Türkiye İdlib saldırısı sonrası stratejisini yeniden oluşturdu
27 Şubat tarihinde İdlib'de TSK güçlerine yapılan saldırı sonrasında 33 askerin hayatını kaybetmesinin ardından Türkiye, yaptığı hava operasyonlarıyla rejim güçlerine karşılık verdi. Yaşanan gelişmelerin ardından birçok ülke liderleri ile yoğun bir telefon diplomasisi gerçekleştirildi. Yaşanan gelişmeler sonrasında ise Rusya ve Türkiye arasında Moskova'da bir mutabakat anlaşması imzaladı.
İdlib'de yaşanan süreç ve Rusya ile imzalanan mutabakatla ilgili İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) Genel Başkan Yardımcısı emekli Albay Ersan Ergür, "Türkiye bu mutabakat ile ABD ve Rusya gibi süper güçlerle oyun kurucu vasfı ile masada ve diplomaside kazanabileceğini hem Türkiye iç kamuoyuna hem de dünyaya göstermiş oldu." dedi.
"İdlib'de yaşanan saldırı Türkiye'nin stratejini yenilemesine sebep olmuştur"
Türkiye'nin İdlib'de bulunma gerekçesinin sınır güvenliğini sağlamak, terör unsurlarını temizlemek ve bununla birlikte Suriye halkının bir an önce barış ve huzur ortamında yaşayabileceği güvenli bir bölgenin sağlanması olduğunu söyleyen Ergür, "Türkiye'nin orda olmasının Suriye'nin toprak bütünlüğü ile doğrudan doğruya bir ilişkisinin olmadığı gibi buna saygı gösteren bir harekât ortaya koyuyor. İdlib'de 3 Şubat'ta başlayan ve 27 Şubat'ta 33 şehitle zirveye ulaşan rejim saldırıları hem Türkiye halkını hüzne boğmuş hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'deki stratejisi ile ilgili yeniden bir oluşuma gitmesini sağlamıştır." diye konuştu.
"Rejim güçlerinin amacı rejim yandaşı olanların İdlib'e yerleştirilmesidir"
İdlib'de muhaliflerin Rus askerlerine ve rejim güçlerine saldırdığı gerekçesiyle Rusya ve rejim güçlerinin Türkiye'nin gözlem noktalarını kaldırması talebinin aslında bölgeye hâkim olmak olduğunu belirten Ergür, "Buradaki temel amaç İdlib'de Astana ve Soçi süreci ile Türkiye'nin tesis ettiği 12 gözlem noktasının İdlib'den biraz daha öteye taşınması ve rejim unsurlarının Seraqip'ten başlayan ve Al Nerab'ı da kapsayan bir alan içerisinde İdlib merkezine hâkimiyeti için talep edilen bir husustu. Türkiye buna asla sıcak bakamazdı. Çünkü 4 milyona yakın Suriyeli İdlib'de yaşıyor. Bunlardan 1,5 milyonu Hatay'a, 'Zeytin Dalı Harekâtı'nın olduğu bölgeye doğru göç etmeye başlamıştı. Bu ülke zaten 4 milyona yakın Suriyeliyi barındırıyor. 40 milyon dolardan fazla harcama yapmış durumda. Türkiye'nin yeni bir göç dalgasını göğüslemesi mümkün değildi. Bunun için bir tedbir alarak rejim unsurlarının saldırılarını kesmesi gerekiyordu. Kaldı ki, rejim unsurları, terör unsurlarının değil İdlib'deki masum halkın üzerine bomba yağdırıyordu. Amacı, halkın bölgeyi terk ederek göç etmesi ve rejim unsurlarına yandaş olan Suriyeli vatandaşların oraya gelmesiydi. Dolayısıyla Türkiye, buradaki durumunu değiştirmedi ve gözlem noktalarının aktif olarak orada görev yapması için çaba sarf etti." şeklinde konuştu.
"Türkiye milli ve yerli savunma sistemleriyle çok büyük bir sınav vermiştir"
"27 Şubat'ta yaşanan saldırıya kadar Türkiye'nin sabırla saldırıların durdurulmasını bekledi. Ancak 33 şehitle sonuçlanan saldırı, Türkiye'nin sabrını taşıran nokta oldu." diyen Ergür, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"Eğer Türkiye İdlib'den gözlem noktalarını Rusya ve rejim güçlerinin talep ettiği gibi geri çekmiş olsaydı ondan sonraki süreç İdlib'e hâkim olan Rusya ve rejim güçlerinin gelecekte talep edeceği bölge 'Fırat Kalkanı', 'Zeytin Dalı' ve 'Barış Pınarı' harekâtının yapıldığı alandı. 27 Şubat'tan sonra Rusya'nın hava sahasını Türkiye'ye kapatması rejim unsurlarının güvenini kıran bir hareket oldu. Hava sahasına giremeyen Türkiye'nin o bölgede istediği şekilde hareket edemeyeceği inancını oluşturdu. Fakat Türkiye, Rusya'yı, rejim güçlerini ve dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir harekete imza attı. SİHA'lar aktif kullanılarak rejim güçlerine ait hedefler vurulup imha edildi. 100'ün üzerinde tank, S-300'ün de içerisinde olduğu 3 hava savunma sistemi imha edildi. Dolayısıyla bu harekât, Türkiye'nin İdlib'de bundan sonra izlemesi gereken yol ile ilgili diplomatik olarak atılması gereken adımların da belirlenmesinde rol oynadı. Bu konuda Türkiye milli, yerli savunma sistemleriyle çok büyük bir sınav vermiş ve dünyaya de ders niteliğinde olan bir harekât gerçekleştirmiştir."
