İslam'da imtihan konusu

İslam'da imtihan konusu
ALLAH'ın El-Basit ismi ve İslam'da İmtihan ile ilgili açıklamalar…

RAMAZAN MANİSİ:

Hakk’ın bize ihsanısın
Hem ayların sultanısın
Sen bir saadet kânısın
Ey mâhı sultan merhaba

AYET:

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” -Mülk Suresi: 2-

HADİS:

“İnsanların belâ/imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belaya mübtela olanları Peygamberlerdir, sonra sâlihler, sonra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü’minlerdir.” -Darimi, Taberâni-

el-bÂsit.png

EL-BÂSİT
Açan, genişleten...

Bütün varlıklar Allah Teâlâ'nın kudret kabzasındadır. İstediği kulundan, ihsân ettiği servet ve sâmânı, evlâd ve iyâli, yahut hayat zevkini, gönül ferahlığını alıverir. O adam zenginken fakir olur, yahut evlâd acısına boğulur, yahut iç sıkıntısına, ıstırap ve huzursuzluk içine düşer.

İşte bu haller, “Kâbid” isminin tecellileridir.

Allah, istediği kuluna da yepyeni bir hayat verir, neş'e verir, rızık bolluğu verir, bu da “Bâsit” isminin tecelliyatıdır.

İMTİHAN:

Dünya Bir İmtihan Yeridir
Büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde dünya hayatının geçici bir mekân olduğunu ve insanın bu dünyada ahiret için ciddi bir çaba harcaması gerektiğini şöyle dile getirmiştir:
Dünya bir misafirhanedir İnsan onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde ebedi hayatına lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.

İnsanın dünya hayatındaki kısa ömrünü "geçici bir misafirlik" olarak tanımlayan Said Nursi bir başka örneğinde "İnsana varlığı, hayvan gibi dünya hayatını kazanmak için verilmemiştir" der ve şu şekilde devam eder:
Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız Ömür sermayenizi ve hayat kabiliyetinizi hayvan gibi, hatta hayvandan daha aşağı bir derecede şu geçici hayata ve maddi lezzetlere harcamayın Yoksa sermayece en üstün hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en aşağıda olanından elli derece aşağı düşersiniz.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi üstün özelliklerle nimetlendirilmiş, akıl, vicdan ve sağduyu sahibi bir varlık olan insanın yaratılış amacının, eksikliklerle dolu olan bu kısa dünya hayatında, geçici yararlar elde etmek olmadığı çok açıktır İnsan burada imtihan edilmektedir ve nihai hedefi de sonsuz ahiret güzelliğini kazanmaktır.
İnsan, dünyada karşılaştığı olaylar karşısında gösterdiği tavırlarla, sahip olduğu ahlakla ve içinde taşıdığı niyetiyle denenmektedir ve kişinin sadece "iman ettim" demesi kesinlikle yeterli değildir. İmanını tavırlarıyla da göstermelidir. Çünkü kıyamet gününde gizli ya da açık, hayatına dair her şey ortaya dökülecek, çok hassas bir hesap yapılacaktır Bu hesapta "… bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar" -Nisa Suresi:49- bile haksızlığa uğratılmayacaktır. İyilikten yana yaptıkları ağır basanlar sonsuz güzelliklerle bezenmiş cennet yurdunda ağırlanırken, kötülüğü ve zulmü kendilerine yol edinenler sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacaklardır. Zira ALLAH bu kısa hayatı insanları denemeden geçirerek iyi ve doğru olanları diğerlerinden ayırt etmek için yaratmıştır. Mülk Suresi 2.ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”

