Mehtap Karakaya

Mehtap Karakaya

Özgürlüğe Ulaşmak!

Özgürlüğe Ulaşmak!

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

 

Özgürlüğe Ulaşmak!

Özgürlük, insanlık tarihi boyunca çeşitli şekillerde ifade edilmiş ve halen edilmektedir. Kişiye göre değişiklik gösterebilir. Bunun bir sonucu olarak tek bir tanımı yoktur. Her insan din, yaşadığı dönem, toplumsal (kültürel) yapı, kişisel sebepler gibi nedenlerden dolayı özgürlüğü farklı yorumlayabilir. En genel tanımlardan bir tanesi “Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu” dur. Daha kısa olarak “kendi hareketlerini kontrol edebilme niteliği” denilebilir.

 

İnsan olmanın gereğidir ki sosyal yaşarız. Sosyal yaşamak zorundayız. Doğru ve sağlıklı bir sosyal hayat için özgürlük ön koşuldur. Canlılığın en tepesinde olan insanoğlu için durum budur. Küçük ve hayatta kalmaya odaklı topluluklardan büyük şehirlerdeki “zeki” ve kalabalık topluluklara kadar geçen süreç sosyal olmakla ve özgürlükle sağlanmıştır. Tabi bugünlere gelebilmek hiç kolay olmadı. İki büyük dünya savaşı, sayısız daha küçük savaş, sayılamayacak kadar çok acı yaşandı. Denilebilir ki sosyal ve özgür olmanın bedeliydi tüm yaşanan acılar. Başarılı olduk mu? Bakış açımdan bunun cevabı hayır. Belki birlikte yaşayan büyük kalabalıklar anlamında evet, hali hazırda kimi şehirlerde on milyonu geçen topluluklar bir arada ve özgür(!) yaşamakta ama bu durum sağlıklı ve gerçekten özgür bir sosyal hayat yaşadığımız anlamına gelmiyor ne yazık ki. Bugün dünya, bilebildiğimiz tarih boyunca yaşananlardan daha az acı yaşamıyor, daha özgür değil. Hatta özgürlük adına yapılan kötülükler daha da çoğalıyor. Orada burada patlayan canlı bombalar, yanı başımızda Müslüman olan toplulukların birbirini katletmesi, birçok yerde süren savaşlar, katliamlar. Yaşadığımız Dünyada Allah’ın sayısız nimeti olmasına rağmen açlıktan ölen insanların artması, özgür ve yaşadığımız devletler tarafından korunduğunu düşündüğümüz kişisel haklarımızın yeri geldiğinde hiçe sayılması gibi sadece bir kaç örnek bile yeterli görünüyor bana acının arttığını söyleyebilmek için. Bütün bunlar ise özgürlüğü farklı farklı tanımlamamızla ile yakından alakalı.

 

Devletler ya da büyük-küçük topluluklar arasındaki savaşların çok büyük bir kısmı da özgürlük (özgürlüğün farklı yorumlanması) adına yapılan savaşlar. Tarihte ve günümüzde gözümüzün önünde çok rahatlıkla görebiliriz özgürlük adına yapılan savaşları.

 

Tek savaş ülkeler veya topluluklar arasında olan savaş değil tabi. Bunun bir de çok daha küçük ve kişisel boyutlarda olanı var. Evlilikler, ortaklıklar, aile bu savaşların çatışmaların özgürlük adına yaşandığı diğer bir alan. Evlilikler ‘kişisel özgürlüğüm kısıtlanıyor’ gibi sebeplerle bitiriliyor. Daha acısı benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü dövene kadar gelip şiddete dönüşebiliyor. En medeni ülkelerin en medeni insanları arasında bile görülebiliyor. Bizler insanız. Sosyal ve özgür yaşamalıyız. Bu uğurda vahşileşebilir başka bir canı katledebiliriz bile. İnsanlık tarihi boyunca geldiğimiz(geldiğimiz derken bir yere geldiğimizde yok.) nokta budur. Özgürlüğü kitlesel devletsel alanda geniş anlamda yaşayabilmek için önce özgürlük kavramının ne olduğuna odaklanmamız gerekiyor. Nedir özgürlük. Elbette bunu sorduğumuz her insan birbirine yakın olsa da farklı cevaplar verip farklı tanımlamalar yapabilir. En başta söylediğim gibi kişiye göre farklılık gösterebilir. Çözümlenmesi gereken noktada aslında bu. bütün insanlar özgürlük tanımını yaparken temelde ‘kendi’ dünya algısına göre yapar. Daha doğrusu kendisini evrende konumlandırdığı yere göre tanımını yapar. Sorun da burada başlar. Bizler bu tanımı yaparken Allah’ın varlığını ve bizi O’nun yarattığını düşünmeden yaparsak ne kadar iyi niyetle doğru tanımlamaya çalışırsak çalışalım geçerli bir tanım olmaz.

