Yapıcıoğlu: "Faillerin tutuklanmaması 28 Şubat’ın etkilerinin devam ettiğini gösterdi"
Partisinin Konya İl kongresinde konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, 28 Şubat faillerinin tutuklanamamış olması, "bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat’ın etkilerinin devam ettiğini gösterdiğini söyledi.
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, partisinin Konya 1’inci Olağan İlk Kongresinde, iç ve dış gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
HÜDA PAR Konya İl Teşkilatı 1’inci Olağan Kongresini, HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun katılımıyla gerçekleştirdi. Tek listeyle gidilen kongrede mevcut başkan Mehmet Zülfü Tan güven tazeleyerek yeniden il başkanı seçildi.
Kongrede konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye yönelik yaptığı saldırı, Filistin’de devam eden "Toprak Günü" direnişi, İslam ülkelerinin yöneticilerinin Ümmet coğrafyasındaki tabloya bakışları/tavırları, asgari ücret, vergi yükü, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, 28 Şubat davasının yansımaları, güvenlik soruşturmaları, artan suç oranları, çocuklara yönelik cinsel istismar ve erken yaşta evlilik gibi birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu.
Emperyalistlerin oyunlarını görerek onlara karşı yapılacak en büyük savunmanın Müslümanların birliğini İslam ülkelerinin beraberliğini sağlamak olduğuna, küresel zulme karşı topyekûn bir direniş, bir itiraz yükseltmek gerektiğine dikkati çeken Yapıcıoğlu, basiretsiz yöneticilerin birbiriyle uğraşmalarından dolayı her gün biraz daha güçsüz düşüldüğünü söyledi.
Ameliyat önlüğü üzerinde, serumlar takılı vaziyette, bileğinde kelepçeyle ameliyathaneye giren kolon kanseri Şeyhmus Alpsoy’a isim vermeden değinen Yapıcıoğlu, 28 Şubat davasında 21 kişinin müebbet hapse mahkum edildiği halde "sağlık durumları tutuklanmaya elverişli değildir" gerekçesiyle salıverilmelerinin kişiye göre adalet işleyişi olduğunu belirtti.
Parti programlarında, uluslararası sistemin özellikle Birleşmiş Milletlerin ve onun Güvenlik Konseyinin adalet getirmeyeceğini söylediklerini ifade eden Yapıcıoğlu, “Memlekette ve dünya üzerinde manzaraya baktığımızda maalesef adaletin göç ettiğini, zulmün ayyuka çıktığını, insanların zulmün öğütücü çarkları arasında inim inim inlediğini müşahede ediyoruz. Dünyada öyle bir sistem kurulmuş ki, bir zalim dünyanın en büyük zulmünü işlese, bu güvenlik konseyinin daimi üyelerinden herhangi bir tanesi onun dostuysa, veto hakkını kullanarak onun aleyhine karar alınmasını engelleyebilir.” dedi.
“Uluslararası sistem, emperyalist sisteme hizmet etmeye devam ediyor”
Emperyalistlerin oyunlarını görerek onlara karşı yapılacak en büyük savunmanın Müslümanların, İslam ülkelerinin birliği, beraberliği oluşturmak olduğunu, küresel zulme karşı topyekûn bir direniş, bir itiraz yükseltmek olduğuna dikkati çeken Yapıcıoğlu, “Bunun en çarpıcı örneklerden bir tanesi şüphesiz ki, siyonist katil sürüsünün, terör çetesinin 1917’de İngilizler tarafından Filistin topraklarının işgaliyle başlayan zulümleri devam ediyor. Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan bu yana bu siyonist terör çetesini geriletecek, onların zulümlerini durduracak herhangi bir faaliyete hiç kimse şahit olmadı. Uluslararası sistem, emperyalizme hizmet etmeye devam ediyor. O emperyalistler bizim topraklarımızı karıştırmak, evlatlarımızı birbirine kırdırtmak, zenginliklerimizi talan edip götürmek için oyun üzerine oyun çeviriyorlar, bizi sürekli birbirimize düşürmenin hesaplarını yapıyorlar. Çare, emperyalistlerin bu oyunlarını görerek onlara karşı gücümüzü birleştirmek iken, İslam ülkelerinin ittihadı iken, hatta birlik oluşturduktan sonra gayrimüslim olan ama emperyalistler tarafından zulme maruz kalan diğer milletleri de kendi etrafında toplayıp, küresel zulme karşı topyekûn bir direniş, bir itiraz yükseltmek gerekirken; maalesef İslam ülkelerinin gaflet içerisindeki yöneticileri çareyi emperyalistlerden herhangi birisine eklemlenmek onun desteğini yanına alarak kardeşine zulmetmek suretiyle bir çıkış yolu araması şeklinde tezahür ediyor. Böyle basiretsiz yöneticilerin elinde İslam ülkeleri, her gün birbiriyle uğraşmaktan biraz daha güçsüz düşüyor, biraz daha zayıf düşüyor. Her gün İslam coğrafyasının ayrı bir bölgesinde yeni karışıklıklar çıkıyor, kan dökülmeye başlanıyor, mevcut savaşlar, çatışmalar, huzursuzluklar biraz daha derinleşiyor ve zulümden payını alanların sayısında artış yaşanıyor.” ifadelerini kullandı.
ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye yönelik saldırısı
“Daha önce diğer meselelerde Amerika, İngiltere, Fransa veya Çin veto hakkını kullanarak adım atılmasının önüne geçtiğinde Uluslararası küresel emperyalizm harekete geçiyor mu?” diye soran Yapıcıoğlu, “Yanı başımızda Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden bir katliam var. Malumunuz önceki gün sabaha karşı Miraç Kandili gecesi bu bahsettiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi 5 üyesinden 3’ü, yani Amerika, İngiltere, Fransa; Suriye’ye bir saldırı düzenlediler. Gerekçe ne? Oradaki yönetim, Şam’ın yakınlarındaki Duma denilen bölgede muhaliflere, sivillere karşı kimyasal silah kullandı. Bakınız kimse yanlış bir tarafı çekmesin. Esad kimyasal silah kullanmak savaş ahlakına, hukukuna aykırıdır diye bundan imtina edecek bir tıynette değildir. Esad zulmün her türlüsünü yapmıştır, bundan sonra da fırsat bulduğunda yapmaya devam edecektir. Birileri bu söylediklerimizi o katile, o zalime destek olarak algılanmasın. Bunu peşinen söyledikten sonra, dikkatleri şu noktaya çekmek istiyorum. Orada kimyasal silahın kullanıp kullanamadığını araştırmak için bir komisyon kurulması önerildi ama Esad’ın dostu Rusya, daimi üye sıfatıyla veto hakkını kullandı, oraya birleşmiş milletlerin araştırma yapacak komisyonunun gönderilmesinin önüne geçti. Ne oldu peki? Daha önce diğer meselelerde Amerika, İngiltere, Fransa veya Çin veto hakkını kullanarak, o adımın atılmasının önüne geçtiğinde uluslararası küresel emperyalizm harekete geçiyor mu? Hayır. Ama bunlar, ‘madem biz 3 daimi üye olarak bir araya geldik, güvenlik konseyinden karar çıksa da çıkmasa da biz adım atarız.’ dediler ve gittiler vurdular. Gözden kaçmaması gereken husus. Birileri zannediyor ki, Amerika, İngiltere ve Fransa orada katledilen masumlara acıdılar, onların daha fazla katledilmesinin önüne geçmek için gidip Suriye’yi vurdular. Öyle mi?” dedi.
“Kitle imha silahlarının en dehşetlilerinden bir tanesini şehirlerin göbeğine atan, iki şehrin insanlarını yok eden Amerika mı insanlığın vicdanının tercümanı?”
Yapıcıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “2011 yılından bu yana Suriye’de 1 milyon insan öldü ve bu 1 milyon insanın birkaç 100 bini bahsettiğim kişilerin bombalarıyla öldürüldüler. Öyle değil mi? Dünyada iki kez adına ‘Dünya Savaşı’ denmeyi hak edecek savaş çıktı. Dünya birbirine girdi. Nerede çıktı bu savaşlar? Bu bahsettiğimiz daim ülkelerin dâhil olduğu savaşlar değil mi? Afrika’da 100 milyonlarca insan öldürüldü, köleleştirildi. Avrupa’nın göbeğinde iki Dünya Savaşı’nda 100 milyon insan öldü. Japonya’nın iki şehrine iki tane atom bombası atıldı. Kim yaptı bunları? Müslümanlar mı? Veya Afrika’da yaşayan farklı dinlere mensup o gariban insanlar mı? Kendilerine medeni diyen dünyaya nizam vermeye çalışan o sırtlan sürüsü değil mi bütün bunları yapan? Şimdi çıkmışlar diyorlar ki, ‘Esad zulmediyor halkına, bizde bu zulme engel olmak için orayı vurduk, bombaladık.’ Hadi onlar söylüyor. Onlar; ‘biz siyonizmin önünü açmak için, siyonist katil terör çetesinin güvenliğini sağlamak için bunu yaptık’ diyecek halleri yok. Peki, bize ne oluyor? Biz ‘insanlığın ortak vicdanının tercümanı olan bir harekât’ diyoruz. İnsanlığın vicdanının tercümanı olmak… İnsanlığı katleden, kendi menfaati için milyonların ölümüne neden olan, kitle imha silahlarının en dehşetlilerinden bir tanesini şehirlerin göbeğine atan, iki şehrin insanlarını yok eden Amerika mı insanlığın vicdanının tercümanı?”
“Ümmet meselelerinin çözümünü emperyalistlere havale etmeyin”
Burada İslam ülkelerinin yöneticilerine önemli bir çağrıda bulunan Yapıcıoğlu, “Biz emperyalistlerin bu oyunlarının görülmesini istiyoruz. Ve diyoruz ki başından beri, Suriye’de sistemin zulmünden dolayı inim inim inleyen insanların bu zulümden kurtulması, 7 yıldır 1 milyona yakın can kaybının sona ermesi, akan kanın durması için, mütemadiyen bir çağrıda bulunuyoruz. Diyoruz ki, Allah rızası için, ey Rabbim Allah’tır diyen, ey aynı kıbleye yönelen insanlar, İslam ülkelerinin yöneticileri; bir araya gelin bu kanı durdurun. Ve ne olur bu meselenin çözümünü emperyalistlere havale etmeyin. Onlar bu meseleyi çözmez, çözmek istemez. Akan kanın durmasını istemezler. Bu çatışmanın, bu savaşın biraz daha derinleşmesini isterler. Oradaki fitne daha da büyüsün bir mezhep savaşına dönüşsün isterler veya oradaki fitneyi şu veya bu kavme mensup insanlar arasındaki savaş gibi lanse edip, 100 yıl sürecek savaşların önünü açmak istiyorlar. Niçin? Çünkü onların gerçekten dostluk gösterdikleri siyonistlere göre kendilerine vadedilmiş topraklar olan Nil ile Fırat arasının, kendilerine direniş gösterecek insanlardan arındırılmış bir hale gelmesini istiyorlar. Yapmayın bunu. Ciğeri kediye teslim etmeyin. Sırtlandan çoban olmaz. Koyunları kurda teslim etmeyin diyoruz. Birileri bizi şu veya bu safta yer almakla itham ediyorlar. Varsın söylesinler. Biz kınayıcının kınamasından korkacak değiliz. Hakkın hatırı âlidir, biz onu hiçbir hatıra feda etmeyiz. Doğru bildiğimiz şeyi söyleriz ve adaletin yeniden tesis edilmesine, buraya götürecek adımlar atmaya çalışırız. Zikzak çizmeyiz birileri gibi. Daha dün ‘10 bin km öteden gelen Amerika’nın burada ne işi var?’ diyenler gibi. Dün öyle deyip bugün de bu son yaptıkları saldırıyı alkışlamayız. Biz dün de diyorduk 10 bin km öteden gelen Amerika’nın burada ne işi var? Bugün de diyoruz ve emin olun ki yarın da bunu söylemeye devam edeceğiz.” ifadelerine yer verdi.
“Filistin’deki kardeşlerimizin sorunlarını artık gündemimizden çıkardık”
Herkesin kendi sorunlarıyla boğuştuğunu ve Filistin’in gündemden çıkarıldığını hatırlatan Yapıcıoğlu, “Bizi öyle bir hale getirdiler ki, Filistin’deki kardeşlerimizin sorunlarını artık gündemimizden çıkardık. Bakın orada haftalardır Gazze sınırı boylarında yürüyüşler yapılıyor. Ve sürekli siyonist katil sürüsü oradaki kardeşlerimizi saldırıyorlar saldırarak her gün yeni şehitler veriyoruz. Şehitlere her gün yenileri ekleniyor. Peki, bunu konuşan var mı? Siyasetin gündeminde bu var mı? Bitti. Herkes kendi derdine düşmüş, herkes kendi sorunlarıyla meşgul dolayısıyla Filistin’in Müslümanların gündemi olmaktan çıktı.” diye konuştu.
