Yalanı ahlak edinme!
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, insanlar yalanı adeta hayatlarının metodu haline getiriyor. Yalan, karşısındaki insanı aldatmak için bildiği doğrunun tersini söylemek veya bunu hareket ve davranışlarla ifade etmektir.
İslam ve sonradan tahrif olmuş bütün ilahi mesajlarda yalan atmak büyük günahlardan sayılmıştır. Buna rağmen insanlar neden yalan söyler, neden yalana kurtarıcı olarak sarılır ve bazen de marifetmiş gibi bununla övünür ve zevk alır hale gelir.
Yalan, insanları aldatma ve yanlış yola sevk etme amaçlı yapılan şeytanın oyunu bir propaganda silahıdır. İşin garibi yalanın ortaya çıkacağı gün gibi aşikar olduğu zamanlarda bile propaganda ve algı operasyonları gereği bilinçli olarak yalan atılır. Ve bu yalan ortaya çıktığında da daha büyük bir yalanla bu yalan unutturulmaya çalışılır.
Bazen bakıyorsunuz; koca koca adamlar, devlet adamları, parti başkanları ve toplumda konum, sıfat ve paye sahibi insanlar TV’lerde ve topluma açık alanlarda açık açık yalan söylemekten çekinmiyor ve yalanın ortaya çıkacağını bile bile bu davranışlarında bir beis görmüyorlar. Şeytanın maskarası olmuş bu zavallılar, rol aldıkları projede kendilerine verilen görevi hırsla yaptıklarından bu yalanı bilerek ve zevkle yerine getiriyorlar.
Çoğu defada insanlar haksız durumda olduklarını bildikleri halde, toplumda kendilerini haklı göstermek amaçlı olarak çok rahat bir şekilde hakikati ters yüz etmekten çekinmiyorlar. Maalesef bu durum toplumda yaygın olarak görülebilmekte, sıfat ve konum farkı olmaksızın insanlarımızın çoğunda bu görülebiliyor. İşin garibi birde “beyaz yalan” diye ucube bir şey uydurulması da acı bir trajedi olarak karşımızda duruyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) soru üzerine; müminin korkak ve cimri olabileceğini ama asla yalancı olamayacağını buyurmuştur. -Muvatta, İmam Mâlik-
Yine münafıkların alametini sayarken yalan, emanete hıyanet ve sözünde durmamayı saymıştır. -Buhârî, İman; Müslim, İman-
Son hadisi şerife dikkatlice baktığımızda, üç özelliğin temelinde de yalancılık hastalığı olduğu inceliğini fark ederiz.
Al’i İmran 61 ve diğer Ayetler ile hadisler yalanı büyük günahlardan sayıp müminin yapamayacağı fiillerden sayarken, nasıl oldu da eşyanın tabiatına aykırı bir şekilde küfrün bu ahlakı Müslümanlar arasında yaygınlaştı?
İslam’ı hayatımızın ana eksen noktası yapmayıp, en güzel örnek olan Peygamberimiz yerine başkalarını “örneklik” konumuna yükselttiğimizden, küfrün bu hastalıklarına müptela olmaktan kurtulmamız mümkün değildir.
Müslümanlar olarak maalesef İslam’ı hayatımıza kamil anlamda hakim kılıp, ölçü almadığımız için çoğu defa işimize- menfaatimize nasıl uyarsa öyle davranmaktan çekinmiyoruz. Böyle yaparak, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” -Hud: 112- Ayetinin emrini ve ahirette vereceğimiz hesabı unutuyoruz. İslam’a ve ahirete inanmayanları anladık ta; inananlar neden hesabı, mizanı unutarak, rahat bir şekilde ve hiç bir şey olmamış gibi menfaat ve süfli arzularının peşinden giderek yalan ve münkerat içinde debeleniyorlar, anlamak mümkün değil.
Oysa uğruna dinimizi, inancımızı, davamızı hafife aldığımız kişisel menfaatler için başvurulan yalan ve diğer günahların bize bir faydası olmadığını ve geçici bir menfaat görünse bile bunun aldatmadan ibaret şeytanın oyunu olduğunu unutmayalım.
Müslüman, kendi şahsiyeti ile en çok tezat teşkil eden yalancılık ve dinine-davasına ihanet bataklığına asla düşmemeli ve bu bataklığa düşme tehlikesi içinde olan kardeşlerini de kurtarmalıdır. Şairin şu mısrası konuyu ne güzel özetliyor:
‘İnsana sadakat yaraşır, görse de ikrah,
Doğruların yardımcısıdır, Hazreti Allah.’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.