Yeniden Sahnelenen Bir Oyun: Mezhep Kavgaları!
HÜR24- İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü, İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan'ın "Yeniden Sahnelenen Bir Oyun: Mezhep Kavgaları" adlı yazısı:
Dinlerin beşerî yönünü ifade eden mezhepler, dinî pratikte karşılaşılan kurumlardır. Farklı mezhepler arasında görüş ayrılıklarının olması doğaldır. Hatta aynı mezhep içinde de görüş ayrılıkları olabilmektedir. İnsanların birbirlerinden farklı düşünmeleri, okuduklarını ve gördüklerini farklı anlamaları beşer olmanın yansımalarıdır. Ancak mesele burada kalmamakta, bazı insanlar mensup oldukları mezhebe ait farklılığı dinin aslı kabul ederek başkalarının farklı düşünmelerine tahammülsüzlük göstermektedirler. Bu taassup içinde olan insanlar, genellikle mezhepleri hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip olmadıkları halde zarardan ve tefrikadan başka sonuç doğurmayacak bir tutumla mezhebî aidiyetlerini çatışma gerekçesi yapmaktadırlar.
Mezhep çatışmaları, genellikle sosyal, siyasî ve ekonomik kriz dönemlerinde artar. Siyasî otoritelerin nüfuz elde etmek için çatışma sürecini kullanmaları ve bazı din adamlarının bu hususta tahrikçi rolü üstlenmeleri, sorunu içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Siyasî otoritenin mezhepleri güç devşirme aracı olarak kullanmasının yanı sıra muhaliflerin de mezhebi farklılıkları karşı güç oluşturmak için kullandıkları bir gerçektir.
Son günlerde hortlatılan mezhep çatışmalarının uluslararası bir oyunun parçası olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Mezhep çatışmalarında gerek bölgemizdeki bazı yöneticiler, gerekse uluslararası aktörler mezhep çatışmalarına tamamen karşı olduklarını söyleseler de ateşi söndürmek için makul bir adım atmadıkları gibi, ayrılığı derinleştiren tehlikeli icraatlar ortaya koymaktadırlar.
Mezhep mensupları çatıştırılmak ve kullanılmak istendiğinde geçmişte meydan gelen hadiseler yeniden ısıtılarak insanların önüne konur. Tarihimizde mezhepçiliği körükleyici adımların fayda yerine zarar getirdiğine ve farklılıkları ayrılığa dönüştürdüğüne dair pek çok örnekle karşılamaktayız. Özellikle yöneticilerin tutumları, farklılıkları yaşadıkları döneme önemli bir ayrılık sebebi olarak taşımıştır. Geçmişte yaşanan mezhep gerginliğinin ve çatışmalarının İslâm ümmetine fayda getirmek yerine zarar verdiğini, fıtrî olan farklılıkları düşmanlık sebebi haline getirdiğini görüyoruz. Yanlış adımlar ve icraatlar, sadece belli bir mezhep kullanılarak değil, farklı mezhepler adına yapılabilmiştir. Örneğin Abbasi halifelerinden Mütevekkil (ö. 247/861)-daha önceki halifeler döneminde yaşanan çatışmaları ileri bir aşamaya götürerek- Hz. Ali evladına ve taraftarlarına şiddetli baskılar yapmış; hatta Şiîlerin ziyaret ettikleri Kerbela’daki türbeyi yıktırarak alanı tarım arazisine çevirtmiş ve burasının ziyaret edilmesini engellemiştir. Bu dönemde Ehl-i Beyt mensuplarından birçok kişinin hapse atıldığı da bilinmektedir. Ehl-i Beyt mensuplarına yönelik baskılar, Mütevekkil’den sonraki yöneticiler döneminde azalmış ya da ortadan kalkmışsa da insanların kendilerini diğer mezhep mensuplarına karşı konumlandırmalarını beslemiştir.
Derinleşen ayrılıklar bu ve benzeri uygulamalardan beslenmiş ve karşı uygulamalara zemin hazırlamıştır. Şiî bir hanedan olan Büveyhoğulları [iktidar yılları: m. 932-1062], Abbasî Devleti’nde yönetimi ele geçirdikten bir süre sonra kendi taraftarlarının hoşnutluğunu kazanmak amacıyla bazı uygulamalara imza atmışlardır.
