İyi İş Yapan Ve Ben Müslümanım Diyenden Daha Güzel Sözlü Kim Olabilir?
Rahmet ve adalet sahibinin ismiyle…
Davet, gece karanlığında cehenneme doğru sürüklenen binlerce insanı kurtarma çabasıdır.
O, doğruya insanları çağırarak gerçek dini öğretmek, yanlıştan uyarıp, cehennem yolcularını hak dine yöneltme uğraşıdır.
Davet, önce yıkmak ve sonra inşa etmektir. Cahiliyeyi, zulmü, şirki yıkmak. İslam’ı, İman’ı, hakkı inşa etmektir.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: “Sizden iyiliği emreden kötülükten de sakındıran bir topluluk olsun. İşte kurtulanlar onlardır.” (Âli İmran 2/104)
Ayette, Allah celle celâluhu davet edecek bir grubun bulunmasını emr etmiş ve yalnızca onların kurtulacağını bizlere haber vermiştir.
Diğer bir ayeti kerime de ise şöyle buyurmuştur: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar bir birlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten nehyederler. (Tevbe Suresi Ayet 9/71)
Ayette zikredilen erkek ve kadın terimi geneldir. Yani Allah azimuşşan; yaşlı, genç, âlim, talebe, siyah, beyaz ayrımı yapmaksızın, kurtuluş çağrısı için tüm Müslümanları sorumlu tutmuştur. Evet, Allah celle celâluhu her Müslümanın üzerine daveti farz kılmış ve Müslümanları ellerinden geldiği kadarıyla, davet görevini yerine getirmekle mesul tutmuştur.
Her Müslüman bildiğinin daveti ile sorumludur. Bilmediklerini anlatmaya çalışmakla mesul tutulmamıştır. Zaten bilmeden sunulan davet, hem davetçiye, hem de davet edilen kişiye kârdan çok zarar getirmektedir. Bu sebeple davetçi, davet edeceği şeyi ve şüphesiz bir kalp ile tasdik etmelidir. Zira inanılmayan bir dava yüreklerde yer etmez. Şüphelerle sunulan davette, kimseye fayda vermez. Bu hususta Allah azze ve celle: “Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emrediyor ve kendinizi unutuyor musunuz? Sizler akletmiyorsunuz” (Bakara 2/44) buyurarak, iyiliği emr ve kötülükten nehyedip de kendilerini unutanları “akletmiyorsunuz” kavli ile azarlamış ve gazaba müstahak olduklarını vurgulamıştır.
Davette de bir usul vardır, her şey de bir usul olduğu gibi. Davetçi kurtuluş çağrısını, Rasulullah gibi, öncelikle kendisi yaşamalı, sonra insanlara kurtuluş çağrısını sunmalıdır. Davetçi, insanları davet ederken de, ilk olarak Allah’a iman ve tağutları redde, yani tevhide çağırmalıdır. Sonrasında ise ahlak ve ibâdeti anlatmalıdır. Çünkü akidesiz bir şekilde ne ahlak, nede ibâdet kişiye fayda vermez. Ahirette de kişiyi kurtaramaz. Bu hususta Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Biz her ümmete, “Allah’a ibâdet edin ve Tağut’a kulluktan sakının” diye bir resul gönderdik. (Nahl Suresi Ayet 16/36)
Tarihte gelmiş, geçmiş tüm resuller halkını ilk olarak “Allah’a iman ve tağutu redde” çağırmıştır. Yani öncelikle akideyi anlatmıştır. Sonrasında ahlak ve ibâdete davet etmişlerdir.
Fakat ne yazık ki günümüz insanları, ilk olarak ahlaka ve ibâdete çağırıyor, akideyi geri planda tutuyorlar. İnsanların karşılarına ve ekranların arkalarında tanınan ilim adamları, hak ve gerçek olan tek dinin temellerini değil de, siyer ve amellerin nasıllığını anlatmaktalar. Onlar kurtuluşun akide ile olacağını bildikleri halde hakkı neden açıkça anlatmıyorlar? İşte bu soru cevaplanması gereken önemli bir sorudur.
