Firavun, Nemrud Ve Günümüzde Tanrılığa Soyununlar!
Kabil, Nemrut, Firavun, Ebrehe, Yezit, Timur, Cengiz, Hitler, Mao, Stalin, Bush, Saddam, Kaddafi, Esed, Trump, Putin ve daha onlarca zalim… Şimdi çoğu tarihin tozlu raflarında lanetle anılan birer hiç olmuşlar. Hala yaşamakta olanlar ise bu kaçınılmaz hiç olma akıbetlerini beklemektedirler.
Bu kişilere bakıldığında, hepsinde mevcut olan şu ortak davranış biçiminin ya da düşünce tarzının olduğu görülecektir. Bu kişilerin tümü de ALLAH’a karşı çıkmış, O’nun yasalarına başkaldırmış ve O’nun yasalarına karşı kendi yasalarını yaratmaya, yaşatmaya kalkışmışlardır. Bir anlamda, Allah’a karşı bir nevi tanrılık iddiasında bulunmuşlardır. Fakat evrende varolan tek ilah ve bu evreni yöneten, yönlendiren tek kudret olan Allah’a karşı bu mesnetsiz, boş ve saçma duruşun zelilliğini anlamak için yeterli argüman tarihte mevcuttur. Toz duman içinde kalmış eski kavimler ve onların azgınlıkları bir bir yok olmuşlar. Zalimlerin zalimlikleri yanlarına kâr kalmamış ve hüküm sürdükleri sarayların yerlerinde bugün yeller esmektedir.
Evvelce yaşayanlar şöyle demişti: biz Allah’ı ve O’nun bize yolladığı şeriatı istemiyoruz. Bizim kendimize ait kurallarımız, kanunlarımız var, bunlarla yaşamayı tercih ediyoruz. Allah’ı ve O’nun elçilerini tanımıyoruz. Bu sözün ne kadar korkunç olduğunu ancak bu sözü anlayanlar bilir. Biz bugün bu sözlerin aynısını, değişik kelime ve kavramlar içinde tekrar dile getirildiğini görmekteyiz. Bugün de insanlar sokaklarda “kahrolsun şeriat”, “biz laikiz, biz sosyalistiz, biz demokratız, biz tek başımızlayız, biz toplumcuyuz, biz bireyciyiz, biz falan filanız” demektirler. Allah’ın sınırlarını aşmanın çağdaş versiyonları. Ve bunları dile getiren çağdaş Firavunlar… Çağdaş ama yine de ilkel dönemdeki akrabaları ile aynı sona mecbur kişiler.
Evet, bugün insan “ben” algısının kendisinde oluşturduğu tanrısallık dürtüsünün etkisi altındadır. Bu etkinin verdiği kibir ile sözde Allah’a karşı çıkmaktadırlar. Bir nevi şöyle düşünmektedir:
Ben bu kadar kitap okumuş biriyim. Şöyle yazılar yazabilen, tartışabilen biriyim. Zeka seviyem bu kadar yüksek iken ve ben bu kadar üstün iken nasıl olur da 1400 sene önce yazılmış bir kitabın ahkamına uyarım. Nasıl olur da böyle çağdaş bir düzeyde iken geri kalmış, eskilerin uydurma efsanelerine uyarım. Ben gerçekten de biricikim. Benden başka söylenenler ancak bana biraz katkı sunabilir. Yoksa beni tümüyle idare edecek sadece ben olabilirim. İşte ben burada, evrenin orta yerinde duruyor ve kendime konum veriyorum: “Tanrı benim”.
Zina haddi, örtünme ile ilgili konular, kurban ve hacc, namaz yani kısacası bir bütün olarak İslam inancı bugünkü firavunlaşmış “benlik”lerde değersiz ve geri konular olarak addedilmektedir. Kendini tanrısal dürtülerle hareket ettiğine motive eden bu şaşkınlar bir an durup düşünmelidirler.
Düşününüz; Japonya’daki 8.9 şiddetinde deprem ve sonrasındaki tusunami görüntüsünün akıllardaki bıraktığı iz ile Firavunun, Kızıldeniz’e gömülü görüntüsü aynı şey değil mi? İki görüntü de insan türünün tabiat karşısındaki aczinin resmidir. İki görüntü de aynı sebebin sonucu: “BEN” duygusunun tanrısal bir hüviyete bürünmesine mukabil böceğimsi bir çaresizlik, kudretsizlik… Bir Japon Başbakan’ın ve bir karıncanın tusunami karşısındaki halleri aynı değil mi? Çaresizlik ve güce teslimiyet…
O halde, ey çağdaş insan!
“Ben” zindanına takılıp orada kendini tanrı olarak görmekte olan insan!
Bir zindan içindesin ve zindan içinde olduğunun farkında değilsin. Sen “ben” içinde o kadar kaybolmuşsun ki kendi öz “ben”ini bulamaz, göremez olmuşsun. Gözlerini aç ta bir bak: tabiatta ne kadar kudretin var. Ne kadar büyük bir yaratıcı olabilirsin. Eğer evet diyorsan o halde bir dağ yarat. Ya da güneşten daha büyük bir güneş yarat. Olmadı bir sivrisinek kanadı yarat. Yaratamazsın.
O halde teslim ol. Yaratıcıyı dinle. Yaratıcının kitabını oku. Oku ki evrendeki konumunu algılayabilesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.