“Gelir dağılımında adalet var mı?”
Asgari ücret, vergi ve gelir dağılımındaki adaletsizliklere değinen Yapıcıoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Geçenlerde büyüme rakamları açıklandı Türkiye 2017 yıllarında yüzde 7.4 büyümüş. Peki, bu büyümeden, bu refahtan toplumun alt tabakaları hissesini alıyor mu? Yani gelir dağılımında adalet var mı? Yine devletin resmi istatistik rakamları ortaya koyuyor ki, bankalarda milyonun üzerinde hesabında parası olan insanların sayısında artış olmuş zenginliğimiz artmış. Ama aynı zamanda fakirlerimizin sayısı da artmış. Asgari ücret 1603 TL, açlık sınırı ne? 4 kişilik bir aile için gıdaya harcanması gereken miktar ne kadar? 2 bin TL civarında o da bu son zamanlardan önceydi. Şimdi akaryakıta zam geldi, yarın iğneden ipliğe her şeye zam gelecek. Bunu anladık. Siz vatandaşa diyorsunuz ki, ‘açlık sınırının altındaki bir gelir ile siz idare etmeye çalışın. Çoluk çocuğunuzu geçindirin, karınlarını doyurun.’ Eskiden kölelik sisteminde büyük arazi sahipleri çalıştırdıkları kölelerin karnını doyururlardı. Aç bırakmazlardı onları. Neden? Çünkü aç kalırsa tarlada iyi çalışamayacak. Şimdi diyor ki, ‘ben sana üç-beş kuruş vereceğim. Sen istersen aç kal, ister git hırsızlık yap, istersen çöpten ekmek topla.’ Yani modern kölelikten beter bir hal. Sadece bu mu? Hayır. O ‘bin 603 TL’nin yarısını vergi olarak alacağım’ diyor. Şimdi birileri çıkıp diyebilir, ‘insaf asgari ücretin yarısı vergi olarak mı alınıyor’ siz sadece asgari ücretten vergi adı altında peşin kesilen parayı vergi olarak değerlendirmeyin. Mesela asgari ücretli telefona konuşmuyor mu? Ödediği telefon faturasının yüzde kaçı vergidir. Mesela asgari ücretli elektrik yakmıyor mu karanlıkta mı oturuyor? Evinde buzdolabı yok mu? Telefonunun şarjı bittiğinde telefonu şarj etmiyor mu? Peki faturanın ne kadarı vergi? Asgari ücretli işe gitmek için, çocuğunu okula göndermek için toplu taşımayı kullanmıyor mu? Şehir merkezinde çalışan asgari ücretli şehir merkezindeki evin kirasını ödeyebiliyor mu? Yoksa şehrin kıyısında oturuyor belki 1-2 araba değiştirerek işe gidip geliyor. Peki, o ulaşıma verdiği paranın yarısından fazlası vergi değil mi? Bunu çoğaltabilirsiniz niçin bunları söylüyorum? Bunları herkesin anlayabileceği bir şekilde ifade ediyorum? Çünkü Türkiye’de devletin kasasına giren her 100 TL vergiden 70 lirası böyle dolaylı bir şekilde toplanan vergiler. Yani direkt kaynaktan, gelirden, maaşından kesilen vergiler değil. Sizin vergi adaletiniz bu mu?”
“Türkiye’nin altını üstüne getiren 28 Şubat sürecinde fatura 21 kişiye kesildi, bu kadar mı?”
Geçen cuma günü Ankara’da görülen 28 Şubat davasına da temas eden Yapıcıoğlu, “Cuma günü Ankara’da bir dosya karara çıktı. 28 Şubat davası olarak bilinen bir dava. Savcı sanıklardan 60 tanesinin müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasını istemişti. Cuma günü dosya karara çıktı. 21 kişiye önce ağırlaştırılmış müebbet cezası verdiler, sonra iyi hallerinden dolayı bunu müebbet hapis cezasına çevirdiler. 60 küsur kişi de beraat etti. Buraya kadar bir şey demiyoruz. Aslında denecek çok şey var da ama hadi demeyelim. Bu Türkiye’nin altını üstüne getiren 28 Şubat sürecinde fatura 21 kişiye kesildi bu kadar mı? Hadi diyelim bu kadar. Peki, bu müebbet hapis cezası alan 21 kişi hakkında tutuklama kararı verildi mi? Yok. Neden? Gerekçe şu, ‘bunlar yaşlı, yaşları ilerlemiş ve sağlık durumları da iyi değil.’ dediler.