Dünya Hayatına Karşılık Ahireti Satın Almak
İnsanların büyük bir bölümü, dünya hayatının geçici olduğunun farkına varmaz; tam tersine dünya hayatındaki süslere dalıp oyalanırlar. Kimi sürekli daha çok mal toplamaya, kimi insanlar tarafından daha çok itibar görmeye, kimi daha güzel veya yakışıklı bir eş bulmaya, kimi de işyerinde en başarılı kişi olarak tanınmaya çalışıp çabalar. Tüm bunlara öyle büyük bir hırsla bağlanırlar ki, bu oyalanma onlara ölüm sonrasında karşılaşacakları sonsuz ahiret hayatını tamamen unutturur. Ölümü bir yok oluş olarak algılar ve ölümden sonrası için bir hazırlık yapmayı düşünmezler.
Oysa Bediüzzaman Said Nursi'nin de söylediği gibi ölüm bir ayrılış, ya da yok oluş değil, tam tersine dünyada yaşanan imtihanın son bulma ve yapılanların karşılığını alma yeridir.
Kainattaki yok olma, ayrılık, yokluk zahiridir Gerçekte ayrılık yoktur, kavuşma vardır Yok olma ve yokluk yoktur, yenilenme vardır Ve kainattaki her şey bir çeşit sonsuza kadar var olma başarısına sahiptir Ölüm, bu geçici alemden sonsuz aleme gitmektir. Ölüm, hidayet ehli ve Kur'an ehilleri için öteki aleme gitmiş dost ve ahbaplarına kavuşma vesilesidir. Hem hakiki vatanlarına girmeye araçtır. Hem dünya zindanından cennet bahçesine bir davettir. Hem Rahman-ı Rahim'in fazlından kendi hizmetine karşılık bir ücret almadır. Hem hayat vazifesinin zorluğundan bir terhistir Hem kulluk ve imtihanın talim ve talimatından bir paydosdur.
Bediüzzaman'ın yukarıdaki sözlerinde de ifade ettiği gibi, dünyayı gerçek yurt zannetmek büyük bir gaflettir. Çünkü sonsuzluğun yanında dünya hayatının süresi tek bir an hükmünde bile değildir. Bediüzzaman bir başka ifadesinde dünyayı ahirete tercih etmenin ne kadar akılsızca bir davranış olacağına şöyle bir örnekle dikkat çekmiştir:
Ebedi hayatı zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu geçici hayatı hasr-ı nazar etmek; ani bir şimşeği, sermedi bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.
İşte bu gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, ölümle birlikte dünyadan ayrılmayı, dinden uzak insanlar gibi isyanla değil, şevk ve heyecanla karşılarlar. Dünyada yaptıkları güzelliklerin karşılığını ALLAH'tan sonsuz ahiret hayatlarında almayı umarlar. Ahirette cennet gibi sonsuz güzellikler ve inceliklerle dolu bir mekana kavuşma umudunun şevki ve coşkusu içinde yaşarlar.

İnsan Hayırla ve Şerle İmtihan Edilmektedir
Dünya hayatı Müslümanlar için ALLAH yolunda, O'nun rızasını kazanmak için cehd edilmesi yani çaba harcanması, hizmet edilmesi gereken bir mekandır. Bediüzzaman Said Nursi de dünya hayatının sadece bir hizmet yeri olduğunu, insanın zorluk ve güzelliklerle denemeden geçirileceğini ve musibetlere, sıkıntılara sabretmenin mükafatının da çok büyük olacağını şu şekilde bildirir:
Şu dünya hayatı, imtihan meydanıdır ve hizmet yurdudur; lezzet, ücret ve mükafat yeri değildir. Madem hizmet yurdudur ve kulluk mahallidir; hastalıklar ve musibetler dini olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve kulluğa çok başarı ve kuvvet verir. Ve her bir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden şikayet etmek değil, şükretmek gerekir. Evet ibadet iki kısımdır: Birinci kısım olumlu diğeri ise olumsuz Olumlu kısmı malumdur. Olumsuz kısmı ise, hastalık ve musibetlerde, musibetzede, za'fını ve aczini hissedip, Rahman olan Rabbin'e yönelip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp halis bir kulluk yapar. Bu kulluğa riya giremez, halistir Eğer sabretse, musibetin mükafatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.