Büveyhoğulları, Sünnî kabul edilen bir halifeyi tamamen görevden uzaklaştırmak gibi halkın tepkisini çekecek ve Ehl-i Beyt’in emrine girmelerini zorunlu kılacak bir tutum yerine halifeyi yerinde bırakarak devleti yönettiler. Bu süreçte Şiîlerin desteğini sağlamak amacıyla bazı icraatlar ortaya koydular ve bunları öne çıkardılar. Mesela bu dönemde Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından vasî ve veli olarak tayin edildiği iddia edilen 18 Zilhicce günü, hadisenin meydana geldiği yerin adından hareketle Gadîr Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır. Gadîr Bayramı’na alternatif olarak Sünnîler de bir hafta sonra Hz. Ebû Bekir’in Hz. Peygamber’le mağarada bulunduğu günün anısına Gâr [Mağara] Bayramı diye bir bayram ihdas etmişlerdir. Oysa Hz. Peygamber’le Hz. Ebû Bekir’in mağarada bulundukları tarih, kutlamanın yapıldığı tarihten birkaç ay sonradır.
Büveyhîler döneminde, 351 (962) yılında mescitlerin duvarlarına, “Allah, Muâviye b. EbîSüfyân’a, Fedek’i Fâtıma’dan gasp edene, Abbas’ı şûradan çıkarana, Ebû Zer el-Gıfârî’yi sürgün edene, Hasan’ın, dedesinin yanına defnedilmesine engel olana lanet etsin.” Şeklinde Ashâb’ın önemli isimlerinden bazılarına lanet ifadeleri yazıldı. Ancak bazı Sünnîler gece duvardaki yazıları silince ifadeler “İster evvelkilerden ister sonrakilerden olsun, Resûlullah’ın Ehl-i Beyti’ne zulmedenlere Allah lânet etsin” şeklinde yumuşatıldı.[1]
Büveyhîler, Kerbela’nın yıldönümlerini yas törenlerine dönüştürdüler. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinin matemi olmak üzere, dükkân ve çarşılar kapatılıp alış verişe son verildi. Helvacılar helva yapmaktan, aşçılar yemek pişirmekten, kasaplar hayvanları kesmekten, sucular su dağıtmaktan menedildi. Sokaklarda çadırlar kurularak, üzerlerine kıldan dokumalar asıldı. İnsanlar kıldan yapılmış elbiseler içinde ağlayarak hüzünlerini ortaya koydular. Kadınlar, saçları dağınık, yüzleri siyaha boyanmış bir halde, kendilerini/yüzlerine vurarak, elbiselerini parçalayarak, şehirde, cadde ve sokaklarda feryatlar içinde yürüdüler (h. 352/ m. 963). Aşura törenleri Şiîlerin Bağdat’ta Sokak ve caddeleri büyük bir yas ve matem atmosferi içinde dövünerek, feryatlar içerisinde kendilerine değişik şekillerde eziyet ederek yürümeleri ve adeta bir gövde gösterisinde bulunmalarıyla sınırlı değildi. Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki kabri başta olmak üzere Şiîlerin imamlarının türbeleri ziyaret edilip, feryatla ve belli bir makamla mersiyeler okunuyordu. Büveyhî hükümdarının kararı veya en azından onayı ile başlatılan Aşura merasimleri hemen hemen her yıl 10 Muharremlerde aynı minval üzere tüm Büveyhîler zamanında tekrarlanmıştır.[2]
Mezhepçiliğin en önemli dayanağı, tarihte meydana gelmiş olayların tekrar gündeme getirilmesidir. Örneğin Şiîler, Kerbela olayı vuku bulduğu sırada henüz günümüzdeki mezhepler doğmadığı halde özellikle Ehl-i Sünnet mensuplarını suçlayabilmektedirler. Elbette mutedil Şiîler de vardır; ancak genellikle taassupla hareket edenlerin tutumu belirleyici olmaktadır. Oysa Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesinde dönemin yöneticileri kadar kendisini Kûfe’ye davet edip yalnız bırakanların da sorumluluğu vardır. Ancak sorumlu kim olursa olsun geçmişte meydana gelen bu olayları güncel bir mesele gibi her gün yeniden gündeme getirmek ve insanların birbirlerine düşmanlık yapmalarının sebebi olarak sunmak, kötü niyetle yapılmıyorsa cehaletten kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, tarihte defalarca sahnelenen bu oyunun farkına varmalı ve oynanan oyunun figüranı olmayı reddetmelidirler.
Vuslat Dergisi, Sayı: 176
Dipnot
[1]. Bk. Ahmet Güner, "Büveyhiler Devrinde Bağdat'taki Kerbela/Aşure, Gadir Hum ve Benzeri Şii Uygulamaları", Uluslararası Kerbela Sempozyumu, I, 328-329.
[2]. Güner, I, 229-230.
Kaynak:Vuslat Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.