocukların ilk öğretmeninin ana olduğunu ve davanın da anaları olması gerektiğini söylerdi."
"Rabbimiz zulmedenleri kendi kudretiyle alaşağı etti"
"Allah-u Teâlâ o dar günlerden sonra bu günleri de bizlere gösterdi." diyen Ürük, "Allah-u Teâlâ gerçekten zulmedenleri kendi kudretiyle alaşağı etti. Allah'ın kudretine gönülden inanıyoruz. Bizler, bu davanın sahibinin Allah olduğunu biliyoruz. Onlar bu davayla nasıl müşerref olup aziz oldularsa Rabbimizden temennimiz bizleri de bu davaya hizmetle ve bu uğurda ölmekle aziz ve müşerref etmesidir." diye konuştu.
28 Şubat sürecinin en karanlık gecesinde Selahaddin Ürük'ün ağır silahlarla hedef alınarak infaz edildiğini kaydeden HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı M. Bahattin Temel, yeni Türkiye'den bahsedilecekse karanlık dönemin yargısız infazlarının masaya yatırılarak incelenmesi ve nedenlerin ortaya çıkarılarak aydınlatılması gerektiğini vurguladı.
Ürük'ü yakından tanıdığını ve geçmişte çok iyi hizmetleri olan bir insan olduğunu ifade eden Temel, Selahaddin Ürük'ün "terörist" değil iyi bir Müslüman, iyi bir mü'min olduğunu söyledi.
"28 Şubat'ın en karanlık gecesinde şehit edildi"
Selahaddin Ürük'ün 28 Şubat sürecinin en karanlık gecesinde şehid edildiğini söyleyen Temel, "Şehid Selahaddin Ürük kardeşimizin şehadeti münasebetiyle mezarı başında bir anma programı vardı. Biz de bu programa davet üzerine katılımda bulunduk. Şehid Selahaddin, 28 Şubat sürecinin en karanlık gecesinde şehid edildi." dedi.
"Yargısız infazlar incelenerek nedenleri ortaya çıkartılmalı"
Geçmişte yaşanan yargısız infazların incelenmesi gerektiğini vurgulayan Temel, şunları söyledi:
"28 Şubat sürecinin en karanlık döneminde işlenen tüm cinayetler bir bir masaya yatırılmalı ve bunlar tek tek incelenmelidir. Tarafsız kişi ve kurumlarca bu olaylar üzerinde teferruatlı bir araştırma yapılmalı ve bunların niçin yargısız bir şekilde infaz edildikleri ortaya çıkarılmalıdır. Biz de parti olarak bu konun takipçi olacağız."
"Eğer bu cinayetlerin, yargısız infazların arkasındakiler ortaya çıkarılmazsa o karanlık dönemin detayları da anlaşılmayacaktır." diyen Temel, "Dolayısıyla, onun şehadet yıldönümünü bir milat olarak gördük. Bu cinayetlerin aydınlatılması için gündeme taşınması gerektiğine inanıyoruz. Bu günden itibaren o dönemin tüm yargısız infazları dâhil olmak üzere tüm haksızlıkların, tüm saldırıların, tüm tutuklamaların, cezalandırmaların yeniden sorgulanması gerektiğine inanıyoruz." diye konuştu.
"Dindar bir neslin yetişmesi için gecesini gündüzüne kattı"
Selahaddin Ürük'ün geçmişte İslam'a çok iyi hizmetleri olduğunu ifade eden Temel, sözlerine şöyle devam etti:
"Şehid Selahaddin son gününe kadar İslam'a ve Müslümanlara hizmet etti. Dindar bir neslin yetişmesi için gecesini gündüzüne kattı. Bu uğurda ciddi manada çabalayan değerli bir Müslümandı. Ama maalesef Türkiye Cumhuriyetinin evrakları içerisinde bir 'terörist' olarak öldürüldü. Bu asla doğru olamaz. 28 Şubat'ın, o dönemin mahkûm ettiği Müslümanlara yönelik olan bir ithamdır, bir saldırıdır. Bunun bir an önce düzeltilmesi lazımdır. Selahaddin Ürük bir terörist değildi bir Müslümandı bir mümindi bir kahramandı. O, toplumun ıslah edicisiydi."
