Ünverdi: “Zekât; toplumsal barışa vesile olan bir ibadettir”
Rahmet ve bereket kapılarının sonuna kadar açıldığı, yapılan her amelin karşılığının ise binlerle ifade edildiği mübarek ramazan ayında elinde imkân olanlar hayır ve hasenat yapmaya çalışıyor. Özellikle ramazan ayında yapılan amellerin daha makbul olması inancından dolayı birçok zengin, İslam'ın beş şartından biri olan zekât ibadetini bu ayda yerine getiriyor.
Zengin olanların her yıl nisap miktarına ulaşan malının zekâtını vermesi, toplumda zengin ile fakir arasında karşılıklı bir muhabbet oluşturuyor. Bir tarafta zengin olan kişinin malından belli bir kısım alındığı için aşırı zenginleşmenin önüne geçilirken, diğer taraftan da maddi durumu iyi olmayan fakir insanların daha çok fakirleşmesinin önüne geçilmiş oluyor.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde namaz ile birlikte zikredilen ancak günümüzde diğer ibadetlere göre biraz daha arka plana atılan zekât ibadeti ile ilgili İLKHA’ya önemli açıklamalarda bulunan Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Ünverdi, zekâtın toplumsal barışa ve birlikteliğe neden olan bir ibadet olduğunu söyledi.
“Zekât hakkıyla verildiği zaman toplumda denge sağlanabilir”
Dinimizde bütün ibadetlerin bir hikmeti olduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirten Ünverdi, “Yani ibadetlerin bir amacı vardır. Hiçbir ibadeti Cenab-ı Allah insanlara zorluk olsun diye veya sırf bir emirde bulunmak için insanlara yüklemiş değildir. Namazla beraber Kur’an-ı Kerim'de en çok anılan ibadetlerden bir tanesi olan zekâtın da şüphesiz bir hikmeti vardır. Zekâtın burada en önemli diyebileceğimiz hikmeti zenginle fakiri yaklaştırması, bir toplumsal bütünlüğe ve barışa hizmet etmesidir. Toplumsal barışın sağlanması noktasında İslam’ın bir amacı olduğunu görürüz. Örneğin; nasıl ki cemaatle camide namaz kılmak olsun, hac ibadeti de rengi, dili, ırkı ne olursa olsun herkesi bir araya getirir. İslam insanları bir pota içerisinde eritmek ister. Bu bağlamda zenginle fakiri birleştirmenin en önemli yolu maddi birikimi paylaşmaktır. Şüphesiz bazı insanlar yoksul bazı insanlar da varlıklı olacaktır. İnsanlar, varlığını paylaştığı zaman yani belli bir kısmını verdiği zaman elbette ki toplumda bir denge sağlanmış olacaktır. Zekâtın hakkıyla verilmiş olması yani zekât hakkıyla verildiği zaman toplumda denge sağlanabilir.” dedi.
“Zekât sadaka gibi değildir”
Zekâtın İslam’ın beş şartından biri ve farz olduğunu aktaran Ünverdi, “Zekât sadaka gibi değildir. Sadaka insanın içinden geldiği gibi istediği şekilde, istediği miktarda vermiş olduğu bir yardımdır. Sadakanın bir ölçüsü yoktur. Zekât insanın gönlünden gelmesi gereken bir ibadet olmasıyla beraber farz bir ibadettir ve nasıl ki namaz beş vakitle sınırlandırılmış bir ölçüsü vardır, aynen onun gibi belli kuralları vardır. Kimin ne kadar mal varlığı varsa onun o kadar zekât vermesi gerekir ki bu ibadet yerine gelsin. Örneğin; yüz bin lira mal varlığı olan birinin bu miktarın yüzde iki buçuğu olan iki bin beş yüz lira verme durumundadır. Bunu tam değil de bin beş yüz liraya düşürdüğü zaman tıpkı beş vakit namazı tam kılmaması gibi eksik bir ibadet olur. Fazlasını verebilir ama azını veremez, zekâtın farkı budur. Kişi namazda vakti arttıramaz ama nasıl ki nafile namaz kılabilir, bunun gibi yüzde iki buçuk değil de yüzde beş verebilir.” ifadelerini kullandı.