Ben buradan soruyorum cevabını almak için değil cevabını biliyorum çünkü. Bu kişiler ceza alacaklarını biliyordu da önceden hastanelere müracaat edip sağlık raporlarını mı aldılar? Hayır. Peki, o mahkemelerde görev yapan hâkimler aynı zamanda hukuk eğitiminden önce tıp eğitimini almışlardı da böyle muayene bile etmeden sadece gözlerine bakarak o kişilerin hasta olduklarını mı anladılar? Yine hayır. Öyleyse bu nasıl bir gerekçe? Basından takip etmişsinizdir ameliyat önlüğü üzerinde, serumlar takılı vaziyette ama bileğinde kelepçeyle ameliyathaneye giren bir kanser hastası vardı. ‘Sağlık durumları tutuklanmaya elverişli değildir’ dediğiniz kişiler o ölümcül hastalığa yakalanan ve hastalığı ilerlemiş kişiden daha mı hastaydı? Değildi. Sivas davasından dolayı içerde olan Ahmet Turan Selçuk isimli bir pir-i fani vardı. Yaşı 84 ve halen içerde. Şimdi bir daha sorayım. O ‘yaşlarından dolayı tutuklanmaları doğru değildir’ dediğiniz kişilerin yaşı 84’ten fazla mı? Ahmet amcadan daha mı yaşlı bunlar? Şimdi biz çıkıp, memlekete adalet yok, adamına göre mahkemede karar çıkıyor dediğimizde, ‘yok canım nereden çıkarıyorsunuz’ diyenler oluyor. Her şey gözler önünde. Adamına göre muamele..” dedi.
“28 Şubat faillerinin tutuklanamamış olması, ‘bin yıl sürecek’ denilen 28 Şubat’ın etkilerinden bir tanesidir”
28 Şubat brifingli yargının hukuksuz bir şekilde ceza verdiği mağdurların halen cezaevlerinde olduğunu sözlerine ekleyen Yapıcıoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: “28 Şubat döneminin failleri, o darbe sürecini işletenler, batı çalışma grubu diye grup kuranlar, seyyar satıcıya kadar insanları fişleyenler, hakim-savcılara brifingler vererek, ‘bu memlekette birinci öncelikli tehdit irticadır, bölücülükten ve dış saldırılardan, dış tehlikelerden daha büyük bir tehlikedir, bunun önüne geçin.’ deyip İslami kimliği ile öne çıkmış insanları adeta yargı giyotinine gönderip cezaevine tıkayanlar; mahkemeler tarafından müebbet hapse çarptırılacak ama tutuklanmayacak. Onların brifing verdiği yargının zulmettiği insanlar ise halen cezaevinde kalmaya edemeyecekler. Adalet bu mu yani? Sizin defterinizde, kitabımızda adaletin karşılığında böyle bir tanım mı var? 28 Şubat sadece o zulümlerle kalmadı. Hani birileri ‘bin yıl sürecek’ diyordu. Halen etkileri devam ediyor. İşte 28 Şubat faillerinin tutuklanmamış veya tutuklanamamış olması da belki bunun etkilerinden bir tanesidir.”
