Allah’tan Bağımsız Bir Hayat Alanı Yoktur!
Varlığı var edeni hangi tasavvur varlığın dışına itme girişiminde bulunabilir ki? Madde ve mana ile onun yaratıcısı arasındaki bağı koparmaya çalışan yamuk zihniyet acaba nasıl işliyor?
İlahi hitap der ki: “Allah hayata her dem, her lahza, her mekân müdahildir.” Ama dünün ve bugünün eğri düşünceli insanı diyor ki: “(Eğer Allah varsa) O ancak kendi dünyasının yani göklerin hâkimi ve rabbidir. O bizim dünyamızda hiçbir işe müdahil değildir, ilgilen(e)mez” İşte insanlıkla yaşıt olan ‘ilahi olanı anlama problemi’ bu düşünce ekseninde dallanıp budaklanıyor: “Allah hayata müdahil midir, yoksa değil midir?” İnsanoğlu bu soruya ne cevap verirse versin o hakikatin pörsümesine, değişmesine sebebiyet veremez.
Laisizm der ki “Din vicdandadır, vicdana yaraşır. Hayatın dışındadır, yaşama; siyasete, ekonomiye, sanata, kadına ve erkeğe kısacası insanın aktif ve aktüel olarak içinde bulunduğu hiçbir şeye müdahil değildir, ilgilenemez.”Seküler akıl dini vicdana sığdırmayı başarmıştır(!) Ama bilmiyordur ki hayatın inşasını ve ihyasını hedefleyen hiçbir sistem vicdanlara hapsolamaz, zira teoriden pratiğe dökülemeyen söylem zaten hayatın dışındadır, ayağı yere basmaz bir ütopyadır. Ne komünizm, ne liberalizm ne kapitalizm… Hiçbir ‘izm’ uzantılı ideoloji sadece vicdanları tatmin etsin, vicdanlarda esir olsun, hayata asla karışmasın, hayata dair hiçbir aktif ve aktüel müdahalede bulunmasın diye ortaya çıkarılmamıştır. Hepsinin ortak hedefi hayata yani insana dair teoriler ve hedefler oluşturmaktır. Tüm ‘izm’ler bu hakikat üzere inşa edilirken, ‘izm’ler üstü bir hakikatin (İslam) var edicisi olan Allah nasıl sadece vicdanlarda hapsolacak, varlığa hiçbir zaman müdahil olmayacak bir sistem var etmiş olabilir? Bu asla düşünülemez. İslam’ın amacı insanı daha iyi insan yapmaktır. Evet, bu önce vicdanların inşasından geçer. Ama hayata aktarılmayan, pratikte uygulanmayan bir sistem asla İslam değildir.
Diğer yandan Deizm daha anlamsız bir amaçsızlıkla ısrarla şunu söyler: “Allah (eğer varsa) sadece evreni ve içindekileri var etmiştir. Ama sadece yaratmıştır, ötesine geçemez. İnsanların hayatına dair hükümler koyamaz, müdahil olamaz. Onların yaşam tarzları, düşünceleri, davranışları insanı ilgilendirir. Asla bunu sorgula(ya)maz.”
Allah’ın varlığa ve hayata müdahil oluşunu “Rab” ismi özellikle vurgular. Rab; kök manası itibarıyla ‘terbiye eden, eğiten’ manalarına gelir. Yine Rab için şu manalar verilmiştir: “Melik ve Mâlik, Kefil olan, Rızık veren, İhtiyaçları karşılayan, Koruyucu, Hükümran, Kanun koyan, Yöneten ve Düzenleyen.” Bu manaların hepsi tek bir ortak payda altında birleşir o da: “Allah varlığa –özellikle insan hayatına– her an aktif ve aktüel olarak müdahildir.” Örneğin vahyin ‘inatçı, kafir prototip’ olarak sürekli gündeme taşıdığı Firavun mutlak tanrıyı inkar eden ya da kendini tanrı olarak gören bir insan değildi. Biz bunu Kur’an’dan öğreniyoruz.
Firavun adeta bu söylemiyle “Bu dünyanın mutlak iktidarı benim. Hükmü ben koyarım, yönetme makamı yalnız benim!” diyordu. O Allah’ın dünyanın yönetimine, ekonomisine, sanatına, eğitimine karışmasını istemiyor, O’nun sadece gökleri idare etmesi gerektiğini söylüyordu. İşte bu deist söylemin kadim bir örneğidir.
Bugünün ve buranın dünyasında yamuk tasavvur ve yanlış bakışa sahip olduğu için doğru ölçemeyen bir akıl mevcut. Örneğin bu akıl bir haber spikerinin ağzından şu sözlerle hayat buluyor: “Yolcu minibüsü ile otomobilin çarpışması sonucu oluşan feci kazada şans eseri ölen olmadı.”
Ya da başka bir örnek: “Kar yüzünden mahsur kalan dağcıyı oradan tesadüfen geçen bir çoban kurtardı.”
Şans eseri veya tesadüfen… Bu kelimeler Allah yokmuş gibi konuşan bir aklın ürünüdür. Allah yokmuş gibi konuşmak… Galiba evrende bundan öte, bundan büyük bir suç olmasa gerek.
Sözün özü: O varlığa her an ve her durumda müdahil olan mutlak HÜKÜMDARDIR…
Yeniden buluşmak dileğiyle…