“İslam; zekâtı yoksulun hakkı olarak kabul ediyor”
Ünverdi, yoksulluğun yaygın olduğu durumlarda zekâtın miktarını arttırmakta fayda olduğunu ifade ederek, şunları aktardı:
“Bu rakamın üstüne çıkıp daha çok paylaşımcı olmak gerekir. İslam; zekâtı yoksulun hakkı olarak kabul ediyor. Yani bu zenginin lütfu veya bir ikramı değil, yoksulun hakkıdır. Hakkı olması, kişinin ödemesi gereken bir miktar olmasını gerektirir. Eğer lütuf olsaydı dilese verir dilese vermezdi. Bundan dolayı da Cenab-ı Allah zekâtı yoksulun hakkı olarak görüyor. Dolayısıyla nasıl ki hakların ödenmesi gerekir, zekât ibadetinin de yapılması gerekir. Nisap miktarı mala sahip olanların zekât vermesi kendilerine farz olmuş, üzerinde bir yükümlülüktür.”
“81 gram altını olan kişilerin zekât vermesi gerekir”
Zekâtın kimlere verileceğinin Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Süresinin 60’ıncı ayetinde açıklandığını belirten Ünverdi, “Zekât verilmesi gereken sınıflar nisap miktarı mala sahip olmayan kişilerdir. Nisap miktarı da kişinin zenginlik ölçüsüdür. Zenginlik ölçüsünü âlimler belirlemiştir. Duruma, zamana göre şartların değişmesiyle bu durum İslam âlimlerinin kararıyla da güncellenebilir. Diyanet İşleri Bakanlığı ve İslam âleminde kabul edilen yaklaşık 81 gram altındır. Yani bir kişinin borçlarını ve ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra 81 gram altını olan kişilerin zekât vermesi gerekir. Dolayısıyla bu kadar altını olmayan kişi zekât alabilir durumdadır. İşçi, memur, işi olan, işsiz olsun fark etmez. Bir kişi borçluysa ve asli ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa ona zekât verilebilir. Miskin, yoksul, yolda kalmış, kendini ilim öğrenmeye adamış kişilere nisap miktarı kadar mala sahip olmadıkları durumlarda zekât verilebilir.” şeklinde konuştu.
“Zekâtı verirken ihlâsı korumak ve zekât alan kişinin onurunu kırmamak gerekir”
Zekâtın samimi bir şekilde Allah’ın rızası gözetilerek verilmesi gerektiğini belirten Ünverdi, “Yani sağ elin verdiğini sol elin hissetmemesi anlayışıyla, o kişiye bunu hissettirmeden, hatta zekat olduğu bile söylenmeden, bir hediyeymiş, ikrammış gibi verilmelidir. Zekâtı verirken ihlâsı korumak ve zekât alan kişinin onurunu kırmamak gerekir.” diye konuştu.
“Zekât; toplumsal barışa sebep olan bir ibadettir”
Zekâtın en güzel sosyal yardımlaşma olduğundan dolayı toplumsal bir ibadet olduğuna işaret eden Ünverdi, “Tarihte toplumların iç çatışmalara, huzursuzluklara, fitneye kapıldıkları dönemlere bakıldığında özellikle ekonomik bakımdan büyük uçurumların olduğunu fark ediyoruz. Ne zaman ki bir toplumda zenginler ve fakirler var, orta sınıf insanlar yok denecek kadar azsa ve toplumun bu şekilde şekillendiği dönemlerde toplumsal bir infialin, toplumsal bir huzursuzluğun olduğunu görüyoruz. Bu anlamda zekât; Cenab-ı Allah’ın bu dünyada lütuf ettiği malı mülkü paylaşmaktır. Zekât malı arındırır. Yani gözü o malda olan yoksulun gözünü alır, insanların nazarından korur. Kişinin ticaretinde malının bir kısmına haram karışmış olabilir. İşte zekât; o malın haram olan kısmını temizler. Zekât; malı tam manasıyla temizleme görevi görür. Zekât; toplumsal barışa sebep olan bir ibadettir. Zekâtın hakkıyla verildiği durumda inanıyorum ki yoksulun başkalarına ihtiyaç duymayacak bir şekilde hayatlarını inşa edebilir. Zengin fakirin duasını alır ve fakirde ihtiyaçlarını karşılayabilir. Burada hassas olan nokta ise zekâtın azaltılmaması hatta gerekirse arttırılması ve bunun her yıl yapılmasıdır. Bizim toplumuzda özellikle zekâtın ramazan ayında verilmesinin böyle bir esprisi de vardır. Çünkü insanlar, ramazandan ramazana çok rahat bir biçimde zekâtlarını hesaplayabilirler. Zekât için ramazan ayını zaman olarak belirlemek bir karmaşıklığın giderilmesini sağlar.” şeklinde konuştu. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.