"Ağır silahlarla tarandı"
Selahaddin Ürük'ün bulunduğu eve baskın düzenlendiği anları da nakleden Temel, o gün yaşananları şu şekilde anlattı:
"Şehid Selahaddin ile beraber yakalanan arkadaşlarıyla görüştüm. Yani o gün onunla beraber olan arkadaşlarıyla ben bizzat görüştüm. Onların söylediklerine göre tek bir kurşun atılmamış. Selahaddin sadece daha önce tutuklanmış, gözaltına girmiş, vahşi işkenceler görmüş ve sonra haksız bir yere zindana konulmuş. Bundan dolayı bir daha o vahşi işkencelere tanıklık yapmamak için bulunduğu evin arka tarafından kaçmak istemiş. Elinde bir şey yok, sade bir şekilde kaçmak istemiş. Zaten evin etrafını kuşatıldığını bilmektedir ama bunu da sadece son bir hamle olarak görüyor. Binadan ayrılmak isteyince dur bile çekmeden ağır silahlarla MG 3 ile taranmış. Onun üzerindeki yaralar MG 3'ün yaralarıdır, yani MG 3 isimli silahtan çıkan kurşunların yaralarıdır. Büyük büyük kocaman yaralardır. Siz bu insanın ayağına sıkabilirdiniz, bir vesileyle tutabilirdiniz, bir şeyler yapabilirdiniz ama kesinlikle o dönemde bilinçli bir şekilde Müslümanların içerisinde böyle aktif çalışan kişilikli şahsiyetleri ortadan kaldırmak için bir program olduğunun inancındayız. Bilinçli olarak bu yapıldı."
Selahaddin Ürük'ün katledilişinde sergilenen kirli senaryoya
Selahaddin Ürük'ün katledilişinde sergilenen kirli senaryoya dikkat çeken HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Avukat Hüseyin Yılmaz ise Rehber TV'de katıldığı bir programda şunları ifade etmişti:
"Selahaddin Ürük evin bahçesinden kaçmaya çalışırken vuruluyor. İçerdekiler de kendilerince polisin örgütsel doküman sayabileceği belgeleri imha etmeye çalışıyorlar. Polisle çatışma çıktığı, bu çatışmada Selahaddin Ürük'ün öldürüldüğü, diğerlerinin de yakalandığı şeklinde haberler basına servis ediliyor. Ama ilginç olan Selahaddin Ürük'ün yanındaki silahtan bir el ateş edilmiş. O da büyük ihtimalle çatışma senaryosu vermek için polis tarafından orada sıkıldı. Çünkü bir cinayet işlemişler ve bunun bir nevi çatışmaya dönüşmesi lazım ki o cinayeti örtbas edebilsinler."
Yılmaz, "İçeride Hacı Bayancuk ve iki genç var. Yanlarında da bir silah ve dışarıya sıkılan merminin bir kovanı var. Bunların el swapları alınıyor. Kriminale gönderiliyor. Kriminalden gelen cevap, ‘Hepsinin elinde barut artıkları var. Hepsi ateş edip çatışmaya girmiş.' İşin daha ilginç boyutu olay sırasında hanımı o evde bulunan ancak kendisi başka bir yerde olan Sadık Aslan'ın balistik incelemelerinde de elinde barut izine rastlandığına dair tutanak tutulmuş. Bunun üzerine itiraz ediliyor. ‘Sehven yazılmıştır.' şeklinde karar düzeltiliyor." diyerek bu dosyada karar veren mahkeme heyeti başkanı Menderes Yılmaz, üyeler Bekir Soytürk ile Suna Yeşilküçük ve savcı İsmail Aksoy'un da FETÖ'den açığa alındığını hatırlattı. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.