Davetin kimlerin üzerine farz olduğunu ve ilk ne ile kurtuluş çağırısına başlanmasına kısaca değindikten sonra bilmemiz gereken en önemli meselelerden bir tanesi de, davetçinin üzerinde bulundurması gerekli olan vasıflardır.
İnsanları hakka davet ederken, davetçide olmazsa olmaz bir ahlak ihlastır. Her ibâdet için ihlas bir şart ve ilk farzdır. Ameller niyet ile başlar ve yalnızca niyeti Allah rızası olan kullar kurtuluşa kavuşurlar.
Nitekim Allah azze ve celle riya ile yapılacak hiçbir ibâdeti kabul etmeyeceğini şöyle bildirmiştir: “Ey iman edenler, sadakalarınızı (sevaplarınızı) başa kakmak ve gönül kırmakla boşa gidermeyin. (Bakara Suresi Ayet 2/264)
Kavimlerine gönderilen hiçbir peygamber kavminden ücret istememiş, karşılığını yalnızca Allah’tan subhânehu bekleyerek, onları güzel ve samimi bir şekilde, ihlas ile kurtuluş çağrısına davet etmişlerdir. Ayette de zikrolunduğu üzere, riya gibi kalp kırarak insanları hakka çağırmakta, Rabb Teâlâ nezdinde yasaklanmıştır. Bu sebeple insanları kırıcı bir üslupla değil, yapıcı samimi bir dil ile yaklaşmalı, tebessüm eden bir yüz ile daveti sunmalıyız. Zira unutmamalıyız, biz onları uçurumun kenarında düşmek üzereyken bulmuş ve kurtulmaları için çalışmaktayız. Rabb Teâlâ bu hususta: “Rabbinin dinine hikmet ve güzel öğüt ile davet et” (Nahl 16/125) buyurmuştur.
Tıpkı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi kurtuluş çağrısına davet etmelidir davetçi. Çünkü davet ederken örnek alınacak en başta gelen şahsiyet Resulullah’dır. O, güzel ve özlü konuşur, tebessüm ile anlatırdı. Sabırlıydı. Soru sorarak başlar, örnekler kullanırdı. Bilgisi olmadığı konuda susar, her zaman hakka çağırırdı. Bizler de Resulullah gibi insanları kırmadan, incitmeden İslam’ı anlatmalı, onları İslam’a düşman etmek için değil, kurtarmak için daveti sunmalıyız.
İnsanları davet ederken güvenlerini de kazanmalı ve emin olduğumuzu onlara hissettirmeliyiz. Düşmanlarına dâhi “el-emin” dedirttiren Rasul misali, insanlara Müslümanın, -en önemlisi de davetçinin- güvenilen kimse olduğunu göstermeliyiz. Aksi takdirde insanların dünyalıklarında dahi güvenemedikleri kimselere ahiretlerini teslim etmelerini asla düşünemeyiz.
Kurtuluş çağrısına davet eden davetçinin en büyük daveti, hakkı yaşamasıdır. Günümüzde insanalar, söylenen sözden çok, yapılan fiillerden etkilenmektedir. Bir topluluğa tevhidi anlatmadan önce, onlara ahlakıyla örnek olmak, kurtuluş çağrısında daha etkili olur. Bu sebeple davetçi öncelikle davet ettiklerini yaşamalı, sonrasında ise, yaşadıklarını insanlara anlatmalıdır.
Evet, davet kurtuluş çağrısıdır. Davetçi, öncelikle dünya denen bataklıktan kendisini kurtarmalıdır. Çünkü kendilerini bataklıktan kurtaramayan insanlar, başkalarını da kurtaramazlar. Yani öncelikle kendi anlattıklarını, davetçinin kendisi kabul etmelidir. Anlattıklarına tam manasıyla kendisi iman etmeli, kalbinde zerre şüphe bırakmamalıdır. Zira inanılmadan anlatılan hiçbir davet sahibine fayda vermez. Muhatabına da tesir etmez. Davetçinin kendisini dâhi inandıramadığı bir daveti, başkasına kabul ettirmesi neredeyse muhaldir.
