Sosyolog Yüksel: “Bir NATO ülkesinde müzelerin tekrar cami yapılmasına zor izin verirler”
Yaklaşık 70 yıldır ibadete açılması için birçok dönemde farklı İslami çevreler tarafından Ayasofya’nın asli hüviyeti olan camiye dönüştürülmesi talepleri bu günlerde yine gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da gündemine aldığı Ayasofya’nın ibadete açılıp açılmayacağı merak konusu oldu.
Ayasofya cami, Kariye cami ve Trabzon’da buluna Ayasofya cami gibi birçok mekânın müzeye dönüştürülmesi ve ardından tekrar camiye dönüştürülme taleplerine ilişkin İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan ve tarih alanında birçok çalışması olan Sosyolog Müfid Yüksel, Ayasofya’nın ibadete açılması taleplerinin ne zaman başladığı, İslam’da ibadethanelerin korunması, cumhuriyet döneminde yaşananlar ve daha birçok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu.
Ayasofya farklı dönemlerde birçok çevre tarafından gündeme getirildi
1950’li yıllardan beri Ayasofya’nın ibadete açılması konusunun dindar çevreler tarafından basında gündeme getirildiğini söyleyen Yüksel, “İlk defa Bediüzzaman tarafından gündeme getirildi. 1960’lı yıllarda çeşitli şekilde gündeme getirilmeye devam edildi. 1970’li yıllara gelindiğinde ise MTTB tarafından daha çok gündeme getirilmeye başlandı. Mitinglerde, gösterilerde veya toplantılarda ‘Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın’ gibi tezahüratlar yaparlardı. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin İstanbul mitingleri de Ayasofya simgeleri veya benzeri simgelerle süslenir onunla özdeşleştirilirdi. 29 Mayıslarda (İstanbul’un fethi) böyle mitingler gösteriler yapılırdı. Bazen bazı gruplar atlarla bir şekilde zorla Ayasofya’ya girer, 10 kişilik 20 kişilik guruplarla namaz kılarlardı. Çeşitli zamanlarda bu siyasilerin de gündeminde oldu. Bir ara Özal döneminde Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz’ın çekiştiği ve Mesut Yılmaz’ın seçildiği kongrede de Yıldırım Akbulut seçilirse Ayasofya’yı ibadete açacak şeklinde söylemler oldu. Bunun ötesine geçilmedi.” dedi.
1934 yılında Amerikalılar tarafından restore edilen ve ardından müzeye çevrilen Ayasofya’nın, batılılara verilmiş bir bonus olduğunu belirten Yüksel, ardından 1947 yılında Kariye cami ve Trabzon’daki Ayasofya camisinin de müzeye çevrildiğini söyledi.
“Türkiye bir yandan İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrik’i Eyüpsultan kaymakamıyla muhatap olacak hale getirdi”
Yüksel, “Eskiden kilise olarak kullanılan bir kısım camiler harap halde bırakılıyor ve restore edilmiyordu. Bunlardan bir kısmı sonradan restore edilip cami olarak açıldı. Bunlardan birisi Fenârî İsa cami. Caminin minaresi yıkılmıştı tekrardan yapıldı. Küçük Ayasofya cami gibi, İmaret-i Atik gibi bazı camilerin onarımı yapıldı. İmaret-i Atik ile Hirâm-î Ahmet paşa cami ibadete açıldı ama minareleri tekrar yapılmadı. Bu şekilde muvazaalı (göstermelik) olarak devam etti. Yani Türkiye bir yandan patrikhaneyi İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrik’i ile Eyüpsultan kaymakamıyla muhatap olacak hale getirdi. Sadece İstanbul’daki Rum cemaatini temsil eden bir konuma indirdi. Diğer taraftan Ayasofya’yı müze haline getirdi.” diye konuştu.
“1924 yılında yapılan mübadele ile İstanbul’daki Rumlarla Trakya’daki Müslümanlar hariç olmak üzere Yunanistan’daki tüm Müslüman ahali buraya nakledildi “
Türkiye’de gayri Müslüm cemaatlere yönelik bir taraftan böyle bir durum sergilenirken bunların önemli bir kısmı mübadeleye (nüfus değişikliği) tabi tutulduklarını hatırlatan Yüksel, “1924 yılında Yunanistan’da ahali mübadelesi (aynı ırk ve dinden olan halkın ülkeler arasında takas edilmesi) yapıldı. Bu ahali mübadelesinde o dönemde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bütün Rum Ortodoks Kilisesi mensubu Hristiyanlar Yunanistan’a gönderildiler. Karşılığında İstanbul’daki Rumlar ile batı Trakya’daki Müslümanlar hariç olmak üzere Yunanistan’daki tüm Müslüman ahali buraya nakledildi. Daha sonraki dönemlerde başka gayri Müslümler peyderpey Türkiye’yi terk ettiler. Ermeniler zaten 1915 olaylarında zaten gitmişti. İstanbul Ermenileri bunun dışındaydı. Onlar yerlerinde bırakıldı ve hâlâ da İstanbul’da belli bir Ermeni nüfus var. Onların da Kumkapı’da patrikhaneleri var. Hatta Taksim’de Katolik olanların da patrikhanesi var.” şeklinde konuştu.
