İslam'ın kadına verdiği değer ve batılı düşüncenin kadın tasavvuru
Dünyanın farklı ülkelerinde olduğu gibi özellikle ülkemizde İslam ve İslam'ın değerleriyle bir türlü barışamayanlar, İslami hayata, örtüye, İslam'ın kadın modeline karşı duranlar her fırsatta İslami değerlere saldırmaktan geri durmuyorlar.
Kendi yaşamlarını medeniyet, İslam'ın emrettiği yaşam modelini ise "gericilik" olarak nitelendiren İslam düşmanları, hazmedemedikleri İslami yaşam ve İslami sembollere "ifade özgürlüğü" adı altında saldırarak, okullarda, sözde tiyatrolarda tertemiz dimağları zehirleyerek saldırmaya devam ediyorlar.
Bunca küstahlığa rağmen hükümet ve yerel yöneticilerden saldırganlara karşı bir işlem başlatılmaması, saldırılara müsamaha gösterilmesi kabul edilemezken, yapılan cılız kınamalar da saldırganları daha da cesaretlendiriyor.
İslami değerlere, özellikle kadının örtüsüne karşı yapılan saldırılarla ilgili İLKHA muhabirine yazılı değerlendirmede bulunan TESSEP Dönem Başkanı Bildane Kurtaran, kadın hakları ile ilgili tarihsel süreçten yola çıkarak İslam'dan önce ve İslam'dan sonra kadına verilen değer, toplumda kadının rolü ile ilgili birçok soru işaretine açıklık getirdi.
İslam'dan önce kadının durumu
Kadın'ın İslam'dan önce daima hor ve hakir görüldüğünü, aşağılık ve değersiz bir mahlûk olarak kabul edildiğini belirten Kurtaran, "Bu hususa tarihsel olarak baktığımızda; Eski Yunan kültüründe kadın, şeytandan türeyen adi bir varlık olarak kabul edilmişti. Eski Çin kültüründe kadın insandan bile sayılmamış ve hatta isim bile verilecek değerde görülmemiştir. Bir ürüne verilen seri numarası gibi 1, 2, 3 diye rakamlarla adlandırılmıştı. Eski Roma kültüründe kadın, haysiyetten ve şahsiyetten uzak necis, pis bir yaratık olarak kabul edilmişti. Eski Hint kültürüne göre kadın bir musibetti. Vebadan, ölümden ve cehennemden bile daha kötüydü. 11'inci yüzyıla kadar İngiltere'de kocalar eşlerini bir meta gibi istedikleri bir bedel karşılığında verebiliyorlardı ve kadın murdar bir varlık olarak kabul edildiğinden, kutsal kitapları İncil'e dokunamıyordu. Ne vatandaşlık ve ne de mülkiyet hakları ve hürriyetler vardı. Eski Fransız kültüründe kadının insan olup olmadığı yüzyıllarca tartışılmış, sonunda kadının da insan olduğuna ve fakat onun erkekten daha alt bir tabakada olduğuna ve erkeğe hizmet etmek için yaratıldığına karar verilmişti. Kadınlar temyiz yeteneği olmayan çocuklar ve delilerle aynı kategoride görülüyordu. Bu durum Fransa’da son yüzyıllarca devam etmiştir.
Tahrif edilmiş Yahudi Hukukuna göre kadın, insanı aldatıp kötülüğe sevk ettiğinden melun bir varlıktı. Tahrif edilmiş Hristiyan Hukuku’nda kadın şeytanın kapısı, İblis'in silahı, fitnenin en büyük sebebi olarak kabul edilmişti." dedi.