Said Nursi'nin bu hikmetli anlatımı üzerinde düşünmek son derece önemlidir. Her insan ALLAH'a kulluk etmek, O'na olan teslimiyetini ve bağlılığını her olay karşısında göstermekle yükümlüdür. İnsanın karşısına çıkan zorluklara sabretmesi de bu bağlılığı göstermenin yollarından biridir. İnsan dünyada her türlü sıkıntıyla karşılaşabilir, çünkü bu ALLAH'ın Kuran'da bildirdiği, değişmeyen bir kanunudur. Üstelik bu sıkıntı ve zorluk anları, insanın hiç karşılaşmayı ummadığı zamanlarda da ortaya çıkabilir. Ve çok uzun bir zaman dilimini kapsayabilir veya böyle görünebilir. Örneğin insan zenginken fakir düşebilir, başarılı olduğu bir konuda ummadığı bir başarısızlıkla karşılaşabilir, sevdiği bir insanı yitirebilir, hastalanabilir, sakat kalabilir… Ama bunların hepsi bu kişi için bir denemedir ve ALLAH böyle denemelere sabreden kullarını sonsuz bir güzellikle müjdelemiştir.

İyilerle Kötülerin Birbirinden Ayrılması
Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde musibet ve zorluklar yoluyla iyilerle kötülerin birbirinden ayrılmasına çok geniş yer vermiş; bu konuda birbirinden hikmetli örnekleriyle insanlara değerli tavsiyelerde bulunmuştur. Bediüzzaman'ın kendisine "şeytanların ve kötülüklerin yaratılış hikmetleri nedir?" sorusu sorulduğunda verdiği cevap, her sıkıntının, eksikliğin ve "şer" diye tabir edilen olayın arkasında çok önemli hikmetler olduğudur. Bu hikmetlerden en önemlisinin ise "kömür gibi istidadlarla elmas gibi istidadların birbirinden ayrılması" olduğunu söylemiştir.
Bu örnekle anlatılmak istenen her türlü zorluğun, sıkıntının insandaki güzel özellikleri ortaya çıkardığıdır İmtihan dünyasındaki bu zorlu denemelerle insanda kötü özellikler de ortaya çıkmakta ve böylece onların yok edilmesi için bir fırsat doğmaktadır. Örneğin şiddetli bir hastalık insanın çabuk yılgınlık ya da manevi zaaflar gösterebildiğini ortaya çıkarabilir. Bu zaaflarının farkına varan kişi, hemen bunları telafi yoluna gider. Böylece hastalık onun hatalarını fark etmesine ve bu kısa hayatı içinde gidermesine yol açtığı için bir güzellik halini alır Bu musibet sonrasında bir kir daha giderilmiş, insanın ahlakı daha da güzelleşmiş olur. Veya hayatı boyunca namuslu bilinen bir insan iflas ettiğinde veya parasız kaldığında gayri meşru yollara başvurabiliyorsa, bu fakirlik musibetinin kötü bir insanı ortaya çıkarmasına örnek teşkil edebilir. Ancak eğer bu insan fakirliğine ve ihtiyaç içinde olmasına rağmen asla harama girmiyor ve namuslu davranışlarından taviz vermiyorsa, o zaman fakirlik musibeti bir insanın gerçekten temiz ve salih olduğunu ortaya çıkarmış olur.

 

ÜÇ İMTİHAN

Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle rivayet edilir:

“İsrailoğullarından üç kişi vardı. Bunlardan biri abraş (ala tenli), biri kör, biri kel idi. ALLAH’u Teâlâ bunları bir imtihan etmek istedi. Bu maksatla onlara insan suretinde bir melek gönderdi. Melek önce abraşa gelerek:

- En çok sevdiğin şey nedir? Diye sordu. Abraş adam:

-Güzel renk, güzel deri ve ALLAH’ın benden insanların çirkin gördükleri bu abraşlık hastalığını gidermesi, dedi.

Bundan sonra melek:

Hangi malı daha çok seversin? Diye sordu. Abraş adam:
-Deve yahut sığır, diye cevap verdi.

Bunun üzerine kendisine on tane dişi deve verildi. Daha sonra melek ona:

-ALLAH bunları sana mübarek kılsın, diye dua etti ve kayboldu.

