Yapıcıoğlu, Tarsus’ta STK temsilcileri ve kanaat önderleriyle iftarda buluştu
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Tarsus’ta partisinin İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar programında STK temsilcileri ve kanaat önderleriyle buluştu.
Partisinin Tarsus İlçe Başkanlığının STK temsilcileri, kanaat önderleri ve partililere verdiği iftar yemeğine katılan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılara dikkat çekerek, bu sıkıntılardan kurtulmak için İslam Birliğine ihtiyaç olduğunu, İslam Birliği için ise bunun olacağına inanılması gerektiği söyledi.
Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan iftar programında konuşan Yapıcıoğlu, Ramazan ayı dolayısıyla gittikleri hemen hemen her iftar programında farklı İslam beldelerinde kimi Müslümanların iftar edecek yiyecek bir lokma, hatta temiz su bulamadıkları gerçeğini dile getirdiklerini söyledi.
“Maalesef birçoğumuzun da bu meselelerden haberi bile yok”
Yapıcıoğlu, “Hemen her yerde dikkatleri çektiğim bir meseleye burada da dikkat çekmek istiyorum. Dünyanın farklı köşelerinde farklı İslam beldelerinde iftar edecek bir lokma bulamayan, hatta iftar edecek bir yudum temiz su bulamayan kardeşlerimiz var. Dün basına Birleşmiş Milletlerin bir raporu yansıdı. Temiz su kaynaklarına ulaşılamadığı ve tedavi edilemediği için Yemen’de kolera salgınından dolayı ölen insanların sayısı 600’ü aştı. Şu ana kadar 70 bin kişinin bu salgından etkilendiği, tedbir alınmazsa bu sayının kısa bir süre içerisinde 130 bini bulacağı Birleşmiş Milletler tarafından ifade ediliyor. Ama bana göre bundan daha acı olanı ise; hani şu sertçe eleştirdiğimiz, siyonizmin küresel çapta hizmetkârı olan ve dünyanın dört bir tarafında Müslümanların aleyhine alınan kararların altında imzası olan kurum var ya, onlar bile bu acı hakikatleri maalesef, ben Müslümanlardanım diyen ve Müslümanların derdi ile dertlendiğini iddia edenlerden daha önce dile getiriyor. Ve maalesef birçoğumuzun da bu meselelerden haberi bile yok. Bu, çok acı, kahredici bir durum.” ifadelerini kullandı.
“Gerçekten ümmet olabilseydik bu kadar kötü durumda olur muyduk?”
Teknolojinin ilerlediği, iletişimin hızlı olduğu böylesi bir dönemde dahi 1,5 milyarlık İslam âleminin birbirinin sorunlarından habersiz hale getirildiğini belirten Yapıcıoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Aslında habersiz değiliz ve bunları duyuyoruz. Ama bizleri o kadar meşgul ettiler ki, başlarımıza o kadar çoraplar örüp dolaplar çevirdiler ki, her birimiz kendi sorunlarımızdan dolayı başımızı kaldırıp kardeşimizle ilgilenmeye fırsat bulamadık. Yanı başımızda, Suriye’de 6 yıldır devam eden bir içi savaş var. Suriye’de nüfusun yarısından fazlası yer değiştirdi. 3 milyondan fazlasını ise biz misafir ediyoruz. Doğu Türkistan’da zulümler almış başını gidiyor. Orta Afrika’da bir süredir dinmiş olan çalkantılar yeniden başladı. Orta Afrika’da Hristiyanlar, Myanmar’da Budistler, Filistin’de Siyonistler, Doğu Türkistan’da Ateistler, Taoistler zulüm ediyorlar ve her tarafta zulme uğrayanlar Müslümanlar, Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti. Ama biz bundan habersiz, en acı olanı tepkisiziz. Biz gerçekten ümmet olabilseydik ve birbirimizin derdiyle dertlenebilseydik, birbirimizden haberdar olup birbirimizin yaralarına merhem olabilseydik bu kadar kötü durumda olur muyduk?”
“Firavunlara gücümüz yetmediği için de bu sefer bu gücü birbirimize karşı kullanmaya başladık”
Müslümanların, gücünü birliğinden, birliğini ise aralarında tesis edilmiş adaletten aldığını belirten Yapıcıoğlu, bu gücün devamı için Müslümanların birbirinin hakkına riayetten etmesinin esas olduğunu söyledi.
Yapıcıoğlu “Ölçülerimizi değiştirdiler. Bizim ölçümüze göre haklı olan güçlü iken, onlar bize ‘güçlü olan haklıdır’ fikrini empoze ettiler. Kim güçlü ise haklı odur, kuralı o koyar ve bu kuralı çiğneyenleri de istediğinde cezalandırır fikrini bize kabul ettirdiler. Firavunvari yapılarını tesis ettikten sonra bizden de bu güce tapmamızı istediler. Ve bir kısmımızı da taptırdılar. Ve öyle bir hale geldik ki, biz de elimize geçen gücü başkasını ezmek için kullanmaya başladık. Firavunlara gücümüz yetmediği için de bu sefer bu gücü birbirimize karşı kullanmaya başladık. Birbirimizin hukukunu çiğnedik ve birbirimize haksızlık ettik. Kardeşliğimiz bozuldu, birliğimiz dağıldı ve var olan gücümüzü kaybettik. Sonra bizi sofradaki küçük lokmalar gibi bir bir yutmaya başladılar.”
