Hâl Tercümesi-2- Ne Yapmalı?
Geçen yazımda Müslüman coğrafyanın ateşler içindeki hâlinin iki ana sebebini “kişisel yetersizliklerimiz” ve “batı emperyalizmi” olarak tespit etmiştim.
Bu yazımda “batı emperyalizmi” kısmını geçip, daha çok bizle alakalı olan yetersizliğimiz kısmını önceleyerek “yapılması gerekenler” üzerinde tefekkür etmeye çalışacağım.
Sorunun tespitinin ciddiyetini belirtmiş olmama binaen çözümünün de aynı ciddiyette ele alınması gerektiğini belirtmeye gerek yok sanırım. Bir sorunun çözümü o sorunun büyüklüğüne, aciliyetine ve tesirine denk olmak zorundadır. İki küçük çocuk arasındaki misket tartışmasından mahalle kavgası çıkartmanın abesliği ile İslami ve de hayati bir sorunu külhanbeyli ağzıyla ve kahvehane metodolojisiyle ele almanın abesliği aynı şeydir. Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi soruna aydın bir bakış açısı, müslümanca bir sorumluluk bilinci penceresinden bakmak lazım.
Evet, sorunumuz yaşadığımız coğrafyanın topyekûn bir emperyalist saldırıya maruz olmasıdır. Emperyalizm tüm silahlarını donanmış ve doymak bilmez bir iştahla Müslüman coğrafyaların azıklarını tüketmekte. Ama asıl vurgulanması gereken şey bu saldırı karşısındaki kişisel, toplumsal tepkimizin ne olduğudur.
Emperyalizm tarihi incelendiğinde onun “karşıtlık” üzerinden kendini yaşatma yeteneği geliştirmiş olduğu görülecektir. Yani emperyalizm var olmak için önce bir düşman yaratmakta sonra bu düşmanı şeytanlaştırmakta ve en sonunda da şeytana karşı iyilik meleği rolüne bürünüp şeytanla savaşmakta. Böylece bu döngü sürekli tekrar etmekte. Değişen tek şey şeytanın ismi oluyor.
İşte emperyalizmin bu ötekileştirme üzerinden yürüttüğü savaş hâlihazırda İslam coğrafyasını yakan ateşin ta kendisidir.
Müslüman, bu metodolojik bilgiye sahip olmalı önce. Ve bu bilgi üzerine kendini bir başkasının ötekisi olma planına kurban etmeden kendi kişisel gerçekliği üzerine şahsiyetlendirdiği bir yaşam biçimini yaşamalıdır. Kendisine dayatılan bir çöl savaşını değil, uzay teknolojisini kullanabilecek bir teknolojiye sahip olmaya çalışmalıdır. Kendisine dayatılan popüler kültürü değil, tarihsel geleneğinden süzdüğü medeniyetini çağdaş formlarla uyumlu bir pratiği geliştirmelidir. Ve yine kendisine dayatılan her türlü aşığalanma ve şeytanlaştırma politikasını değil, insanı ve toplumu adalet ve refah düzeyinde yaşatabilecek gerçek bir siyasi erk oluşturabilmelidir. Elbette bu kolay bir şey değildir. Bunun için kendini gerçekleştirmiş bireyler ve bu bireylerin oluşturduğu toplumsal katmanlar oluşturulmalıdır. Müslüman şahsiyetler iyi birer bilim adamı, sosyolog, tarihçi, fizikçi, astronot, müzisyen vs. olabilecek donanımları elde etmek için gerekli pedagojik eğitimi almalıdır.
Müslüman’ın bu ötekileştirme dayatmasına karşı kendisi olabilmesinin yollarını bilmesi, manen ve maddeten terakki edebilme kabiliyetiliyle doğru orantılıdır. Müslüman bilimsel bir kimlik ile asli kimliği olan Müslüman kimliğini birbiriyle cezbedip iki kimliğini de korkusuz ve kompleksiz kullanabilmelidir. Yani, bir Müslüman aynı zamanda hem iyi bir sosyolog, iyi bir fizikçi, iyi bir yazar ve aynı zamanda iyi bir Müslüman olabilmenin mümkünlüğünü bilmelidir.
Buradan şu sonuca varmak istiyorum. Batılı herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde sıradan bir mahallenin sıradan bir sakini olan bir kişinin yaşam konforunu göz önüne alalım. Sosyal hayattaki rollerine olursa olsun, bu batılı kendi yaşam konforuna hiçbir halel getirmeyecek biçimde dini inancını yaşayabilmektedir. Yani batılı şahıs hem iyi bir ev sakini, iş adamı, yazar vs. olabilmiş ve aynı zamanda iyi bir de Hıristiyan, Budist, ateist vs. olabilmiştir. İkisinden birini diğerinden çok üstün kılmadan yaşayabiliyor. Ya da en azından ikisi arasındaki farkı derinleştirmeden iki kimliğinin de geliştirilmesi yönünde çaba sarf ediyor.
Elbette Müslümanın dünyaya bakışı bir gayri müslim gibi değildir. Müslüman bu dünyanın bir eğlence olduğunun farkındalığında dünyaya önem veriyor. Ama bir müslümanın sıradan bir hayat için dahi yeterli bir entelektüel görüşe sahip olmadan iyi bir Müslüman olmasını iddia etmesi bence abesle iştigaldir. İslamı sadece namaz ve hac menasikinden ibaret telakki etmek, ve bu telakki neticesinde dünyasından vazgeçmek İslami değildir. Ve bu durum mantıki de değildir. Düşünsenize İslam’ın temel şiarlarından olan “iyiliği emretmek, kötülükten menetmek” kaidesi mevcut ve bir Müslüman bu şiarın gereğini yereni getirmekle mükelleftir. Şimdi şöyle düşünelim. Mesela eğitim konusunu ele alalım. Siz çok dindar! Bir adamsınız. Ama eğitime hiç önem vermiyorsunuz. Müslümanca yetişmiş öğretmenleriniz, eğitimcileriniz yok. Çocuğunuza bütün dini ritüelleri öğretmişsiniz ama bir bakıyorsunuz ki çocuğunuz ergenlik çağının heyecanına kapılmış aşk, esrar, hırsızlık, gasp ve bunlar gibi bin türlü belaya bulaşmış. Şimdi burada suç islamın mı? Yoksa islamın emirlerinin eksikliği mi söz konusu? Yoksa eğitimcilerin Müslüman olmaması mı? Yani eğer bir yerde Müslüman eğitimci yoksa orada müslümanca yetişmiş nesiller de olamaz. Bu metodu hayatın diğer tüm alanları için değerlendirebiliriz. Ve sonuç aynı olacak. Yani iyi bir mühendis olmadan ve iyi bir mühendislik teknolojisine sahip olmadan küfrün bize tahakkümüne engel olamayız.
Kısacası Müslüman elbette önce iyi bir Müslüman olacak. Sonra da işi ne ise o işte en iyisi olmaya çalışacak. Böylece geleceğe iyi yetişmiş Müslüman bireylerin oluşturduğu entelektüel düzeyi yüksek bir toplum oluşacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.