İslam'da kadının yeri ve önemi
İslam dini yüzyıllarca öncesinden kadına, mülkiyet, miras, eşitlik, öğrenme, seçme, belli alanlarda seçilme hakkı tanıdığını hatırlatan Kurtaran, "İslamiyet'in getirdiği tabii haklar hususunda kadın erkek ayırımı yoktur. Kulluk, mükellefiyet, suç ve ceza hususunda kadın-erkek arasında tam bir eşitlik getirilmiştir. İslam kadına dini, ilmi, idari, siyasi, iktisadi ve ailevi olmak üzere bütün hakları tanımıştır. Siyasi haklardan kadın, erkek gibi seçme ve seçilme hakkında sahip kılınmıştır. Hazreti Peygamber ve râşit halifeler zamanında kadınların bilimsel çalışma yaptıkları, sosyal hayatta aktif bir rol aldıkları, ticaret yaptıkları, ilmi alanda daima bir gelişim halinde oldukları, içtihat ve istişare konusunda etkin oldukları, belli alanlarda- ehliyet sahibi oldukları hususlarda, hüküm ve fetva verdikleri, yönetimin kararlarını etkileyecek konumda bulundukları tarihi bir hakikattir. Fakat ne hazindir ki, Avrupa ve çevresinde 18'inci yüzyıla kadar hemen her konuda ezilen, horlanan ve aşağılanan kadının hakkı, 18'inci yüzyılda Fransız ihtilalinden sonra feminizm üzerinden savunulmaya başlanmış ve adeta feminizm yegâne kurtuluş gemisi olarak gösterilmiştir. Hali hazırda günümüzde Avrupa ve türevi topluluklarda yaşayan kadınların acınası hali de ortadadır. Bu durumdan neredeyse tüm dünya etkilenmiştir. Feminizm sözde kadın haklarını savunmak için, savaştığını iddia etse de, aslında kadının yaratılış özellikleriyle, anneliğiyle, kadının mihenk taşı olduğu aile kurumuyla savaşmıştır yüzyıllarca ve bu savaşı günümüzde de sürdürmektedir." diye konuştu.
Ayet ve hadislerde kadın
Kur'an-ı Kerim'de nikâh, boşanma, mal-miras paylaşımı, mihr gibi birçok konuda kadınların haklarına dair ayetler, yine kadınlara yönelik sosyal ve özel durumlar, ibadet, ahlâk gibi hususlarla ilgili ayetlerin olduğunu ifade eden Kurtaran, şunları kaydetti:
"Allah'u Teâlâ kadını eşrefi mahlûkat olarak yaratmış, yeryüzünün halifesi olarak onurlandırmıştır. Kadını yüce vahyinin muhatabı ve emaneti kübrânın hâmili olarak tayin etmiş, bu hususta erkek kullarına bahşettiği gibi eşit bir şerefle şereflendirmiştir. Hatta birçok hususta kadının yaratılışındaki hassas ve naifliğine binaen yüce kitabında bu minvaldeki düsturlarıyla kadını korumuştur. İslam'dan önce kadın birçok konuda haksızlık ve zulme maruz kalıyordu. Fakat İslam'dan sonra vahiyle hayatlarını tanzim eden bir medeniyet inşa edildi. O dönemde o kadın haklarına gösterilen ihtimama binaen sahabeden Abdullah bin Ömer, 'Hazreti Peygamber devrinde hakkımızda ayet nazil olur korkusuyla hanımlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık' diyor. Zira o dönemde birçok hususta, kadınlar hususunda ayetler nazil oluyordu. Örneğin İfk hadisesinde Hazreti Aişe, inen ayetle temize çıkarılıyor. Eşiyle aralarında yaşanan bir hadise sonrasında şikâyetini Peygamberimize bildiren, işin çözümü için Allah'a dua eden ve bunun üzerine hakkında ayet inen Havle Bint Salebe de bu örneklerden birisidir. İslam dininde kadın, hür bir fert olarak kabul edilir. Bu nedenle İslam dini kadına büyük önem vermiş ve yaratılış özelliklerine göre ona özel bir şahsiyet kazandırarak yine bu yaratılış gayesine uygun bir görev yüklemiştir.