Davetçi dünya ismi verilen bataklıktan kendisini kurtardıktan sonra yakınlarına yönelmelidir. Nitekim vahiy ilk geldiğinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, öncelikli olarak Hatice validemize tebliğ etmiştir.
Davette sıra suya atılan taş misalidir. Davet taşının çıkardığı ilk dalga en yakın suyu etkiler ve daire şeklinde ilerler. Aynı bu misalde olduğu gibi bizlerde ilk olarak en yakınımızdakileri hakka çağırmalıyız. Davetçi yakınlarının diğer kimselere binâen üzerinde daha fazla hak sahibi olduğunun bilir. Eğer insanları ateşe doğru sürüklenir görürsek, ilk kurtaramaya çalışacağımız kimseler yakınlarımız değil midir?
Davetçi yakınlarının arasında da İslam’a kalben daha çok ilgi duyanlara davette öncelik vermelidir. Peygamberimizin dediği gibi: “İnsanlar madenler gibidir.” (Buhari-Müslim) Bu nedenle davetçi de öncelikle altın madenlerine yönelmelidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ebu Bekir’i (radıyallahu anh) seçtiği gibi, insanları seçmelidir.
İnsanları kurtuluşa çağırmak, hakka davet etmek, bir Müslüman için çok önemlidir. Davet amellerin en güzel ve en çok gerekli olanlarından bir tanesidir. Allah subhanehu ve Teâlâ bir ayeti kerimesinde: “Allah’ın dinine çağıran, iyi iş yapan ve ben Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 41/33) buyurarak, İslam davetinin önemini kullarına açık bir şekilde beyan etmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “Bir kimsenin hidayetine vesile olman, kızıl develerden daha hayırlıdır” (Buhari-Müslim) buyurarak davetin o dönemdeki en değerli eşyalardan bir tanesi olan, kızıl develerden dahi daha değerli olduğunu göstermiştir. Hadiste de zikrolunduğu üzere davet, Müslüman için büyük bir nimet ve sevap kaynağıdır.
Rabbin emrini yerine getirenlere sevap olduğu gibi, emre asi olan, kurtuluş çağrısını insanlara ulaştırmayanlar için de gazap vardır. Hem dünya hayatında, hem de ebedi olan zamanda. Allah subhânehu: “Kötülükten men edenleri kurtardık zalimleri de azaba uğrattık” (Araf 7/65) kavli ile kötülükten men etmeyenleri zalimler olarak isimlendirmiş, azaba uğrayacaklarını da açıkça beyan etmiştir.
Allah celle celâluhu davet görevini yerine getirmeyenleri lanetleyecek ve onların dualarını kabul etmeyecektir. Tıpkı “ashâbı sebt” örneğindeki yahudiler gibi.
Onlar ki kendilerine avlanma yasağı olduğu cumartesi günü yasağını çiğnediler. Bir kısım yahudiler onları uyardı, uyarılarını dikkate almayanlardan da ayrıldılar. Bir kısım Yahudiler ise onları uyardı, ancak onlardan ayrılmadılar. Bazıları da uyarma ve kurtuluşa çağırma emrine hiç aldırmadılar.
Allah azze ve celle, cumartesi yasağını çiğneyen, onları uyarmayan ve uyarıp da kendilerinden ayrılmayan tüm Yahudileri lanetledi ve onlara büyük bir azap gönderdi. Kurtulanlar yalnızca hak daveti sunan ve davete kulak asmayanlardan ayrı olanlardı.
Evet, kurutuluş; Allah subhânehunun yolundan ayrılmayan ve ihlas ile kurtuluş çağrısını insanlara sunan İslam erlerinindir.
Davet görevini ihlaslı bir kalp ile yerine getirerek Rabbe ulaşmak dileği ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.