Müslüman Kadın Ve Modernizm
Geçmişte olduğu gibi bugün de Müslüman toplumlar “zamane fitnelerine” müpteladırlar. Toplumsal varoluş aşamalarında/biçimlerinde en çok karşılaşılan olgulardan biri geleneksel/ özsel kimliklerin ve siyasal/ ideolojik taraftarlıkların bu fitnelere karşı etkin birer duruş sergileyememeleridir. Tarihte bunun aksi örnekler mevcutsa da genel anlamda ideolojiler ve dünya görüşleri modernizme yenilmişlerdir.
Bu, gerçekte topluluksal oluşun-davranışın verdiği özdenetimsizlikten yani kişisel olarak bir dünya görüşünün özünü özümseyememekten kaynaklanan bir durumdur. Başka bir deyişle; tez açısından antitezin galabeti, tezi savunanların antiteze çare olacak gerekli zamansal ve mekansal yeterlilikteki çözümler üretememesidir.
Kaba bir belirlemeyle, Batı’nın son dört yüzyıllık bir tarih boyunca sürdüre geldiği modernizasyon, bugün itibariyle doğum yerinden ayrılmış ve doymak bilmeyen bir iştahla yeni yaşam alanlarının keşfine çıkmıştır. Bu sürecin son aşamasında, modernizm ithali gerçekleşmiş ve bugün bu saldırıya maruz kalmamış bir tek İslam beldesi kalmamıştır. Yıllar süren sancılı süreçlerden sonra bugün modernizm Müslüman ile çok uyumlu bir birliktelik oluşturmuş gibidir. Sanki Müslümanlar modernizmi benimsemiş gibidirler. Ama daha derin bir incelemeye tabi tutulduğunda aslında bu uyumun altında ironik bir şekilde bir uyumsuzluğun olduğu da görülecektir.
Bugün Batı Dünyası’nın acımasız emperyalizmi altında şaşırmış durumda olan Müslüman toplumlar rüzgara kapılmış bir yaprak gibi savrulmaktadırlar. Müslümanlar kendilerine ait olmayan yeni “trendler” keşfetmiş ve onlarla yaşamaktadırlar. Öz kimliklerine aline olmuş ve sonradan yapıştırma kimliklerle mündemiç hareket etmektedirler. Fakat yine de “fıtrat” gereği “modern” kimliklerine tam bir uyum sağlayamamış ve sonuç olarak çok iğreti duran derin bir uyumsuzluk sergilemektedirler. İşte bu uyumluluk ve uyumsuzluk arasındaki kimlik bunalımının –ağırlıklı olarak Müslüman kadın bağlamında fakat son tahlilde Müslüman kimlik açısından – sosyolojik tartışması bize bu çatışmanın nedenlerini de görmemizi sağlayacaktır.
Belki de daha ilk etapta, yani modernizmle Müslüman kadının ilk karşılaştığı yerde kendi varoluşsal özleriyle bir yabancılaşmanın ortaya çıktığı bir ilişki biçimi olduğu görülecektir. Kadının, yaratılışında “duygusal olan ağırlık verdiği” bilinen bir gerçektir. Modernizm de bu gerçek üzerinden ilk hareketini gerçekleştirmiştir. Kadının önemli duygularından biri olan “beğenilme/ görünebilme” duygusuna fısıldamış ve kadın bu fısıltının yadsınamaz cazibesi karşısında teslim bayrağını çok erken çekmiştir.
Türkiye özeli için söylemek gerekirse; erkekler cahilce bir tutumla kadınları haklarından mahrum bırakmıştır. Fakat yanlış olan, bu durumun olması gereken bir durummuş gibi telakki edilmesi ve dolayısıyla da buna karşı çıkılmasının sağlam bir meşruiyet zeminine oturtulmasıdır. Tabii olarak, ortada “öz kimliğimiz” adına bir şeyler bulunmadığından modernizm çok kolay bir yayılma alanı bulmakta ve Müslüman toplumları kendine inandırmaktadır. Müslüman kadın ise, bu olgunun sebebini aynı zamanda kendisinin “özünden uzaklaşmış olması” yüzünden olduğunun farkında değildir. Adına modernizm denen kandırmacanın aslında bir alinasyon olduğunu görememektedir. Dolayısıyla bugünün Müslüman kadını her ne kadar modernizmle uyumlu bir eda takınmak isterse de gerçek bir uyum söz konusu olamaz. Ortada “öz” ve “yapay” diye iki olgu söz konusu iken…
Oysa Müslüman kadın kendi özüne baktığında aslında sahip olması gereken tüm hakları görecektir. Özgür bir düşünceye sahip olacak, hür bir kadın olacak ve aslında erkek egemen toplum yapısının çekirdeğindeki asli unsur olduğunun farkına varacaktır. Bugün özgürlük diye adlandırdığı durumun aslında erkekler tarafından yaratılmış emperyalist bir dünya olduğunun farkına varacaktır. Erkekler, kadınlara sözde özgürlüklerini vermiş olarak, onları alınan, satılan, reklam edilen, kullanılan birer meta haline getirmiştir. Bugün kadın özgürlüğü adıyla belirtilen her şey bu zemin üzerine serilmiştir.
Mesela; bugün hemen hemen bütün satış mağazalarında, alışveriş merkezlerinde, hosteslik/servis elemanı alanlarında kadınlar çalıştırılmaktadır. Kadınların çoğu bu durumu kendileri için bir özgürlük sanmaktadırlar ama aslında neredeyse %95’i korkunç bir emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Hak ettiklerinin çok altında ücretlerle çalıştırılmaktadırlar. Halbuki, Müslüman kadının gerçek kimliği olan İslam, kadına çok daha melekuti bir değer vermiştir. Erkeğin kendisi üzerinden siyaset yapmasını, kullanılmasını ve buna benzer sömürgeci tavırlarını reddetmiştir.
Sonuç olarak; bugün kadının karşı çıktığı erkek egemen yapı, Müslüman kadının zannettiği gibi İslam'ın kabul ettiği bir yapı değildir. Tarihin ve coğrafyanın gerçeklerini dikkate alarak kadına gerçek bir özgürlük veren İslam, aynı zamanda kadına özüyle muhteşem bir uyumu bahşeder. Müslüman kadının kendini İslami bir kimlik ile tanımlaması modernizm ile arasındaki uyumsuzluğun tek çaresidir. Müslüman kadın, bu durumda her ne biçimde, şartta ve şiddette emperyalist dayatmalara maruz kalsa da çaresizlik yaşamayacaktır. Çünkü o özünde olması gereken yapıyı tanıdığından, kendisine sonradan kazandırılmaya çalışılan kimlikleri doğal olarak reddedecektir. Bunun sonucu olarak ta özüne yabancılaşmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.