"İslam toplumu asalet ve şeref medeniyetidir"
Yıllarca Kadının İslam'da ki yeri ve konumu hakkaniyetle araştırılmamış kalıp yargılar ve ön yargılarla hareket edilmiştir. Oysa kadın hakkındaki ayetler, hadisler ve Hazreti Muhammed'in (Sallalahu Aleyhi Vesellem) hayatına bakılsa, kadına verilen değer ve haklar anlaşılacaktır. Mesela Rabbimiz cahiliye ahlâkıyla kız çocuğu istemeyenleri, 'onlardan birine bir kızı doğduğu müjdelendiğinde üzülür ve yüzü simsiyah kesilir. Bak hükmede geldikleri bu şey ne kötüdür' (Nahl suresi 58-59) şeklinde uyarmıştır. Peygamber efendimiz, 'kim iki kız çocuğunu erginliğe erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyamet gününde ikimiz onunla beraber olacağız' diye buyuruyor. İşte bu müjde, İslamiyet'in kadınlara verdiği değeri göstermektedir. Yine Hazreti Peygamber, bir hadisinde, 'kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür' diye buyurmuştur. İşte İslam toplumu bu asalet ve şeref medeniyetinin ta kendisidir. İslamiyet’e göre her kadında anne olma vasfı vardır. Kadın annedir. Cennet onun ayakları altındadır. Onun rızasına tabidir. Kadın eştir. Eşinin zamanın fitne ve günahlarından kaçıp sığındığı, sahili selametidir. Yuvasını iman sabrıyla ihya ve inşa edendir. Sıratı Müstakim üzere yürürken eşiyle yardımlaşandır.
Tevbe Suresinin 71'inci ayetinde 'mümin erkekler ve kadınlar birbirlerinin velileridirler' diye buyrulurken Bakara suresinin 228'inci ayetinde ise, 'erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır' deniliyor. Bu haklar yaşam sahasında karşılıklı muhabbet, hürmet ve merhamet ekseninde neşvünema bulmaktadır. Peygamberimiz, 'kocası kendisinden razı olduğu halde ölen her kadın cennettedir' diye buyurmuştur. Başka bir Hadis-i Şerifte de, 'sırçalar kadar ince ve nazik olan kadınlara ihtimam ve dikkat gösteriniz' ifadeleri yer alıyor."
Veda hutbesinde kadın hakları ile ilgili erkeklere çağrı
Peygamber efendimizin rivayetlere göre 124 bin sahabenin hazır bulunduğu veda hutbesinde sahabeye ve sahabeden sonra gelen nesillere yaptığı tavsiyelerde kadınlarla ilgili de önemli meselelere değindiğini söyleyen Kurtaran, veda hutbesinde geçen, "Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır." şeklindeki ifadeleri hatırlattı.
"İşte bu düstur, kadını keyfi ve isteğe bağlı konumlandırılan bir varlık olmanın ötesinde ulvi bir mertebeye taşıyor. Kadın kimsenin, hiç bir sistemin kölesi değildir! Kadın bir meta ve reklam malzemesi değildir! Kadın başıboş, gayesiz ve görevsiz bir varlık değildir! Kadın kapitalist sistemin çarklarını çeviren bir tüketim canavarı değildir! Kadın estetik mafyasının masasında kesilip biçilmeye layık bir oyuncak değildir! Kadın Allah'ın yeryüzündeki halifesi, eşrefi mahlûkat olmaya ve eşrefi mahlûkatı yetiştirmeye namzet şerefli bir kuldur."
Cumhuriyetin kurulmasıyla kadınlar ne kazandı ne kaybetti!
Cumhuriyet kurulduktan sonra kadına verildiği iddia edilen hakların çoğu ve hatta daha fazlası zaten İslam'ın kadına verdiği haklardır. Yukarıda zikrettiğimiz gibi siyasi, içtimai, sosyal, ekonomi, eğitim ve tüm alanlarda kadına gereken tüm hakları İslam yüzyıllarca öncesinden vermiştir. Yani öyle hiç kimse bazı haklar vererek kadına lütufta bulunmamıştır. Kadının kimseye varlığı ve hakları konusunda şükran ve minnet borcu yoktur. Dolayısıyla bu konuda kadın önce Rabbine şükran borçludur. Cumhuriyet öncesinde bilhassa Osmanlı’nın son dönemlerindeki maddi ve manevi düşüşünden nemalanıp, birçok olumsuz koşulun faturasını yüce İslam nizamına kesmek çok büyük adetsizliktir. Maksatlı ve kirli bir tezgâhtır. Cumhuriyetten sonra kurgulanan kadın modeli seküler ve manadan uzak bir konumdaydı. Kılık kıyafeti, tercihleri, fikirleri ve dahi duygularıyla oynayan egemen erkeklerin elinde bir oyuncaktı adeta. Görünüşte seçme ve seçilme hakkı olan ancak hakikatte ne düşüneceğini, ne giyeceğini dahi seçemeyen, belli bir şablonun içine sığdırılmaya çalışılan muasır medeniyetler tiyatrosunun zavallı bir figüranıydı. Bu şekilde kadın, kurgulanmış bir vatandaşlık rolüne bürünürken, kimliğini, şahsiyetini ve erdemini kaybetti. Rabbiyle olan, onu daima güçlü kılacak kulluk bağını kaybetti.
