Yıldırım: "Statü sahibi olmak Kürdlerin de hakkıdır"

Yıldırım: "Statü sahibi olmak Kürdlerin de hakkıdır"
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun yaptığı “Kürd meselesine adil çözüm çağrısı”nı değerlendiren HDP Siirt Milletvekili Prof. Dr. Kadri Yıldırım, önemli açıklamalarda bulundu.

Her millet gibi Kürdlerin de kendi kendilerini yönetme ve statü sahibi olma haklarının olduğunu belirten Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım, “İslam dini kimlik, dil ve statü hakları bağlamında her millete eşit haklar tanımıştır.” dedi.

Kürd Meselesinin çözümü ve yaşanan hak ihlalleri hakkında HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun yaptığı “Kürd meselesine adil çözüm çağrısı”nı değerlendiren HDP Siirt Milletvekili Prof. Dr. Kadri Yıldırım, İlke Haber Ajansı'na önemli açıklamalarda bulundu.

İslam dininin kimlik, dil ve statü bağlamında her millete eşit haklar tanıdığını belirten Yıldırım, “Kendi kendilerini yönetme bağlamında statü sahibi olmak Arapların, Farsların, Türklerin ve daha başka Müslüman halkların hakkı olduğu kadar Kürdlerin de hakkıdır." İfadelerini kullandı.

"HÜDA PAR hiç çekinmeden 'Kürdistan' diyor"

Derin ve karanlık güçlerin uzun yıllar boyunca bölgede devam eden çatışma ortamının bitmemesi için çatıştırma tezgâhları kurduğunu ve bunda da bir ölçüde başarılı olduğunu ifade eden Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Aynı derin devlet fırsatını bulduğunda aynı şeyleri bundan sonra da yapmaktan çekinmeyecektir. Yani bu potansiyel risk devam etmektedir. Bu riski tamamen ortadan kaldırmak bölgede yaşayan taraflar siyasi ferasetle hareket etmeli hem din noktasında hem de Kürdlerin hak ve özgürlüklerinin talebi konusunda güven verici bir ortaklaşmaya gitmelidir. Böyle bir ortaklaşma hem Kürd halkı özelinde bölge için hem de ümmet için yararlı olacaktır. Ama bu feraset gösterilecek mi yoksa geçmişe takılıp kalınacak mı bilemiyorum. Müslüman bir Kürd akademisyen olarak araştırdığım kadarıyla Kürd sorunu bağlamında HÜDA PAR da hem teoride hem de pratikte cesur adımlar atmaktadır. Bunun müşahhas bazı örneklerini görüyoruz”

HÜDA PAR’ın Kürd ve Kürdistan kavramlarına bakış açısını değerlendiren Yıldırım, şöyle konuştu:

* HÜDA PAR hiç çekinmeden “Kürdistan” diyor ve tarihten miras kalan bu kavramı unutturmamaya çalışıyor.
* HÜDA PAR medreselerin Kürdlerin milli ve manevî kültürlerindeki yer ve önemine inanıyor ve medreselerin yeniden ihyasına çalışıyor.
* HÜDA PAR da gerek şahsiyet gerekse eser bakımından Kürd klasiklerine sahip çıkıyor.
* HÜDA PAR Kürdlere üniter yapı içerisinde makul bir statü hakkının verilmesini istiyor. Çünkü anadille eğitim ve statü hakları İslam’a veya ümmetçiliğe aykırı haklar değildir." dedi.
* HÜDA PAR anadille eğitim hakkını savunuyor ve Kürdçe basım yayım olgularına önem veriyor.

 

"HÜDA PAR’ın çağrısı önemsenmesi ve desteklenmesi gereken bir adımdır"

HÜDA PAR Genel Başkanı Yapıcıoğlu’nun yaptığı “Kürd meselesine adil çözüm çağrısı” açıklaması hakkında da değerlendirmelerde bulunan Yıldırım, çağrının önemsenmesi ve desteklenmesi gereken bir adım olduğunu söyledi.

Yıldırım, “Ancak altını çizmeliyim ki bu adil çözüm beraberinde eşitliği getirmelidir. Zira, Hazreti Peygamber (Aleyhisselam) bir hadisinde şöyle buyurur: ‘İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir.’ Eşitlik ile adalet birbirini tamamlayan ve aralarında sıkı ilişki bulunan iki kavramdır. Rağıb İsfahanî, 'Adalet, eşitliği gerektiren bir terim olup hakları eşit olarak vermek demektir.’ diyerek eşitlikle sonuçlanmayan bir adaletin adalet sayılmayacağını söylemektedir. Eşitliğin ‘denklik-aynılık' olduğunu ifade eden İsfahanî’nin bu tespitlerinden anlaşılıyor ki adalet eşitliği gerektirmektedir. Said-i Nursî de 'Sünuhat' adlı risalesinde 'Müsavatsız (eşitliksiz) adalet, adalet değildir.’ vecizesiyle eşitliği getirmeyen bir adaletin eksik olacağına dikkat çekmektedir. Ki bana göre bu müthiş bir tespittir. Ezilenler umut ve mutluluklarını eşitlikte görürler. Diktatör kişi ve yönetimler eşitliği kendileri için en büyük tehlike olarak görür ve bu kavramdan hiç hoşlanmazlar. Eşitlik ilkesinin uygulandığı yönetim sistemlerinde haklarının koruma altında olduğunu gören vatandaşlarda o sistemlere karşı güven duygusu gelişir, aidiyet duyguları kuvvetlenir, devletlerinin bekası için çalışır ve devletlerini savunma noktasında ellerinden geleni yaparlar. Oysa eşitliğin uygulanmadığı devletlerde, mağdur vatandaşlarda aidiyet duygusu zayıflar, devletleriyle sürekli problem yaşarlar." ifadelerini kullandı.

