Taassub Belasından Kurtulalım!
Araştırmacı Yazar Muhammed Zeki Kurt, ümmetin içinde bulunduğu ihtilaf ve taassub ile taassubun İslama verdiği zarar, İslam düşmanlarının ümmeti parçalaması ve içine düştüğümüz hazin hali analiz ettiği yazısı:
Taassub, mezhep ve görüşü uğruna İslam’ı feda etmektir. Başka bir ifadeyle basit ihtilaflar için İslam’ı kurban etme cüretidir. Taassub, Afganistan’daki Müslüman cemaatler arasında akan kanın bir tezahürüdür; Pakistan’daki ve diğer İslam ülkelerindeki Sünni-Şii çatışmasıdır. Tarihte mezhep mensupları arasında akıtılan kandır. Taassub; doğru ve hak olandan yüz çevirmek, hatada ısrar etmektir. İslam âlemini kasıp kavuran, dağıtan, cemaatleri birbirine düşüren hayırsız fitnedir.
Taassub Müslümanların gücünü zayıf düşürmüş, Endülüs’ü (İspanya), Filistin’i ve Kudüs’ü ve Buhara gibi önemli merkezleri düşürmüş, ümmet’in hâkimiyeti ve hilafet gibi hayati meseleleri gündemden kaldırmıştır.
Taassub, emperyalist düşmanların, Müslümanlara karşı yürüttükleri siyasetin sigortasıdır. Taassub, İslam dininin iki ana kaynağı Kur’an ve sünneti anlamak için en büyük engeldir. Taassub, siyasilerimizi birbirine düşürüp, Müslümanların fakirleşmesine sebep ve terakkisine engel olan unsurdur. İslam düşmanları, bugün binlerce km. uzaktan gelip, Müslümanların yurdunu işgal edip, yer altı ve yer üstü zenginliklerine göz dikip sömürüyor ve Müslümanları öldürüp namuslarına saldırmaya cüret ediyorsa, Müslümanların buna karşılık birlik oluşturması şöyle dursun; onlara yardım etmek için çareler arıyorsa, Sünni -Şii çatışmalarını kendi aralarında başlatıp birliği oluşturamıyorlarsa, söylenecek son söz, “Ey İslam ağıtçısı! Kalk da ona ağıt yak iyilik kalktı, kötülük ortaya çıktı” demektir.
Şiilerin ehli beyt’e aşırı sevgi beslemeleri ve İmam Ali’yi üstün görmeleri sebebiyle Müslümanlar arasından çıkarmamız, fer'i meselelerde ki ihtilaflarını büyütmemiz ve bunu tefrika, mücadele, düşmanlık ve savaş sebebi görmemiz gerekmez. Bütün bunların zuhuruna ümmetin cahilliği ve mezhep taassubu yol açmıştır. Şii ve Sünni, biri taraftar diğeri Sünnete tabi demek olan masum iki kelime, ancak batıla alet edilmiş olup ihtilaf aracı olarak kullanılmaktadır. Bu iki kelime söylendiği zaman gök kubbenin üzerimize inmesinden korkuyorum.
Muaviye’ye karşı savaşı ve mücadelesinde, İmam Ali’nin üstün tutulup desteklenmesi o zamanda faydalı olduğunu ya da gerisinde hakkı ortaya çıkarıp, batılın yok olması beklentisi bulunduğunu kabul etsek bile, bize bu gün bu söylemin devam etmesi ve dönemi bitmiş veya geçmiş bir milletle birlikte devri geçmiş bu meseleye takılıp kalınması zarardan ve İslam birliği bağlarının parçalanmasından başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Bugün Arap olan olmayan Ehl-i sünnet ittifak edip Şia'nın görüşüne katılsa, İmam Ali’nin hilafete Ebu Bekir’den daha layık olduğunu söylese ve kabul etse, bu Şiileri tarakki ettirecek mi? Ya da Şia’nın durumunu düzeltecek mi? Ve ya Şia Ehl-i sünnete katılıp Ebu Bekir’in hilafet makamına İmam Ali’den önce getirilmesi daha doğruydu dese, bu Sünni Müslümanları kalkındırıp bugün içinde bulundukları zillet ve alçaklıktan çekip kurtaracak ve toplum yapılarını yıkılmaktan koruyacak mı?
Müslümanların bu gafletten uyanmalarının, ölüm gelmeden bu ölüm uykusundan kalkmalarının zamanı daha gelmedi mi?
Ey millet! Andolsun ki, müminlerin emiri Ali, Şia zalim dünya emperyalistleri ve İslam düşmanları ile savaşmazken kalkıp Ehl-i sünnetle savaşırlar ya da sırf Ebu Bekir’i üstün tutmaları sebebiyle onlardan ayrılırlarsa, kendilerinden asla razı olmaz. O Ali değil mi ki, Ebu Bekir'den sonra hanımıyla evlenmiş, kızını da Ömer’le evlendirmişti. Osman’a gelince şahadetinin gerçekleştiği gün Hasan ve Hüseyin'i kapısında nöbet tutmak üzere görevlendirmişti.
Aynı şekilde Ebu Bekir de Ehl-i sünnetin kendisini savunmasını istemez, modası geçmiş ve kurşun bina gibi olmalarını emreden Kur’an’ın ruhuna ters düşen o efdaliyet meselesi yüzünden Şia ile savaşmalarına razı olmazdı. Kimin daha faziletli olduğu meselesine gelince, onca nesil geçtikten sonra hala araştırılmayı hak ediyorsa, bu sorunun halli için şunu söylemek gereklidir: Raşid halifelerden en kısa ömürlü olanı, en uzun ömürlü olandan önce hilafet görevini üstlenmiştir.
Eğer Peygamber’den sonra hilafet görevini Ali üstlenseydi. Ebu Bekir, Ömer ve Osman ölmüş olacaklar, bunların İslam’a ve Müslümanlara güçleri yettiğince hizmet etmeleri mümkün olmayacaktı. Allah’ın mahlûkat hakkındaki genel geçer hükmü şudur: “Sizin Allah nezdinde en üstün olanınız, takvaca en üstün olanınızdır. (Hucurat 13)
Üstünüze vazife olmayan bir şey hakkında karar veriyorsunuz. Bizim bu mesele hakkında karar verme gibi bir lüksümüz olmadığına göre, bazı şeylerin hesabını Allah’a bırakmak durumundayız, yoksa Allah’ın adaletinden şüphemiz mi var?
Emperyalist güçler Müslümanların yer üstü ve yer altı kaynaklarını talan etmek, namuslarını payimal etmek ve dinlerine halel getirmek gibi emelleri dururken ve bu emellerini gerçekleştirmek için Şii ve Sünni argümanlarını kullanıp körüklüyorsa, birlik beraberlik oluşturulmadığı takdirde bu değerlerin hepsinin gideceği mukadderken hala mı birbirimizle uğraşmak? Bu ne kin ve adavet ya Rabbi bu karanlık gecenin yok mu sabahı? Dilim kurusun nerdesin sen adli ilahi?
Kaynak:HÜR24 Haber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.