"Kadını meta olarak görenler İslam'a ve tesettüre savaş açmışlardır"
Tahrif edilen dinlerin kadın haklarına verdiği değer ortadayken kendi yaptıklarını görmeden İslam dininin ve kadının örtüsünü hedef aldıklarını vurgulayan Kurtaran, "Yüzyıllarca ve günümüzde de bu nedenle yalan, yanlış bilgilerle, ön yargılarla İslam'a, tesettüre ve Müslüman kadın modeline savaş açılmıştır. Bu savaş hâlâ da devam etmektedir. Bilhassa ülkemizde her fırsatta bu doğrultuda hareket eden kurum, kuruluş, şahısların cehalet ve rezaletten türeyen eylemleri, söylemleri herkesçe malumdur." dedi.
Tesettüre, kadına ve İslam'ın değerlerine yapılan saldırıların amacı nedir?
"İslam'ın kadını bugün küresel güçlerin önünde en büyük engeldir. Zira kadın olmadan toplumlara ulaşmak asla mümkün değildir." diyen Kurtaran, "İslam’ın kadını toplumu ihya ve inşa etme yolundaki en büyük ve en önemli faktördür. Bu nedenle İslam’ın kadınından haz etmiyorlar, korkuyorlar, çekiniyorlar. Yine aynı şekilde İslam’ın kadının kalesi ve zırhı da tesettürüdür. Tesettür zırhını aşmadan İslâm’ ın kadınına ulaşmaları, elde etmeleri, türlü oyunlarını ve tuzaklarını onun üzerinde icra etmeleri mümkün değildir. Bu nedenle, tesettüre o denli saldırıyorlar. Tesettür İslam’ın sancağıdır. Onu devirmeden kendi sancaklarını dikemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Bu nedenle, Müslümanlar tesettür konusunda asla rehavete düşmemelidirler. Özel ve genel alanlarda, tesettür konusunda daima kendilerini ilmi ve ameli olarak ikmal etme yolunda seferber olmalılar. Tesettüre ve İslam’ın biricik hürmeti olan Müslüman kadına sahip çıkmalı ve bu hürmeti zerre kadar dahi çiğnetmemeliler. Gerek sosyal medya olsun ve gerekse diğer mecralarda olsun bu konuda üzerlerine düşen görevi yapmalıdır." şeklinde konuştu.
Tesettüre, kadına ve İslami değerlere yapılan saldırılar ifade özgürlüğü mü?
Kurtaran, "Bu kadar hakaret ve saldırı farklı cenahlara karşı yapılsaydı yine bu kadar sessiz ve hoşgörülü kalınmasına anlam veremediklerini belirten Kurtara, son olarak şu ifadelere yer verdi:
"Hükümet yetkililerinin her fırsatta övündüğü, 'tesettüre kamusal alanda verilen geçici serbestliğin' yanında, tesettüre kamusal ve tüm alanlarda hakaret özgürlüğü de mi serbestlik kazandı? Eğer bu sükût ikrardan değilse derhal gereken yapılmalıdır. Bazı kesimlere yaranmak adınaysa şayet, bu tam bir faciadır. Bugün her türlü giyime ve fikre saygı bekleniyorsa ve bu inancı gereği örtünen kadına gösterilmiyorsa bu adaletsizliktir, çifte standarttır. Özgürlük bir başkasının özgürlük alanını ihlal ediyorsa bu özgürlük değil zulümdür. Bu nedenle bir başkasının hür iradesiyle belirlediği tercihleri konusunda hakarete, aşağılamaya ve saygısızlığa varacak şekilde fikir beyan etmek ifade özgürlüğü değil, adaletsizliğin ve zulmün ifadesidir." (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.