"Birbirinizi inkâr ederseniz birbirinize düşman olursunuz"

Kürd sorununun ortaya çıkmasında rol oynayan birçok faktör olduğunun altını çizen Yıldırım, çoklu millet yerine tek millet dayatmasıyla Kürd kimliğinin yok sayıldığını söyledi.

Yıldırım "İnsanların farklı etnik kimliklerle Allah’ın bir hükmü olduğu gibi bu kimliklerin olduğu gibi tanınması da Allah’ın emridir. Nitekim Hucurat Suresi’nin 13'üncü ayetinde Allah; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi farklı uluslara ve kabilelere ayırdık” buyuruyor. Bu ayette geçen tanımanın orijinali 'teârüf'tür. Tearüf bazılarının anladığı gibi 'tanışma' değil, karşılıklı tanımadır, yani etnik kimlik olarak tanınmadır. Üstad Said Nursî bu ayete açıklık getirirken şöyle der: 'Birbirinizi tanısanız birbirinizi seversiniz, birbirinizi inkâr ederseniz birbirinize düşman olursunuz.' Allah’ın yarattığı ve tanınmasını istediği farklı kimliklerden biri olan Kürd kimliği bugün, 21'inci yüzyılda bile tanınmak istenmemektedir." ifadelerini kullandı.

“Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı temel bir ilkedir"

"Kendi kendilerini yönetme bağlamında statü sahibi olmak Arapların, Farsların, Türklerin ve daha başka Müslüman halkların hakkı olduğu kadar Kürdlerin de hakkıdır.” diyen Yıldırım, konuşmasına şöyle devam etti:

“Uluslararası hukukta da ‘Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı’ temel bir ilkedir. Bu hakkın bazı uluslara tanınması, Kürdlerden ise esirgenmesi ne İslam Hukuku ile bağdaşır ne de Uluslararası hukukla. Kaldı ki bugün Kürdleri yöneten hükümet ve devletlerin ataları olan Selçuklular ve Osmanlılar kendi zamanlarında Kürdlere statü hakkı tanımış ve kıyamet kopmamıştır. Kazvinli Hamdullah Mustevfi'nin miladî 1340 yılında yazdığı "Nuzhetu'l-Kulûb" adlı kitabında yazdığına göre Selçuklular döneminde Sultan Sencer “Kürdistan Eyaleti” adıyla bir eyalet kurmuştur. Kürdistan Eyaleti'nin o günkü merkezi bugünkü Hemedan'ın kuzeyinde yer alan Bahar Kalesi idi.  Kürdlerin önemli bir nüfus oranına sahip olduğu Osmanlılar döneminde de Kürdistan'ın sabit kalmayan ve değişik süreçlerde değişen sınırları olduğunu birçok eserden öğreniyoruz.”

"İslam her millete eşit haklar tanımıştır"

İslam dininin kimlik, dil ve statü hakları bağlamında her millete eşit haklar tanıdığını ifade eden Yıldırım, kimilerinin kendilerini “ümmetçi” ve “muhafazakâr” olarak lanse ederek dillerini, kimliklerini ve statülerini öncelediğini, söz konusu Kürdlerin meşru hak taleplerine geldiğinde ise yan çizdiklerine dikkat çekti.

Yıldırım, “Böyle bir yanlış yaklaşım sanki ‘İslam bu hakları Kürdlere vermiyor ve Kürd hakları önündeki engel İslam’dır’ gibi bir şüphe uyandırmıştır. Bana göre bu anlayış, Kürdlerin kimi çevrelerinin nispeten İslam’dan soğumasının önemli bir nedeni ve Kürdlerin içinde bulunduğu durumun faturasının İslam’a kesilmesine neden olmaktadır. Kürd sorunu ümmetin sorunudur. Tabiat boşluk kabul etmez. Siz bu boşluğu İslam’ın sosyal adalet ve eşitlik prensipleriyle doldurmaktan aciz kalırsanız başkaları bu boşluğu kendi felsefe ve ideolojilerine göre dolduracaktır. " ifadelerini kullandı.