“Fatih Sultan Mehmet ahitnameyi verdikten sonra sur dibindeki tüm kiliseleri Rum cemaatine bıraktı”
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul’u ahitname ile değil kuşatma ve savaşla aldığını vurgulayan Yüksel, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Yani adamlar aman dileyip size şehri teslim edeceğiz demediler. İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı cami yaptı ve sonrasında ahitname verdi. Ahitname verdikten sonra herhangi bir kiliseyi camiye çevirmedi. Sonra tekrar patrikliği kurdu. Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra patrikhaneyi bugün Balat’taki Fethiye camisinin olduğu Pama Karystos kilisesine nakletti. Orası patrikhane oldu. 3’üncü Murat döneminde Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından orası camiye çevrildi. Ondan sonra bugün ki yerine Fener’e, Saint George kilisesine taşındı. Fatih Sultan Mehmet ahitnameyi verdikten sonra sur dibindeki tüm kiliseleri Rum cemaatine bıraktı. Onlara dokunmadı.”
“İslam tarihinde ahitname verildikten sonra ibadethanelere dokunulmuyor”
İslam tarihinde Hazreti peygamber Mekke’yi kılıçsız aldığını hatırlatan Yüksel, “Yani şehir İslam orduları karşısında duramayacaklarını görünce teslim oldu. Sadece handeme mevkiinde Halit Bin Velid ve İkrime bin Ebu Cehil grupları arasında bir çatışma dışında çatışma olmadı. Kâbe teslim alınıp putlardan temizlendi. Çünkü Kâbe Hazreti Âdem tarafından kurulan Allah’ın eviydi. Hazreti peygamber orayı şirkten arındırdı. Genelde İslam bir yeri alınca mescide çeviriyor. Yani ahitname verildiyse ve ahitnameye sadık kalındıkça kiliselere, mabetlere dokunulmuyor. Ahitname bozulursa durum değişebiliyor. Yalnız savaşla fethedilen bazı şehirlerde büyük mabetler ulu camiye çevrilmiştir. Şam Ulu Cami, Mardin Ulu Cami, Diyarbakır Ulu Cami gibi belli şehirlerde bulunan ulu camiler eski kiliselerin üzerine inşa edilmişlerdir. Eski kiliseler o şehrin ulu camilerine çevrilmiştir.” ifadelerini kullandı.
“Her medeniyet önceki medeniyete ait yapıları ve tapınakları dönüştürerek kullanmıştır”
Modern dönem haricinde eskiden bütün şehirler bir mabet çevresinde, İslam tarihinde bir cami çevresinde kümelendiğini ifade eden Yüksel, “İstanbul Ayasofya çevresinde büyüdü. Ondan önce orada ahşap bir kilise vardı. Ondan önce de tapınaklar vardı. Orada hipodrom vardı. Roma tapınakları vardı. Roma Hristiyan olduktan sonra kiliselerin etrafında toplanılmış, İslam’da da mescit etrafında toplanılırdı. Mekke’de Mescid-i Haram, Kâbe çevresinde, Medine’de Mescid-i Nebevi, Şam ulu cami çevresinde gelişmiştir. Şam ulu cami eskiden Roma tapınağı sonra Saint John kilisesi olmuş. İçeride Hazreti Yahya’ya atfedilen bir türbe de var. Bu tür durumlar sadece İslam tarihi için olmamıştır. Mesela Romalılar eski yunan tapınaklarını kendi mabetleri haline çevirmişlerdir. Bunun en önemli örneklerinden birisi Atina’daki ünlü Parthenon tapınağıdır. Parthenon tanrıça Athena’ya adanmış (Atina adı da Athena’dan gelir) bir mabettir. Romalılar zamanında orası Jüpiter tapınağı haline geldi. 6’ıncı yüzyılda Hristiyanlık döneminde ise orası Saint Marie Kilisesi yapıldı. Osmanlılar tarafından alındıktan sonra camiye çevrildi. Ön tarafına, çatısına bir minare konuldu. 1687 yılında Venedikliler Atina’yı kuşattı. Kuşatırken top atışlarıyla minareyi yıktılar ve cami de tahrip oldu. Hepsinin böyle bir serüveni var. İtalya’da Roma’daki ünlü Pantheon’a baktığımız zaman orası bir Jüpiter tapınağı olarak yapıldı. Sonra imparator Hadriyanus zamanında 126 yılında tamamlandı ve Jüpiter’e adandı. Daha sonra Hristiyanlık döneminde orası Saint Marin kilisesine çevrildi. Halen Katolik kilisesi olarak duruyor.” diye konuştu.