Çocuklara yönelik cinsel istismar suçu
Çocuklara yönelik cinsel istismar ile ilgili yasal değişiklik çalışmalarına değinen Yapıcıoğlu, “Son günlerde gündemde olan hususlardan bir tanesi de şu, ‘çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarından cezaları arttıralım.’ 6 bakanlık üzerine çalışarak meclise sevk etti. 40 yıla kadar hapis cezası. Evet, gerçekten bir çocuğa cinsel istismarda bulunacak kadar alçalan birisine daha ağır cezalar da verilebilir. Fakat gözden kaçan bir şey var. Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı bir özeleştiride bulundu. Dedi ki, ‘biz zina konusunda yanlış yaptık. Bu bir özeleştiridir’ dedi. Evet, gerçekten 2005 yılında yürürlüğe giren 2004 yılında hazırlanan bir ceza kanunu var. O tarihe kadar Türkiye’de zina yarım-yamalak bir tarifle de olsa suç sayılıyordu. Feminist kadın derneklerinin baskısıyla ve bazı marjinal sol grupların baskısıyla zina suç olmaktan çıktı. Bu toplum Müslüman. Zina da kebair günahlardan. O kadar büyük ki, Rabbimiz bize ‘zinaya yaklaşmayın’ diye uyarıyor. Yani yapmayın demiyor, zinaya yaklaşmayın diyor. Şimdi memlekette insanları o büyük günaha yaklaştıracak olan her şey serbest, doğru mu? Televizyonlar bunu yapıyor, gazeteler bunu yapıyor, internet en iğrencini yapıyor. Bazı STK’lar bunun yaygınlaşması için açıktan faaliyet yürütüyor. Biz bu Müslüman halk adına, bu yapılanlara, bu düzenlemelere itiraz ettiğimizde diyorlar ki, ‘yahu medeni dünyada bunlar suç değil. Karşılıklı rıza varsa kime ne, siz de karışmayın. Buna yaklaşmayacak olan yaklaşmasın.’ Yani yaptıkları şey, bir haramı, bir kebairi serbest hale getirmek.” dedi.
“Memleketimizde erken yaşlarda evlilik, bir sosyal gerçektir”
Erken yaşta evlilik konusuna da açıklık getiren Yapıcıoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Şimdi diyorlar ki, biz bir de helal olan bir şeyi yasak hale getireceğiz ve çok ağır cezalar getireceğiz. Nasıl? Memleketimizde erken yaşlarda evlilik, bir sosyal gerçektir. Doğru mu? 16-17 yaşındaki gençler evleniyor mu memlekette? Evet evleniyor. 18 yaşından küçük olanları, çocuk kabul ediyor bizim memleketin kanunları. ‘18 yaşından önce evlenemezsin, evlenirsen ben seni çocuk istismarcısı olarak yargılayacağım ve çok ağır cezalar vereceğim’ diyor. Neden? Çünkü o kişi çocuk. 18 yaşından küçükse çocuk. Neye göre çocuk? Şimdi bir önceki Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül evlendiğinde onun eşi Hayrunnisa Gül hanımefendi 15 yaşındaymış. Bugün olsa o evlilik, Sayın Abdullah Gül cezaevinden çıkamazdı. Belki ömrü yetmezdi cezaevinden çıkmaya. Şu anda 18 yaşından küçük birisiyle isterseniz bu 18 yaşını doldurmasına üç gün kalmış olsun, birisiyle evlenen kişi istismarcı sayılıyor ve cezaevine atılıyor. Şimdi siz bırakın 18 yaşındakini, 10-11 yaşındaki çocuğun uygunsuz görüntülerle karşılaşmaması için bir filtre uyguluyor musunuz internette? Hayır. Bunun tedbirini alıyor musunuz? Hayır. Onlara o görüntüleri gösteren ve görmelerine neden olan kişilere bir yaptırımınız, bir cezanız var mı? Yok? Her şey genci şehvetini kamçılayacak, o gence de diyeceksiniz ki evlenmek de yasak. Niye? Sen daha çocuksun. Madem o çocuk, o görüntülerin önüne geçsene. Evliliği zorlaştır, gelir düzeyi düşük olsun, işsizlik yükselsin, ahlaksızlık alabildiğince teşvik edilsin, ama evlenmek yasak. Sonra ne oluyor? Şu anda 20 bine yakın insan, cinsel suçlardan dolayı cezaevlerinde. Yetişkinlerde bu suçu işleme oranı yüzde 8 civarında iken, gençlerde bu oran yüzde 16.”