"İslami mefkûrede anadilin önemli bir yeri vardır"

"Çok dillilik yerine tek dilliliğin dayatıldığını ve Kürd dilinin tanınmadığını" söyleyen Yıldırım, "İnsanları farklı etnik kimlikler halinde yaratan Allah, bu kimlik sahiplerinden her birine verdiği farklı bir dilin aslında bir “ayet” olduğunu şöyle ifade etmektedir: 'Sizin çok dilliliğiniz Allah’ın ayetlerindendir.' Dolayısıyla Kürd dili de dâhil bir dili inkâr veya asimile etmek aslında Allah’ın bir ayetini inkâr ve asimile etmek anlamına gelmektedir. İslami mefkûrede anadilin önemli bir yeri vardır. Hazreti Peygamberin kendi zamanında verdiği anadille eğitim hakkı bağlamında Yahudiler “Beyt Midras” adı verilen dershanelerinde kendi anadilleriyle eğitim görüyorlardı. Onlara tek dil olarak Arapça dayatılmadı. Hazreti Peygamber mahkemelerde ‘anadille savunma’ hakkını da tanımıştır. Hadis kaynaklarında geçen bilgilere göre mahkemelik olan bir Yahudi'nin ifadesini kendi anadili olan İbranice vermesi için Hazreti Peygamber tercüman olarak Zeyd b. Sabit adlı sahabesini İbranice Tercüman olarak görevlendirmiştir.” şeklinde konuştu.

"Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan en çok Kürdler olumsuz etkilendi"

3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Eğitim-Öğretimin Birliği) Kanunu'ndan olumsuz etkilenenlerin en çok Kürd halkı olduğunu belirten Yıldırım, “Çünkü en az bin yıldır eğitim-öğretimini Kürdçe yapan ve zaman içerisinde müfredatına 8-10 Kürdçe ders kitabının da eklendiği Baba Tahir, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Said Nursî ve daha binlerce Kürd âlim ve aydının yetiştiği medreseler bir gecede kapatıldı.  Bununla da yetinilmedi, medrese mezunu ne kadar Kürd âlim ve şairlerin yazmış oldukları Kürdçe eser ve şiir divanları varsa hepsi yasaklandı. Bu eserler jandarma tarafından yapılan baskınlarla ele geçirilip yakıldı, bir kısmı ise yakılmasın diye sahipleri tarafından toprağa gömüldü. Bu eserlerde yıllar sonra çıkarıldığında maalesef artık okunamayacak durumdaydı. Kapatılan medreseler yerine alternatif olarak açılan imam hatip okulları ile ilahiyat fakültelerinde eğitim dili olarak Türkçe, mezhep olarak da Hanefilik üzerinden bir eğitim verildi. Böyle bir durumda da Kürdlerin hem dilleri hem de mezhepleri olan Şafiîlik asimilasyona maruz kaldı. Fakat Kürd halkı bu tehlikeyi sezdi ve bütün baskılara rağmen medrese eğitimine devam etmede ısrarcı oldu, Seyda ve Feqîlerine (hoca ve talebelerine) sahip çıktılar. " dedi.

"Kürdlere üniter yapı içerisinde makul bir statü verilmeli"

Türkiye’de yaşayan bütün halkların ve inançların saadeti ve Kürd sorununun çözümü için atılması gereken adımlarda reçetenin belli olduğunu belirten Yıldırım, sözünü şöyle bitirdi:

“Kürdlerin kimlikleri tanınmalı, anadille eğitim hakkı ve üniter yapı içerisinde makul bir statü verilmeli, bütün din ve inançlara özgür yaşama hakkı tanınmalıdır. Kürdlerin hakları için mücadele edenlerin ise İslam dinini karşılarına değil, yanlarına almalıdır. Bu bağlamda Üstad Said Nursî’nin öneri ve reçeteleri oldukça şifabahştır. Zaten kendisi bu reçetelere “Reçetetü’l-Ekrad” (Kürdlerin Reçetesi) adını vermiştir. Üstad, 5 Aralık 1908 yılında Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nde yayımlanan Kürdçe bir makalesinde Kürdlere şöyle hitap ediyor: ‘Ey Kürdler! Biliniz ki üç cevherimiz vardır ve bu cevherler bizden onları korumamızı istiyorlar: Birincisi İslamiyet, ikincisi insaniyet, üçüncüsü de milliyetimizdir.’ Said Nursi “Hutbe-i Şamiye” adlı risalesinde de Türk ve Arap devlerinden Kürdlerin haklarını talep etmiş ve Kürdlerin bu devletler yüzünden zarar gördüklerine dikkat çekmiştir. Evet, Said Nursî 1910 yılında yani 108 yıl önce henüz 35 yaşında iken Şam Emevi Camiinde 100’ü âlim olmak üzere 10 bin kişiye hitaben şöyle demiştir. ‘Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk elli sene sonraki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürd gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlara bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.’ (İLKHA)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.