Biz Geçmişimizi Uzaktan mı Takip Ediyoruz?
Başımıza bir bela geldiğinde hemen bir sıkıntı içine düşeriz. Bu sıkıntıların neden bizim başımıza geldiğini düşünüp dururuz. Hiç ama hiç bunların nedenlerini sorgulamayız. Kısacası sorgulayan bir nesil olamadığımız gibi araştıran bir nesil de olamadık. Bunları yazarken hafızamda Mevlana’nın mesnevisinde geçen bir hikâye geldi. Gündeme ışık tutarcasına Mevlana geçmişten Feryat ediyor; bizleri uyarıyordu. Yalnız okurken hayalinizde Müslümanların başına neler getirdiklerine şu anki siyasi ortama canlandırmanız dileğiyle hikâyeye geçelim hikâyemiz “VEZİRİN HİLESİ” diye başlıyor…
Zamanın birinde Yahudilerin zalim, İsa (A.S.) düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandıran bin bir eziyet eden bir Padişahı, bu padişahın da kendisinden beter, hilekâr, düzenbaz bir veziri vardı. Hile ve düzen kurmakta o kadar ustaydı ki yaptığı hilelerle suyu bile bağlayıp düğümlerdi adeta.
Bu hilekar vezir bir gün padişaha:
“Padişahım, Hıristiyanlar dinlerini gizleyerek, kendilerini koruyorlar. Sen ne kadar öldürsen de onlarla başa çıkıp hepsini temizleyemezsin. Kimin gönlünde ne saklı nereden bileceksin?” dedi.
Bunu duyan Padişah : “Madem öyle söyle bakalım çare nedir, ne yapalım, ki ne açık dindar, ne de gizli Hıristiyan kalmasın?” dedi.
Vezir bunun üzerine hilesini anlattı:
-Padişahım siz benim kulaklarımı ve elimi kestirin burnumu kulağımı yardırın, sonra idam edilmek üzere darağacına gönderin. Tam idam edileceğim zaman sizin kıramayacağınız biri çıkıp benim affımı sizden dilesin. Bunu çok kalabalık bir yerde ve tellal çağırtarak halkın huzurunda yapmalısınız.
Bunun üzerine siz beni affedip uzak bir yere sürgün edin. O zaman Hıristiyanlar benden şüphe etmezler ben de onların dinlerini bozarak onları yoldan çıkarırım, onlara :
-Ben gizlice Hıristiyan olmuş biriydim Padişah bunu anladığı için bana bunları yaptı. Ben yıllardır dinimi gizleyerek padişahın dininden gözüktüm, fakat bunu anlayınca bana bu zulmü yaptı. Eğer İsa’nın manevi gücü yetişmeseydi beni parça parça edecekti. Ben İsa dini için canımı vermekten bir an olsun çekinmem, fakat ben, bu dinin bütün bilgilerine vakıfım. O dinin cahiller elinde kalması bana büyük azap verir, diyeyim? dedi.
Bunu duyan padişah son derece sevindi. Düşündüğü bu güzel tedbirden dolayı vezirini tebrik etti. En kısa zamanda vezirin dediklerini yaparak onu Hıristiyanların çok olduğu bir bölgeye sürdü.
Vezir oraya gider gitmez davete başladı?
-“Ey insanlar! devir İsa dininin devridir. Bu dinin yüce sırlarını benden dinleyin” dedi.
Kısa zamanda şöhreti her yana yayıldı. Samimi dindarlar onun etrafında toplanmaya başladı.
Vezir görünüşte İsa dininin hükümlerini anlatıyordu, lakin bu onları tuzağa çekmek için bir yemdi.
Az zamanda vezirin etrafında yüzlerce, binlerce insan toplandı. Herkes onu İsa’nın samimi bir halifesi sayıyordu.
Aradan altı ay geçince Vezir bütün Hristiyanların gönlünü kendine bağladı. Bu arada padişahla vezir arasında haberler gidip geliyordu.
Bu sırada İsa kavminin on iki emiri vardı. Her fırka bir emire bağlıydı. Fakat bütün emirler o vezire gönülden bağlanmıştı. Herkes ona sonsuz bir güven duyuyordu, hiç kimse onun samimiyetinden şüphe etmiyordu. Vezir öl dese her emir hemen ölmeye hazırdı.
Vezir her emir için ayrı bir risale hazırladı. Her kitap ayrı bir olaydan farklı bir şeyden bahsediyordu. Her biri diğerinin tam zıddı şeyler ifade ediyor, birinin ak dediğine diğeri mutlaka kara diyordu
Birinde riyazet ve açlık tevbenin esası ve Allah’a (c.c) dönmenin şartı sayılırken, diğerinden riyazet faydasızdır, deniyordu.
Birinde açlık çekmek ve sadaka şirk sayılırken diğerinde tam tersi söyleniyordu.
Hasılı, hiçbiri diğerine uymuyor, her biri yek diğerinin tam tersi şeyler emrediyordu.
Vezir bir müddet sonra halka vaiz ve nasihati bırakarak yalnızlığa çekildi. Kırk, elli gün yalnızlıkta kaldı. Onu sevenler, sohbetinden mahrum olan halk deli divane olmaya başladı. Ağlayıp yalvardılar, sızlayıp dövündüler fakat nafile…
Vezir: Ruhum sizlerle beraber fakat dışarı çıkmama izin yok. dedi. Onların ağlamalarına, yalvarmalarına aldırmadı.
Bir müddet sonra da emirleri tek tek çağırıp, her birine:
“Benden sonra bu dini sen ihya edeceksin, benim halifem sensin, fakat ben ölmeden bunu sakın açıklama! deyip eline bir risale tutuşturdu ve:
“Gerçek din ve İsa’nın emirleri bu risalede yazılıdır, bunun dışındakiler hurafedır.”dedi. Daha sonra kapısını kapayıp hiç kimseye açmadı. Kırkıncı gün kendini öldürdü.
Halk vezirin ölümünü duyunca oraya yığıldı. Vezirin mezarı mahşer yerine döndü. Dört bir yandan gelen insanlar günler ve aylarca ağlayıp inlediler. Zaman geçip acı hafifleyerek ortalık sakinleşince halk:
-Ey beyler o kutlu kişinin yerine kim geçerek bu işi devam ettirecek, ortaya çıksın ki biz onunla teselli olalım.
Bunun üzerine emirlerden biri ortaya çıkıp:
-‘O kutlu kişi beni vekil ve halife tayin etti. İşte elimdeki risale bunun delilidir ‘diye ortaya çıktı. Diğeri:
- ayır gerçek halife benim dedi.
Sonuçta on iki emir de halifelik davasına kalkıştı. Ortalık toz duman oldu. Halk birbirini kırmaya başladı. Böylece vezirin ektiği fitne tohumu yeşermiş dindarlar birbirine girmiş, İsa dininin hükümleri, karışmış ve o münafık da böylece ölümü pahasına muradına ermiş oldu.
İşte Mesnevi’de geçen ama bizim uzaktan uzağa takip ettiğimiz başımıza geldikten sonra eyvahlar ettiğimiz durumumuz.
Siyasi arenada dönen dolaplar ve entrikalara biraz olsun ışık tutması dileğiyle…
Soru mu tekrar soruyorum biz tarihimizi uzaktan mı takip ediyoruz siz ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.