“Bu bizim en derin ve en ölümcül yaramızdır”
Gittiği her yerde Müslümanları içerisinde olduğu acziyeti dile getirdiklerini ve bu durumun birileri tarafından belki de yadırgandığını ifade eden Yapıcıoğlu, şöyle konuştu:
“Şu adamın bildiği başka bir şey yok mu? Gittiği her yerde hep aynı şeyleri söylüyor’ diyebilirsiniz. Ümmet bu halde olduğu müddetçe, müminler birbirine sırt çevirdiği, birbirine silah doğrulttuğu, birbiriyle kavga ettiği müddetçe, İslam beldelerindeki Müslümanlar birbirinin hakkını çiğnediği müddetçe; birliğimizi, kardeşliğimizi tesis edemediğimiz müddetçe biz bunu dile getirmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Bu bizim en derin ve en ölümcül yaramızdır. Tedavi edilmezse hepimizi beraber öldürecek bir yaradır. O yüzden gittiğimiz her yerde bu derdimizi dile getiriyoruz.”
“İslam Birliği için önce inanmak gerekir”
“Peki, nasıl olacak? Bu yaranın tedavisi, mümkün müdür?” diye soran kişilerle karşılaştıklarını belirten Yapıcıoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Rabbim rahmetiyle muamelede bulunsun, merhum Aliya İzzetbegoviç, 'İslam Birliği' ile ilgili olarak yaptığı bir sohbeti sonrası kendisine İslam Birliğinin oluşmasının şartları nedir diye soran bir gence; bu işin en önemli şartının bunun olacağına inanmak olduğunu söylemişti. Evet, işin sırrı buradadır. Önce bunun olacağına bizim inanmamız lazımdır.”
“Her Müslümanın bunu gündem etmesi gerekir”
100 milyondan fazla insanın ölümüne sebebiyet vermiş iki dünya savaşı çıkaran Avrupa devletlerinin ve neredeyse nüfuslarının yarısını katleden Almanya ve Fransa tek bayrak altında toplanabildiği ve aynı masada oturabildiği halde Müslümanların bunu yapamamasının önündeki en büyük engelin, vahdetin Müslümanların gündemine yeterince girmemiş olmasına bağlayan Yapıcıoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Nasıl o çok yıldızlı mavi bayrağın altında birlikte yaşayabiliyorlar? Nasıl ortak para birimine geçtiler ve şimdi de ortak ordu kurmaktan bahsediyorlar? Aralarındaki gümrük duvarlarını nasıl kaldırıp ortak ticaret yapabiliyorlar? Hz. Âdem’den bu yana dünya savaşı olarak isimlendirilen iki savaş oldu ve bu iki savaş da Avrupa’da oldu. Her iki dünya savaşında toplamda 10 yıl içerisinde 100 milyon insan öldürüldü. Bu, 10 yıl boyunca günde 25 bin insanın ölmesi demektir. Peki, sonra ne oldu? Sonra bir masanın etrafında toplanarak anlaştılar. Avrupa Birliğini kurdular. Onlar menfaatleri, ihtirasları için birbirinden bu kadar insan öldürdükten sonra bir araya gelerek anlaşabiliyorlarsa; iman ettiğimiz kitabımız Kur’an-ı Kerim bize kardeşler olmamızı emrederken, aramızda yüzlerce, binlerce bir olmamızı gerektiren sebepler var iken, aynı kıbleye dönüyorken, aynı Allah’a inanıyorken, aynı peygamberin ümmeti iken neden biz bir araya gelemeyecekmişiz? Merhum Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi önce bunun olabileceğine inanmamamız gerekir. Buna inandığımız gün en büyük adımı atmış olacağız inşallah. Bu yüzden sürekli olarak bunu gündemde tutma ihtiyacı hissediyoruz. Bunun da olabilmesi için farklı mezhepten, farklı meşrepten farklı meslekten farklı kavimden Müslümanın bunu gündem etmesi gerekir. Eğer bu, gündemimizde olur ve çokça konuşulursa inanıyorum ki, Müslümanların birliğinin olacağına inanan insanların sayıları artacak ve şu anda hayalmiş gibi görünen şey gerçekleşecektir.”
“Bize zulüm eden zalime bile, güç elimize geçtiğinde adaletle muamele etmekle mükellef tutulmuşuz”
Müslümanların birlik olabilmesinin ikinci şartının da birbirlerinin hakkına hukukuna riayet etmesi, birbirlerine karşı adil davranması olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, konuşmasını şöyle bitirdi:
“Biz öyle bir dinin, öyle bir inancının mensubuyuz ki, düşmanımıza bile adaletle davranmakla emrolunmuşuz. Bir topluluğa olan düşmanlığımız veya kinimiz bizi düşmanlığa sevk etmemeli diye uyarı almışız. Hatta bize zulüm eden zalimlere bile, güç elimize geçtiğinde adaletle muamele etmekle mükellefiz. Böyle iken, nasıl olur da Müslüman kardeşlerimize haksızlık etmeyi kendimiz için bir hak olarak görebiliriz? Şu mübarek arınma ayında bütün günahlarımızdan arınsak bile kul hakkının affedilmeyeceğini biliyoruz değil mi? Kul hakkına girmemek için mutlak suretle bir birimize adaletle davranmamız, birbirimizin hakkına hukukuna riayet etmemiz gerekir. Üzerimizdeki kul hakkını da ödemiş olarak bayrama ulaşmayı, şu Ramazan’da maddi manevi bütün hastalıklarımızdan ve kirlerimizden arınmış olmayı Rabbimizden niyaz ediyorum.”
Program yapılan duanın ardından son buldu. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.