“İslam tarihinde fethedilen yerlerde buluna mabetlere yine mabet statüsü verilmiştir”
“Eski medeniyetlerde, bir sonraki medeniyet daha önceki medeniyetlere ait binaları hem kullanır hem de onların harabeleri varsa o harabelerindeki malzemeleri alır yeni yaptıkları binalarda kullanırlardı.” diyen Yüksel, şu ifadelere yer verdi: “Romalılar eski Yunan tapınaklarından bir sürü sütun, sütun başlıkları, heykeller vs. şeyleri kendi mabetlerinde kullanmışlardır. Bir kısmını devşirme malzeme olarak duvar malzemesi, dayanak ve sütun olarak kullanmışlardır. Ayasofya’nın birçok sütunları eski Yunan mabetlerinden gelmedir. Ayasofya’da eski Yunanlılara ait birçok devşirme malzeme görürsünüz. Fatih camisinin şadırvan sütunlarında da var. Süleymaniye camisinin içerisinde kırmızı granit sütunlarında da aynı şekilde bulursunuz. Onlarda başka yerlerde olan eski Yuna ve Roma tapınaklarından getirilmişlerdir. Osmanlı da bunu yapmıştır. Hazreti Ali’nin Kûfe’de şehit edildiği cami rivayetlere göre Mecusi tapınağıydı ve Hazreti Ali orayı mescide çevirmiştir. Yani İslam tarihinde bu tür yerler genellikle yine bir mabet statüsü verilmiştir. Daha aşağı bir statü verilmemiştir. Cumhuriyet döneminde ahıra çevrilen, nalbant dükkânına çevrilen, meyhaneye çevrilen camiler var. İstiklal caddesinde Cüce Çeşmesi sokakta istiklal meyhanesi var. Burası 1933’e kadar Kâtip Mustafa Çelebi camisiydi. O devirde cami birisine satıldı ve ardından meyhaneye çevrildi. Bugün hala İstiklal meyhanesidir.”
“Ermeniler mimari, sanat, zanaat işlerinde çok daha öndeydi”
Amerikalıların Ayasofya’yı restore etmesinin ardından verilen sözler sebebiyle müzeye çevrildiğini belirten Yüksel, “Oranın fresklerini ortaya çıkardılar. İlk önce Abdülmecid zamanında orası İtalyan mimar Gaspare Fossati restore edildi. Fossati, padişahın baş mimarıydı. Osmanlının mimarları İtalyanlardı. Ondan önce Ermenilerdi. Ortaköy camisinden Dolmabahçe camisine, ta Aksaray Valide Sultan camisine kadar Balyan usta ailesi tarafından yaptırılmıştır. Ermeniler mimari, sanat, zanaat işlerinde çok daha öndeydi.” dedi.
“Bazı mekânların dönüştürülmesi güç meselesidir”
Yüksel, “Osmanlı, Ermeni cemaati için Ermeni Garo Garian kilisesini muhatap kabul ediyordu. 18’inci yüzyıl sonlarında Vatikan’ın etkisiyle misyonerlikle Ermeniler Katolikler arttı. Sonra 1830 yılında Katolik Kilisesini tanımak zorunda kaldılar. Bu güç meselesidir. Bu güç çözüle çözüle gelerek Ayasofya’nın Kariye camisinin müze olmasına kadar geldi. Bir NATO ülkesinde buraların tekrar cami yapılmasına zor izin verirler diye düşünüyorum. Türkiye hemen NATO’dan çıksın diye de bir şey söyleyemiyorum. Çünkü savunmasız hale gelir. Bu sefer Rusya karşısında ne yapacak? Yarın öbür gün Türkiye Rusya ile karşıt konuma gelirse ne olacak? Birkaç senedir Rusya ile yakın ilişkiler var. 3 sene sonra bu ilişkiler bozulduğunda Rus saldırılarından nasıl emin olacak? Bunların hepsi düşünülerek adım atılmalıdır. Normalde buranın cami olması gerekir.” diye konuştu.
“Cumhuriyet döneminde cami görevlileri ve derneklerin olumsuz müdahaleleri batının eline koz vermiştir”
Osmanlı zamanında bu tür mabetlerin bizantik yapılarına pek müdahale edilmezken, müdahaleler genellikle mimari olarak doğru ve nitelikli yapılırken cumhuriyet döneminde cami olan ve bir kısım cami deneklerinin müdahaleleri ellerine koz verildiğini söyleyen Yüksel, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Örneğin bir camide yer mozaikleri var. Bu yer mozaiklerini imam efendi cemaatle, dernekle birlikte söküp atıyor. Bütün batı medyasının elinde bir propaganda aracı oluyor. Batı medyası ‘buralar müzeye çevrilmeli, camiye çevrilince böyle yapıyorlar’ diye haber yazıyor. Cami cemaati ve görevlilerinin özellikle diyanetin bu tür olumsuz müdahalelerde bulunmaması gerekir. Müze olan yerlerin tekrar camiye çevrilmesinin önündeki en büyük engel diyanet görevlilerinin, cami imamlarının niteliksiz ve anlayışsız müdahaleleridir. Molla Zeyrek camisinde dökülen eski Bizans mermerlerinden bazılarını toplayıp bir yere koyacağına, restorasyon için ayıracağına süpürüp çöpe atıyor. Özellikle buraya atanan imam ve görevlilerin bu camiler hakkında bilinçli olmaları, koz vermemeleri gerekiyor. Zamanında birçok yerde bunlarla mücadele etmek zorunda kaldık. “(İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.