“Aile çökerse nesil yok olur”
18 yaş altında evlenmelerin suç olduğuyla alakalı atılan adımların ve yasanın yeniden düzenlemesi gerektiğini söyleyen Yapıcıoğlu, “Toplumu çökertiyorlar. Boşanmalar artıyor. Niçin artıyor? Geçim sıkıntısı var, maneviyat azalmış, ahlaksızlık serbest, zina suç olmaktan çıkmış. Evlenmiş insanların yüzde 40’ı boşanıyor. Her 10 çiftten dördü boşanıyor. Bunların yarısından fazlası ilk beş yıl içerisinde gerçekleşiyor. Birileri de diyor ki, dışardan saldırılar var. Hem dışardan hem içerden yapılan bu saldırı, maruz kaldığımız saldırıların en korkuncu, aile çökerse nesil yok olur. Buradan hükümete sesleniyoruz. Şu meclise sevk ettiğiniz tasarının ve sadece evlendiği zaman eşi 18 yaşından küçük olduğu için içerde olan 4 bin kişinin derdine bir çare bulun. Kızcağız evleniyor 18 yaşını doldurmasına birkaç gün kalmış veya 17 yaşında. Sonra bir şekilde hastaneye gitti, bir hamilelik yaşadı veya rahatsızlandı. Doktor bunu gördüğünde mutlaka bunu ihbar etmek zorunda. Veya doğum yapıyor birkaç günlük bebeği ile beraber hemen adliyelik oluyor. Ne oldu? ‘ben evliyim.’ Senin yaşın küçük evlenemezsin. Ama evlendim. Öyle mi nasıl evlendin? İşte biz karşılıklı olarak birimizi beğendik, ailelerimizde buna razı oldu düğün dernek evlendik. Bütün komşularımızda geldiler.’ Kızım senin aklın ermez, diyor bizim devlet baba. Dur bakalım senin baban sana kötülük yapmış. Gel bakalım kızın babası, sen kızını 17 yaşında evlendirirsin öyle mi? Hadi bakalım sen kodese, başka kim var? Bir de kocası var. Sen çocuğa cinsel istismarda bulundun. Onu da atıyorlar içeriye. 18 yaşındaki 19 yaşındaki o gencecik anneyi birkaç günlük, birkaç aylık bebeğiyle orada bırakıyorlar ve sonra, ‘bak sana yaptığımız bu iyiliği unutma ha, biz seni korumak için bunları yapıyoruz’ diyorlar.” dedi.
Aileyi Koruma Kanunu
Aile koruma kanununun çıkarılmasıyla boşanma oranlarında patlama olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, “İktidar Partisinin hukukçu vekillerinden bir tanesine dedim ki, hocam şu Aileyi Koruma Kanunu adı altında bir kanun çıkardınız ya, siz bu kanundan memnun musunuz gerçekten? ‘Ya hiç sorma başkanım hiç sorma.’ Peki, niye çıkardınız bu konunu? Dedi ki, ‘o dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından sorumlu bir bayan bakanımız -şimdiki bakan değil, bir Büyükşehir’in belediye başkanı- o ikna olmuştu. Sayın Cumhurbaşkanımızı da ikna etti. O da bize talimat verdi biz de yasayı çıkardık.’ Bu kadar basit mi? Toplumun köküne kibrit suyu dökecek, toplumu çökertecek bir yasa çıkarıyorsunuz, bir kişinin ikna olması ve bir kişinin tamam demesi yetiyor. Hiç mi görmezsiniz bunun tehlikelerini? Bakın siz o kanunu çıkardıktan sonra boşanmalar patladı. Aile içi şiddet de arttı. Siz engelleyemediniz artırdınız. Ailelerde dağılmaya yüz tuttu. Yetmiyor şimdi çocuğa cinsel istismar adı altında yeni bazı şeyler getiriyorsunuz. 10 şehrimize atom bombası atılmasından daha büyük bir tehlikedir bu. Yahu yapmayın Allah’tan korkun. Bunun tedbirini alın diye buradan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. Şu cinsel istismarla ilgili, bir de Aile Sosyal Politikalar Bakanlığının belirtmiş olduğu bir rakam var. Diyor ki, günde yaklaşık 4 bin şikâyet telefonu geliyor. Bu şikâyetlerden bin tanesi istismar iddiasıyla ilgili. Ama bu bin tanenin yaklaşık 15 tanesi gerçek, gerisi hep iftira. Yani siz bu getirmiş olduğunuz yasalarla bunların yüzde 98 buçuğunun iftira olduğunu bile bile, bu iftiralara maruz kalan insanların kendilerini temize çıkaracak imkânlarını ellerinden almak suretiyle hayatını karartacak bir kanun çıkardığınızda bu topluma iyilik yaptığınızı düşünmeyin. Böyle bir kanun çıkardıktan sonra bu kanunun ilk mağdurları siz de olabilirsiniz.” şeklinde konuştu. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.