Sonra melek başı kel olan kişinin yanına vardı ve ona da:

-En çok sevdiğin şey nedir? Diye sordu. O da:

-Güzel bir saç ve ALLAH’u Teâlâ’nın benden insanların çirkin gördüğü bu illeti gidermesi diye cevap verdi.

Melek kendisine elini sürdü ve o kimsenin kelliği kaybolup gitti. Kendisine güzel saçlar verildi.

Melek ona:

-En çok sevdiğin mal hangisidir? Diye sordu.

Kel adam:

-Sığırı severim, dedi.

Derhal kendisine yavrulamak üzere olan inekler verildi.

Melek ona:

-ALLAH sana bunları mübarek eylesin, diye dua etti.

Melek sonra kör olan kimseye geldi.

Ona da:

-En çok sevdiğin şey nedir? Diye sordu.

Kör adam:

-ALLAH’ın gözlerimi iade etmesini, insanları görmeyi, diye cevap verdi.

Melek gözlerini eli ile mesh etti ve ALLAH, o kimsenin gözlerini açtı. Melek bu kez ona:

-En çok sevdiğin mal hangisidir? Diye sordu.

-Koyun, diye cevap verdi adam. Hemen ona yavrulayıcı koyunlar verildi.

Bir müddet sonra abraş ile kele verilen deve ile sığırlar üredi, körün koyunları çoğaldı. Çok geçmeden birinin bir vadi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu. Aradan bir müddet geçtikten sonra melek, abraşa onun eski şekil ve suretinde gelip:

-Ben fakir bir adamım, diye başladı. Dağları taşları aşıp geldim. Yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün ALLAH’tan başka bir yardım edenim yok. Önce ALLAH’tan sonra senden sana bu güzel rengi, bu güzel deriyi ve bunca malı veren Zat’ın adına bana yolculuğum sırasında faydalanabileceğim bir deve vermeni istiyorum, dedi. Abraş adam:

-Olmaz öyle şey, diye tepki gösterdi. Muhtaçlar çoktur. Her dilenciye bir deve versem olmaz.

Yardım talebini reddetti. Bunun üzerine melek kendisine şöyle dedi.

-Sanki seni tanıyor gibiyim. Sen ala tenli, herkesin iğrendiği, fakir birisi değil miydin? ALLAH sana sıhhat ve mal verdi. Abraş adam:

-Hayır, bu mal bana ecdadımdan kalmadır, dedi.

Melek de ona:

-Eğer yalan söylüyorsan ALLAH seni eski haline çevirsin, diye beddua etti.

Hakikatten abraş eski çirkinliğine ve fakirliğine döndü. Melek sonra eskiden kel olan adama eski şekil ve suretinde geldi. Buna da abraş kimseye dediklerini aynen tekrarladı. Kel de aynı abraş gibi karşılıkta bulundu ve o da bir şey vermedi.

Melek de ona:

-Eğer yalan söylüyorsan ALLAH seni eski haline çevirsin, diye beddua etti ve o kimse kel haline ve fakir durumuna döndü.

Daha sonra melek eskiden kör olan adama onun eski sureti ve şeklinde geldi:

-Ben fakir kimseyim, yolcuyum. Yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün ALLAH’tan başka bir yardım edenim yok. Önce ALLAH sonra senden, gözlerini açan Zat’ın adına yolculuğum sırasında istifade edeceğim bir koyun vermeni istiyorum. Ta ki, yolculuğuma devam edebileyim.

-Bende önceden kör idim, dedi. ALLAH gözlerimi açtı. Fakirdim, mal verip beni zengin etti. Bunlardan dilediğini al, dileğini bırak! Vallahi bugün ALLAH adına her ne alırsan al sana zorluk çıkartmayacağım.

Bunun üzerine melek ona:

-Malın hepsi senin olsun. Üçünüz de ilahi imtihana tabii tutuldunuz. ALLAH’u Teâlâ senden razı oldu, fakat iki arkadaşın abraş ile kelden razı olmayıp onları cezalandırdı, dedi ve gözden kayboldu.”   

HAZIRLAYAN: VEYSİ DEMİR HÜR24 HABER

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.