 

İblisin Adem’e dolayısıyla Ademoğlu’na (insanoğluna) secde etmeyip Allaha karşı geldiği ayetlerde iblisin genel itibariyle kibrinden dolayı karşı geldiğini anlarız. İşte bu kibre kapılmasının sebebini anlamaya başladığımızda özgürlüğün tanımını daha doğru yapabiliriz. Bu tanımı yapabildiğimizde de zaten Allah’a ulaşmış oluruz ki asıl olan da budur. Yani Allah’ı, varlığını, kendi varlığımızı anlamlandırmaya başlarsak dünyanın en özgür insanı olup en doğru özgürlük tanımını da yapmış oluruz. İblisin kibre kapılmasının sebebi Allah’ın yeni bir varlık yaratması ve diğer yarattığı varlıkların da ona secde etmesini istemesiydi. Bu durum melekler için koşulsuz kabul edilecek bir durum. Yaratılış olarak ‘Özgür İradeye’ sahip değiller. Allah’ı koşulsuz olarak sevip yine koşulsuz olarak Allah’a itaat ederler. Koşulsuz olarak Allah’ı tesbih ederler, yüceltirler. Ancak iblis için durum farklı. O özgür iradesiyle Allah’ın kulu olmuştur. Belki de Allah’ın en sevdiği özgür iradeli kullarından idi(En doğrusunu Allah bilir). Adem’in yaratılmasını belki kendisine bir rakip olarak gördü. Bu durumda bir anlamda ‘özgürlüğünün’ kısıtlanmasıydı. Yüce Allah’ın kuluyken Adem’e secde etmesini kendi varlığının ikinci plana atılması olarak algıladı. Özgürlük tanımının yanlış yapılması burada başlıyor. İblis kendisine Yüce Allah tarafından bahşedilmiş olan özgür iradesini kullanırken, gerçek özgürlüğe sadece tek olan Allah’a kulluk etmekle ulaşabileceğini es geçmiş ve bu da onu kibre sürüklemiştir. Kısaca denilebilir ki özgürlüğe ulaşmanın tek ve en doğru yolu bildiğimiz evrende yaratılan tüm bilinçli, özgür iradeli varlıkları referans almak değil tek olan Allah’ı referans almaktır. Yani biz (özgür iradeli ve bilinçli) yaratılmış varlıklar olarak önce tek olan Yüce Allah’a bilerek anlayarak kul olmalıyız. Bunu başardığımızda yani yaratılmış hiçbir şeye kul olmadan tek olan Allah’a kul olduğumuzda yaratılmış hiç bir şey den yaratılışlarından dolayı üstün olmadığımızı anlamamız kaçınılmaz olur. Herhangi bir şey yaratma gücümüz de olmadığına ve yaratıcıda tek olduğuna göre yarattığını dilediği şekilde ve dilediği özellikte yaratabilir. Bu da birbirimize üstün olabileceğimizi iddia etmemizi bile net bir şekilde sonlandırır. Bunun hükmünü verebilecek tek olan Allah’tır. Hüküm sadece Allah’ındır. Zaten bu bilince ulaşan insan üstünlüğü, evrende olan varlıkların özelliklerine değil Allah huzurunda diğer varlıklara karşı olan davranışlarında ve Allah’a olan sorumluluklarında arar. Sadece tek olan Allah’a kul olan insan diğer varlıklara karşı üstünlük gösteremeyeceği için onların yaşam hakkında gasp etmemiş olur. Dolayısıyla bunu kavrayan her insan hem kendisini hem de birlikte yaşadığı insanların özgürlüğünü teminat altına almıştır.

 

En baştaki tanıma dönecek olursak yani “kendi hareketlerini kontrol edebilme niteliği” ne bu niteliği kazanabilmenin tek ve en doğru yolu doğuştan var olan bilincimizle (özgür irademizle) Allah’a ulaşmak ve hareketlerimizi bizden istediği şekilde kontrol etmektir. Bu niteliği kazandığımızda evredeki en özgür varlıklar olabiliriz. Bu yolu Yüce Allah bize Kuran’da en güzel şekilde açıklamıştır. Sosyal özgürlüğe kavuşmak bireysel özgürlükle başlar. Bireysel özgürlükte Allah’a ulaşmakla mümkündür. Çok şükür ki tek olan Yüce Allah biz kullarına bu yolu gönderdiği peygamberler ve kitaplarla bildirmiştir. Tek yapmamız gereken Allah’ı aramak. Bakabilen ve görebilen insan için ‘özgürlük’ Tek olan Allah’tadır. Allah ise her yerdedir.

 

Selam ve Dua ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehtap Karakaya Arşivi