"Türkiye ile Rusya arasında yapılan mutabakat ile Suriye'nin siyasi istikrarının sağlanması için kazanım elde edildi"
Yaşanan gelişmelerin ardından 5 Mart tarihinde Rusya'da Putin ile yapılan görüşme neticesinde Türkiye'nin sahada kazandığı avantajların masaya olumlu yansıdığını vurgulayan Ergür, şunları kaydetti:
"Türkiye'nin Moskova'da yaptığı görüşme çerçevesinde, Astana ve Soçi sürecinden taviz vermeden gözlem noktalarını devam ettirdi. Yine BM'nin 2254 sayılı kararıyla aynı paralelde hareket etmek üzere Suriye'nin siyasi istikrarının sağlanması için bir an önce adımların atılmasına ilişkin bir kazanım elde etti. Böylece hem gözlem noktaları yerinde durmuş oldu hem de rejim unsurlarının gözlem noktalarını tehdit eden yerden çıkmasını sağlayan bir mutabakat sağlanmış oldu. Buradaki 3 maddeden birincisi 6 Mart'tan itibaren ateşkesin sağlanmasıydı. İkincisi ise M4 Karayolunun 6 metre güney ve kuzeyinde güvenli bölge oluşturulmasıydı. Her iki ülkenin güvenli bölge devriyesinin birlikte yapılması kararlaştırıldı. Dolayısıyla bu aynı zamanda şu anlama geliyor. Rusya-Türkiye ortak devriyesi, muhaliflerin rejimden ele geçirdiği Seraqib bölgesinin yine muhaliflerde kalacağı, yine bu bölgedeki emniyetin de Türkiye ve Rusya devriyeleri ile sağlanacağı ortaya konmuş oldu."
"Türkiye bu mutabakat ile oyun kurucu vasfını elde etmiştir"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın toplantı sonrasında "Türkiye herhangi bir rejim saldırısı karşısında meşru müdafaa hakkını kullanarak rejim unsurlarına karşılık verecektir." şeklinde yaptığı açıklamanın çok önemli olduğunu hatırlatan Ergür, "Bu açıklama Türkiye'nin avantajlı olduğunu gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında Moskova'da elde edilen başarı Türkiye'nin 'Barış Pınarı Harekâtı'ndan, ABD ile sağladığı mutabakattan sonra Rusya gibi bir süper güçle İdlib sürecinde Rusya ve rejimin ısrarlı olarak 'Gözlem noktalarınızı çekin.' demesine karşı, Türkiye'nin gözlem noktalarını muhafaza etmesi, Rusya'yı böyle bir anlaşma imzalamaya mecbur bırakması, diplomasi açısından bir başarıdır. Türkiye bu mutabakat ile ABD ve Rusya gibi süper güçlerle oyun kurucu vasfı ile masada ve diplomaside kazanabileceğini hem Türkiye iç kamuoyuna hem de dünyaya göstermiş oldu. Bu açıdan Türkiye'nin geleceğe yönelik olarak hem Suriye'de siyasi istikrarın sağlanması noktasında hem de Suriye dışındaki İslam ülkelerinde siyasi istikrarsızlığa ve iç savaşlara müdahalesindeki etkin rolünün olacağının ipuçlarını vermektedir. Bu mutabakat, Türkiye'nin geçmişten gelen tarih bağlarıyla, İslam coğrafyasıyla kadim bağlarını bundan sonra aktif ve lehlerine olarak sürdüreceğinin göstergesi oldu." dedi.
"Türkiye artık kargaşa ortamına yer verilen bir ülke değildir"
Yapılan anlaşmanın Türkiye kamuoyu için de bir mesaj olduğunu söyleyen Ergür, son olarak şu ifadeleri kullandı:
"Hem PKK-PYD terör unsurlarının sınırlarımızın ötesinde barınamayacağı hem de Türkiye'de ülkenin güvenliğini tehlikeye sokacak söylemlerle siyaset yapmanın da artık önünün tıkandığını ve İdlib saldırısıyla Türkiye halkının 33 şehitten sonra infiale kapılmayıp bilakis muhalefetin emperyalist güçlerin sokağa dökülmesini beklediği gibi halkın sokağa dökülmeyip şehitlerin kanları etrafında bir olup beraberliğimize katkı sağlayan söylemleriyle Türkiye'nin aslında dışardan gelebilecek saldırılara karşı tek yumruk olabileceğini de göstermiş oldu. Türkiye artık kargaşa ortamına yer verildiği, halkın içerisinde nifak ve ayırım noktalarının kaşınarak karşı karşıya getirilemeyeceğini, Türkiye'nin bir Tunus, Libya, Mısır olmadığını da göstermiş oldu." (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.